Prof. Dr. Yankı Yazgan, çocuk, ergen ve erişkin psikiyatristi ama biz onu daha çok çocuk psikiyatristi olarak tanıyoruz. Ama Yazgan, hekimliğinin dışında farklı ilgi alanlarına da sahip. Kendisini eskiye göre daha az huysuz ama iyi bir adam olarak tanımlayan Yazgan için yazmak ve çizmek onun için hayatın anlamı…
Prof. Dr. Yankı Yazgan… Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde ve Yale Üniversitesi Tıp Fakültesi’ndeki “Child Study Center”da bilimsel araştırma ve tıp eğitimi çalışmalarını sürdürüyor. Onu en çok çocuklar ve ebeveynleri seviyor. İnsan ruhunu okuyan bir psikiyatrist o. Sadece bununla kalmıyor. Yazıyor. Hatta kendini bildi bileli çiziyor. Doktorluk mesleğini seviyor. Bir de sıra dışı olmayı. Huysuz, sabırsız v e tahammülsüz olduğunu biliyor ama eskiye göre bir hayli ilerleme kaydettiğini de! Sevdiklerini kırmak istemiyor. Büyük pişmanlıkları pek yok ama hayata karşı duyduğu “iştah” yüzünden kendisine, eşine ve çocuklarına pek de vakit ayıramıyor. En büyük hayali olan yazarlık ve çizerlik onun için neredeyse hayatın anlamı. Hayatının sonuna kadar yazmayı ve çizmeyi istiyor. Neredeyse 30 yıldan bu yana bu camiada olan Yazgan’la ilgili, iddia ediyoruz bu kez farklı bir röportaj okuyacaksınız.
30 yıldır bu camiada olan bir doktor olarak size sormak istiyorum. Kişilerin marka olması söz konusu mu, siz bir “marka” mısınız mesela?
Marka yakıştırmasını kişiler için kullanıldığında, bir benzetme anlamında alıyorum. Marka daha çok bir malı, ticari bir metayı çağrıştırıyor. Tabii bazı bireylerin, kim olduklarıyla ya da ne yaptıklarıyla ön plana çıkan insanların kendileri için kullanmayı tercih ettikleri bir deyim olabilir. Ama bir doktor ile hatta bir yazar-çizer ile marka deyimini bağdaştırmakta zorlanıyorum. Adınıza tişört filan çıkartmaya niyetli değilseniz, niye marka olasınız ki? Ben marka mıyım değil miyim, bunu marka uzmanları ya da konunun meraklıları düşünsün. Ama işin aslı: ben marka olmak istemiyorum. Hiç de, istemedim.
Dışardan size bakanlar açısından manzara nasıl? Gazetedeki köşenizi takip edenler, kitaplarınızı okuyan ya da size danışmaya gelenler için ne düşünüyor sizce?
Gerçek hayatta olduğumdan daha farklı algılanan birisi olabilirim. Sizin kimseyi tek tek tanımadığınız, birçok kişinin sizi bir biçimde bilip tanıdığı durumlarda asimetrik bir ilişki var. Kimi insanların yerlere göklere sığdıramadığı, kimilerinin de tam tersi hisler içinde olduğu, çok büyük bir çoğunluğun da farkında bile olmadığı birisi de sayılırım. İdealize edilmek, yere göğe sığdırılamamak pek hoş gelebilir önce. Ama tersine de akabilir sular. Birisini çok idealize ettiğiniz zaman hayal kırıklığına uğrama riskiniz artıyor.
Marka olmak istemiyorum diyorsunuz ama gazetenin veya derginin bir köşesinde böyle bir röportajda yer almak markalaşmaya katkı yapan bir çaba değil midir?
Haklı olabilirsiniz, ama en azından niyetim bu değil. Bir röportajı ele alalım. Sizinle tanışıklığımız var. “Konuşmak istiyoruz” dediniz. Hayır demem için bir sebep var mı? Sizinle oturup konuşmayı ben de istedim. Bu bir paylaşım, değil mi? Bindiğim taksinin şoförüyle de bir takım fikirlerimi paylaşıyorum. O da kim olduğumu bilmeksizin, benimle konuşuyor anlatıyor. Bir de medyatiklik meselesi var. O marka ile karışıyor. Birçok doktora göre çok daha az TV’de göründüğüm halde (son 3 yılda katıldığım toplam 10 programdır, katılmayı kabul etmediğim herhalde 100’dür), “seni hep TV’de görüyoruz” sözünü duyuyorum. Çok mu ortadayım desem, çalışma tempom belli, ortada olmaya fırsatım yok ki… Bir de, acaba bu medyatiklik bir planlamanın ürünü mü diye düşünenler, hatta çekiştirenler olabiliyor. Bir planlama varsa, o da benim dışımda!
Peki, sıradan bir insan mısınız?
Umarım değilimdir. Hayatım boyunca sıradan olmamaya çalıştım hep. İlkokul öğrenciliğimden bu yana beni tanıyanlar tanık olabilirler. Sıradan olmamak için özel gayret gösterdim. Ön planda olmayı pek istemedim ama sıradan işler yapan birisi olurum diye ödüm koptuğunu hatırlıyorum.
Bu sözlerinizi özelinizle ilgili samimi bir itiraf ya da samimi bir paylaşım kabul edebilir miyiz?
Sıradan olmama çabası ile sıradan olma ihtiyacı arasında gidip gelme, sıradan bir eğilim sayılabilir. Çoğu insanın yaşadığı, insan olmamızın getirdiği bir doğal çelişkini ürünü bir durum. İtiraf sayılmaz pek.
Sıradan olmamaya neden özel bir gayret gösterdiniz?
İçimden öyle geldi. Bunun bir açıklaması yok. Kimsenin okumadığı kitapları merak ettim okudum. Kimsenin ilgisini çekmeyen bilgileri öğrendim. Hoşuma giden, idealize ettiğim büyüklerin yaptığını kendi hayatımda yapmaya çalıştım. Yapa yapa benimsiyorsunuz ve hoşunuza gidiyor zaten. Klasik müzik gibi. İlk dinlediğiniz zaman klasik müzik hiç zevk vermez, ama dinleye dinleye seversiniz.
Keyifli ve mutlu bir insan mısınız genellikle?
Yaşantımdan memnunum. Yani keyifli mutlu sayılsam gerek. Keyifli ve mutlu, ama huysuzlanabilen diyelim mi?
İnsanların danıştığı bir insanın kendisi için kendisine danışması nasıl bir şey? Kendinizi eleştirir misiniz mesela?
Herkes değişen ölçülerde bunu yapar. Çok katı bir eleştirici olduğumu pek sanmam. Hayıflandığım şeyler oluyor. “Bunu neden böyle yaptım?” gibisinden. Başka türlü yapabilirdim diye düşündüğüm ya da göz göre göre istemediğim gibi yaptığım şeyler var. Bazen tahammülsüz olurum. Bunu kendimde ciddi bir kusur olarak görüyorum. 20 yıl öncesine göre çok çok daha ilerlemiş olsam da. Huysuzluk azaldıkça, neşelilik de biraz azalıyor ama. Onu sevmedim. Sabırsız ve tahammülsüz olduğum zaman karşımdakini üzüp kırdığım çok olmuştur. Ama niyetimin iyi olduğunu sezenler bana tahammül ede gelmiştir: “huysuzdur ama iyi adamdır” dendiğini duyarım.
Yankı Yazgan ile söyleşinin devamı Formsante’nin Şubat 2007 sayısında…