Diğer
    Ana SayfaSağlıkBana gerçeği söyle doktor

    Bana gerçeği söyle doktor

    -

    Sağlığın değeri kaybedilince anlaşılıyor. Küçük bir umut ışığı için her yol deneniyor. Oysa günlük hayatta alınacak birçok basit önlem çoğu hastalığın ortaya çıkmasını engelleyebiliyor.

     

     

     

    - Advertisement -

     

     

    Sevdiklerimiz için her fırsatta dile getirdiğimiz temennilerden biridir sağlık… Çünkü biliyoruz ki sağlık olmadan ne bizim ne de yakınlarımızın hayattan keyif alması mümkün değil. Amerika’nın en güvenilir doktorlarından biri olarak gösterilen Dr. Richard Besser da bu fikirden hareketle yıllar boyu edindiği tecrübelerini bir kitapta topladı. Dr. Besser, “Bana Gerçeği Söyle Doktor” adlı kitapta halk sağlığına dair, toplumun en merak ettiği, günlük hayatta pek çok kez karşımıza çıkan ve çeşitli kaynaklardan edinilen yanlış bilgiler nedeniyle soruna yol açabilecek konulara açıklık getiriyor. İşte o sorulardan bazıları ve Dr. Besser’ın cevapları…

    AŞIRI ŞEKER TÜKETMEK DİYABETE YOL AÇABİLİR Mİ?

    Diyabet yani halk arasındaki adıyla şeker hastalığı denildiğinde akla ilk olarak yüksek kan şekeri geliyor. Bu nedenle de aşırı şeker tüketmenin diyabete yol açacağı düşünülüyor. Gerçekten de diyabet hastalarının şekerli gıdalardan mümkün olduğunca uzak durup, kan şekeri seviyesini belli bir düzeyde tutması gerekiyor.

    Bu hastalığın farklı türleri bulunuyor. İlki daha çok çocuk ve genç yetişkinlerde görülen Tip 1 diyabet. Hastalık, bağışıklık sisteminin pankreasta üretilen hücreleri yok etmesine bağlı olarak ortaya çıkıyor. Burada insülin hormonu devreye giriyor. Vücudun kan dolaşımındaki şekeri enerji elde etmek için kullanmasına yarayan bu hormonun yetersizliği halinde kan şekeri yükseliyor. Bu durumda Tip 1 diyabetli hastaların insülini dışarıdan alması gerekiyor.

    Tip 2 diyabette, vücut insülin üretse de bunu nasıl kullandığı öne çıkıyor. Hücrelerin insülinin etkilerine karşı dirençli hale gelmesi kan şekerini yükseltiyor. Bu hastalığın ortaya çıkmasında obezite ile fiziksel aktivite eksikliğinin varlığı da önem taşıyor. Erken teşhis edildiğinde doğru beslenme biçimi ve egzersiz ile kontrol altına alınabiliyor. Bir başka diyabet türü ise gebelik diyabeti. Hamilelikte ortaya çıkan bu durum doğumla birlikte tamamen ortadan kalktığı gibi, devam da edebiliyor. Bu nedenle düzenli takip gerekiyor.

    AİLEMDE MEME KANSERİ OLMASA DA YAKALANMA OLASILIĞIM VAR MI?
    Meme kanserinin ortaya çıkmasında genetik geçiş önemli rol oynuyor. Araştırmacılar meme kanserine yatkınlık genleri olan BRCA1 ve BRCA2’de mutasyon tespit ettikten sonra, yakın akrabaların bu hastalığa yakalanma olasılıklarının arttığını belirtiyor. Ancak bu durum rakamlara yansıdığında düşünüldüğü kadar sıkça rastlanmadığı ortaya çıkıyor. Yapılan çalışmalara göre meme kanseri vakalarının yüzde 5-10’u kalıtımsal kabul ediliyor. Yüzde 10-15’lik kısmı ise ailevi olarak riskli gruba dahil oluyor. Öte yandan yüzde 75-85’lik bir kısımda hiçbir risk faktörü olmasa da hastalık görülebiliyor.

    Bu hastalıkla ilgili bilinmesi gereken önemli noktalardan biri de meme kanserinin kadınlar arasındaki birincil ölüm nedeni olmadığı… Erken teşhis ve tedaviyle bu hastalığa yakalanan kadınların sağkalım oranları bir hayli yüksek seyrediyor.

    Özetlemek gerekirse, meme kanseri de dahil birçok kanser türünde aile öyküsü hayati önem taşıyor. Ancak bu etmenlerden yalnızca biri. Bu hastalığa yakalanan kadınların çoğunun ailesinde kanser öyküsü bulunmuyor. Meme kanserinin ortaya çıkışına ilişkin saptanmış ve halen muamma olan birçok faktör var. Ancak sağlıklı beslenme, ideal kiloda olma, alkol tüketimi, sigara kullanımı, egzersiz ve düzenli kontrol gibi hayat tarzıyla ilgili seçimlerin birtakım risk faktörlerini kontrol edebildiği biliniyor.

    KALP KRİZİ BELİIRİILERİ KADINLARDA DA ERKEKLERDE DE AYNI MI?
    Kalp hastalıkları “erkek hastalığı” olarak düşünülse de aslında bu sorun cinsiyet ayrımı yapmıyor. Amerika Birleşik Devletleri’nde her yıl kadın ölümlerinin dörtte biri bu nedenle ortaya çıkıyor. Türkiye’de ise rakam daha düşündürücü: Yüzde 44! Neredeyse Türkiye’de her yıl yaşamını kaybeden her iki kadından birinin ölüm nedeni kalp hastalıkları. Oysa en ciddi sağlık probleminin meme kanseri olduğu düşünülüyor, değil mi?

    Bu hastalıkların en sık rastlanan türü ise kalp krizi. Hastalık cinsiyet ayrımı yapmasa da belirtilerde farklılıklar olabiliyor. Kadınlarda göğüs ağrısına eşlik eden bitkinlik, hazımsızlık, uyku bozukluğu ve nefes darlığı erkeklerden daha çok görülüyor. Ağrılar yalnızca ense, sırt veya çenede oluşabiliyor. Ne yazık ki kadınlar bu belirtileri erkekler kadar iyi okuyamayıp, ihmalkar davranabiliyor. Yaşadıkları sorunları sindirim sistemi rahatsızlıkları ya da strese bağlayabiliyor. Bu da bir sağlık kurumuna başvurmayı geciktirip, istenmeyen sonuçlara yol açabiliyor.

    SIRT AĞRISININ EN İYİ İLACI DİNLENMEK Mİ?
    Hemen herkes günlük aktivitelerini yapmayı zorlaştıran birtakım sırt ağrıları çekiyor. En yaygın görülen ve mesleğe bağlı sakatlanmaların başında bu sorun geliyor. Çünkü sırt vücutta çok sıkışık bir bölgede yer alan kemik, kas, kiriş, tendon, sinir ve disklerden oluşuyor. En sık 30-50 yaş arasında sırt ağrısı başlıyor. Travmaya bağlı olarak ortaya çıksa da çok ağır bir şeyi kaldırmak, ani hareketler, hatta aşırı gerinme bile ağrıya yol açabiliyor. Bunların yanı sıra stres de ağrıya neden olabiliyor. Obezite, duruş bozuklukları, sigara kullanma, hamilelik, stres ve yanlış pozisyonda uyumak da ağrılara davetiye çıkarıyor. Nasıl bileğiniz burkulduğunda hassasiyet hafifleyene kadar dinlenilmesi önerilir, sırt ağrısı başladığında da aynı şey yapılıyor. Peki ağrılar geçiyor mu? 1996’da Finlandiya’da yapılan bir araştırma, ağrıya rağmen günlük aktivitesini sürdürenlerin, bir hafta yatarak sırt ağrısını geçirmeye çalışanlara oranla daha iyi sırt esnekliği kazandığını gösteriyor. Bir başka çalışma da yatmanın sırt ağrısını kötüleştirip depresyon, kaslarda zayıflama, bacaklarda derin ven trombozu gibi ikincil sorunlara yol açtığını ortaya koyuyor. O halde iyisi mi sırtınız ağrıdığında hafif aktivitelerle, yumuşak egzersizlerle hareketliliğinizi koruyup, antienflamatuvar ilaçlar kullanmayı deneyin. Üç günün sonunda gerek ağrının geçmediğini gerekse kaslarınızda değişiklik olduğunu fark ederseniz bir uzmana başvurun.

    BULMACA ÇÖZMEK ALZHEIMER HASTALIĞINI ENGELLER Mİ?
    İlk kez 1906’da Alman Dr. Alois Alzheimer tarafından teşhis edilen Alzheimer hastalığının tedavisinde geride kalan 100 yılı aşkın sürede semptomları azaltmak dışında çok fazla bir ilerleme kaydedilmedi. Ancak son yıllarda çıkan haberler özellikle bulmaca çözmenin Alzheimer’a yakalanma riskini düşürdüğü yönünde. Oysa bu durumun bilimsel bir kanıtı yok. Yine de uzmanlar bulmaca çözmek, bir müzik aleti çalmak ya da hobi edinerek zihni zorlayıcı faaliyetlerde bulunmayı öneriyor. Bunun yanında sebze ve meyveden zengin bir diyet uygulamak, fiziksel aktivite yapmak, sigara içmemek, kilo kontrolü ve sosyal ilişkileri sağlam tutmanın da önemine değiniliyor.

    YETŞİKİNLERİN DE AŞIYA İHTİYACI VAR MI?
    Çoğu insan aşının yalnızca çocuklar için olduğunu düşünüyor. Bu nedenle grip aşısı, ki onu da herkes yaptırmıyor, dışında başka bir aşıya ihtiyaç duyulmuyor. Oysa yetişkin aşılamaları hem kişiyi hem de çevresini enfeksiyonlardan korumaya yardımcı oluyor. Dünyaya gelen bebeklere, çocukluk dönemini de kapsayan bir süre boyunca belli başlı birtakım aşılar yapılıyor. Yetişkinlikte ise durum biraz daha farklı işliyor. Hangi aşılara ihtiyaç duyulduğu kişinin yaşına, sağlık durumuna, mesleğine ve potansiyel risklerine göre değişiyor. Tümüne herkes ihtiyaç duymasa da yetişkinlikte 14 aşı öneriliyor. Bunlar; influenza (grip), tetanos, difteri, boğmaca, suçiçeği, HPV (Human Papilloma Virüsü), zona, menenjit, Hepatit A, Hepatit B, kızamık, kabakulak, kızamıkçık.

    BULMACA ÇÖZMEK ALZHEIMER HASTALIĞINI ENGELLER Mİ?
    İlk kez 1906’da Alman Dr. Alois Alzheimer tarafından teşhis edilen Alzheimer hastalığının tedavisinde geride kalan 100 yılı aşkın sürede semptomları azaltmak dışında çok fazla bir ilerleme kaydedilmedi. Ancak son yıllarda çıkan haberler özellikle bulmaca çözmenin Alzheimer’a yakalanma riskini düşürdüğü yönünde. Oysa bu durumun bilimsel bir kanıtı yok. Yine de uzmanlar bulmaca çözmek, bir müzik aleti çalmak ya da hobi edinerek zihni zorlayıcı faaliyetlerde bulunmayı öneriyor. Bunun yanında sebze ve meyveden zengin bir diyet uygulamak, fiziksel aktivite yapmak, sigara içmemek, kilo kontrolü ve sosyal ilişkileri sağlam tutmanın da önemine değiniliyor.

    UYKU ALIŞKANLIKLARIM ŞIŞMANLAMAMA YOL AÇAR MI?
    Yetişkin bir bireyin her gece ortalama yedi-dokuz saat uyuması gerekiyor. Ancak sosyal hayat, gelişen teknoloji gibi etkenler bu sürenin azalmasına yol açıyor. Hatta araştırmalara göre yetişkin nüfusun üçte biri bu sürenin çok altında bir uykuyla yetinmek zorunda kalıyor. Yeniden soruya dönecek olursak, uzmanlara göre bunun cevabı hormonlarda saklı. Leptin ve ghrelin! Yağ hücreleri tarafından salgılanan leptin, beyne doyma sinyali gönderiyor. Ghrelin ise mide tarafından üretilerek, iştahı tetikliyor. Bu iki hormon yemek yeme ve doyma konusunda önemli rol oynuyor.

    Çeşitli çalışmalara göre uykusuz kalındığında leptin seviyesi düşüp, ghrelin yükseliyor. Bu da daha çok yemek yemeye yol açıyor. Artık geceleri uykunuz kaçtığında kendinizi neden buzdolabının önünde bulduğunuzun sırrı da çözüldü. 

    Sağlıklı yaşamın önemli kriterlerinden biri olan düzenli ve kaliteli uyku, kilo kontrolünün yanı sıra kalp, beyin, ruh hali ve fiziksel görünüm için de önem taşıyor. Uyku düzeni oluşturup, bu rutini sürdürmek içinse yatmaya yakın saatlerde spor yapmamak, ağır yemekler yememek ve alkol almamak gerekiyor.

    KEMİKLERİMİN GÜÇLENMESİ İÇİN KALSİYUMA İHTİYACIM VAR MI?
    Kalsiyum minerali kemikler için kritik öneme sahip. D vitamini de kalsiyumun bağırsaktan emiliminin düzenlenmesinde büyük rol oynuyor. Yetişme çağında aşırı kalsiyum ve D vitamini yetersizliği raşitizme, yetişkinlikte ise kemiklerin mineralsiz kalmasına ve bazı vakalarda kemik erimesine neden olabiliyor. Bu nedenle de uzmanlar kalsiyum alımının önemine değiniyor. Ancak bu konuda önemli olan nokta aşırı kalsiyum alımının yarardan çok zarar verdiği gerçeği! Çok fazla kalsiyum takviyesi böbrek taşı riskini artırıyor, kalp krizi ve felçle ilgili rahatsızlıklara yol açıyor. Koroner atardamarlarda oluşan plaklarda birikiyor. Plakların büyüklüğü ise kalp ve beyne giden kan akışını tıkayabiliyor. Bu nedenle kalsiyumun tablet yoluyla değil, beslenmeyle alınması öneriliyor. Böylece alınan kalsiyum yavaş yavaş emilerek vücuda girebiliyor. Düzenli olarak süt ve yeşil yapraklı sebzeler tüketerek önerilen günlük 1000-1200 mg kalsiyum seviyesine ulaşılabiliyor. Bunun için sofranızdan süt, peynir, sardalya, somon, brokoli ve karalahanayı eksik etmemeniz gerekiyor.

    C VİTAMİNİ ALMAK, SOĞUK ALGINLIĞINA YAKALANMAYI ÖNLER Mİ?
    Soğuk algınlığını önleme ve tedavi etme konusunda birçok görüş var. Bunların en popüleri ise Nobel ödüllü biyolog Linus Pauling’in ortaya attığı teori. Buna göre düzenli C vitamini takviyesi kullanmak soğuk algınlığının ortaya çıkmasını engelliyor. Ancak yapılan çalışmalar bunun kesinliğini ispatlamıyor. Bununla beraber her gün düzenli olarak 200 mg C vitamini alan yetişkinlerin soğuk algınlığının biraz daha kısa sürdüğü biliniyor. Öte yandan hastalık belirtilerini göstermeye başladıktan sonra kendini C vitaminine adayanların da bu çabalarının sonuç vermeyeceğini söylemek gerekiyor. Çünkü C vitamini hastalık sırasında değil, öncesinde fayda sağlıyor. Bu hastalıktan kurtulmak için alınabilecek bazı önlemler var. El hijyenine dikkat etmek, düzenli uyumak, sağlıklı ve dengeli beslenmek, egzersiz yapmak, kendinizi hasta kişilerden korumak bunlardan bazıları…

    “Aşırı kalsiyum almak yarardan çok zarar veriyor. Çok fazla kalsiyum takviyesi böbrek taşı riskini artırıyor, kalp krizi ve felçle ilgili rahatsızlıklara yol açıyor.” 

    Formsanté – 2015 Eylül sayısı
    Ayşegül Uyanık Örnekal

     

     



    CEVAP VER

    Lütfen yorumunuzu giriniz!
    Lütfen isminizi buraya giriniz