Diğer
    Ana SayfaSağlıkBilimsel çalışmalarda azim ve emeğin gücü

    Bilimsel çalışmalarda azim ve emeğin gücü

    -

    Bilimsel araştırmaların ne kadar önemli olduğunu yaşayarak öğrendiğimiz bir yılı geride bıraktık. Bu süreçten, toplum olarak çok fazla ders çıkarttık. Özellikle beyin göçünün bize ne kadar zarar verebildiğini gördük. Yerli araştırmaları ve üreticileri desteklemenin önemini bir kez daha kavradık… En önemli ihtiyaç kalemlerinden olan eczacılık sektöründeki tüm araştırmalara ve bilim insanlarına destek olmamız hayati önem taşıyor. İşte bu sayımızda, konunun uzmanlarına kulak verdik. Onların altın değerindeki önerilerini, yaşadıkları zorlukları, en önemlisi hayallerini gerçekleştirip bu işi başaran kahraman kadınların hikayelerini sizler için derledik. Genç nesillere ümit olması dileğiyle sayfalarımıza taşıdık…

    Yazı: Ayşegül Uyanık Örnekal

    Türkiye’de sağlık sektörü denilince akla ilk doktorlar ve hastaneler gelse de bu başlığın altında önemli yer tutan bir diğer grup da eczacılar… Sadece eczanelerde halka hizmet edenler değil elbette sözünü ettiğimiz. İlaç ve kozmetik sektörünün bel kemiğini de eczacılar ve tabii ki kimya mühendisleri oluşturuyor. Türkiye’de eczacı ve eczane denildiğinde, bu meslek sadece ilaç perakendeciliği gibi görülüyor. Oysa aldığı eğitim ve kişinin kendini sürekli geliştirdiği düşünülürse arka planda bir aracıdan çok daha fazlası var. Peki, bu durum neden kaynaklanıyor? İstanbul Eczacı Odası Başkanı Ecz. Zafer Cenap Sarıalioğlu, eczanelerimizin bir ticarethane olmadığının altını çizerek, “Eczanelerde 7 gün, 24 saat kesintisiz şekilde halka ilaç hizmeti sunan eczacılar, hastayı ilaçların dozu, doğru şekilde nasıl kullanılacağı ve oluşabilecek yan etkileri konusunda bilgilendiriyor. Eczacılar bu bakımdan kritik bir rol üstleniyor ve hastaların bilgi yetersizliğinden kaynaklı olarak meydana gelebilecek istenmeyen durumların önüne geçiyor. Biz şuna inanıyoruz: Ülkemiz, eczacıların bilgi ve tecrübelerinden yararlanmayı esas alan sağlık politikalarını hayata geçirirse, önümüze taş konmazsa, Türkiye sağlık alanında iyi bir noktaya gelir” diyor.

    “MESLEĞİN KRONİK SORUNLARI VAR”

    “2003 yılında yürürlüğe giren ‘Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın da aralarında olduğu birtakım yıkıcı etkileri, eczacılar olarak her geçen gün daha çok hissediyoruz” diyen Ecz. Sarıalioğlu, ülkemizdeki sağlık politikalarının eczanelerin varlığını sürdürmesi üzerindeki tesirini şöyle anlatıyor: “Maalesef, mesleğimizin pek çok kronik sorunu var. Ekonomik sıkıntılar, internet satışları, istihdam, yoğun mesai gerektiren bürokratik yükler ve buna bağlı maddi kayıplar, sahte reçete mağduriyetleri gibi pek çok sıkıntı ile başa çıkmaya uğraşırken, bir taraftan da kesintisiz sağlık hizmeti vermeyi sağlıyor eczacılar. Sağlıklı bir eczacılık hizmetinin, iyi eczacılık uygulamalarının sürdürülebilmesi için eczacı üzerindeki ekonomik baskının kaldırılması ve sorunlarımızın çözülmesi gerekiyor.”

    “ÜLKEMİZDE İLAÇ OKUR-YAZARLIĞI ORANI ÇOK DÜŞÜK”

    Yurt dışında “drugstore” adı verilen işletmeler bulunuyor. Bir dönem ülkemizde de bu tür işletmelerin açılacağı haberleri gündeme gelmişti. Ecz. Sarıalioğlu, ilacın sadece eczanede ve eczacı danışmanlığında hastalara sunulması gerektiğini vurgulayarak, “Eczane dışında satılan ürünlerin güvenilirliğinin kontrol edilmesi mümkün değil. Yurt dışında eczacı danışmanlığı olmadan ilaç ve gıda takviyelerinin halka sunulması nedeniyle ölümler, kalıcı organ hasarları meydana geliyor. Ülkemizde sağlık okur-yazarlığının ilkokul ikinci sınıf düzeyinde olduğu göz önünde bulundurulduğunda, sağlığa ilişkin ürünlerin bilinçsizce kullanılmasının pek çok olumsuz sonuçlar doğuracağı ortadadır. Ayrıca bugün ülkemizde bazı market zincirleri ve e-ticaret siteleri maalesef eczane rolüne soyunmuş durumda. İçeriği tamamen belirsiz olan ürünleri halka satarak, halk sağlığını büyük oranda tehdit ediyorlar. Buna devletin dur demesi gerekiyor” diyor.

    - Advertisement -

    “EN SEVDİĞİMİZ YER LABORATUVARLARIMIZ”

    Geçmişte birçok hekim özel reçeteler verir, bunlar da eczanelerde hazırlanarak hastalarla buluşturulurdu. Bugünse pek rastlanmıyor. Seri üretilen ve formülleri standart olan ilaçların eczane raflarında öne çıkmasıyla, majistral ilaçların geri plana düştüğünü söyleyen Ecz. Sarıalioğlu, şöyle bilgi veriyor: “Majistral ilaçlar son yıllarda fazla reçete edilmediği için eczacılar tarafından hazırlanmıyor. Aslında eczacıların, eczanelerinde en sevdiği yerler laboratuvarlarıdır. Mümkün olduğunca laboratuvarlarımızda ilaç hazırlamak isteriz ama şartlar buna izin vermiyor. Eczacıların laboratuvarlara girmesinin önemini COVID-19 sürecinde bir kez daha gördük. Pandeminin ilk günlerinde el dezenfektanı sıkıntısı yaşanması üzerine, eczacılar laboratuvarlarında majistral üretim yaparak bu sorunun azalmasına katkı sundu.”

    TIPTA ÖLÇÜ; KADININ GÜCÜ!

    Ülkemiz, başarılı bilim insanlarıyla dünyada adından sıkça söz ettiriyor. Yetişmiş insan gücü de son derece fazla ancak AR-GE ve üretime dayalı çalışmalara çok da fazla rastlanmıyor. Örneğin; farmakoloji ve biyomedikal gibi alanlarda dışa bağımlıyız. Bunun nedenlerini, Türkiye’nin yetiştirdiği başarılı bilim insanları; Brown üniversitesi Tıp Fakültesi’nde biyomedikal ve doku mühendisliği üzerine çalışmalar yapan, aynı zamanda doula olan Dr. Öğr. üyesi Bahar Bilgen Baç, Boğaziçi üniversitesi Kimya Mühendisliği ile Polimer Araştırma Merkezi’nde doktora eğitimini tamamlayarak, Danimarka Kanser Araştırmaları Merkezi’nde doktora sonrası araştırmacı olan Dr. Burcu Aykaç Fas, Rensselaer Polytechnic Institute’te protein bazlı ilaçların saflaştırılması alanındaki doktor eğitimini tamamlanmasının ardından çokuluslu ilaç firmalarının ARGE bölümlerinde çalışan Dr. Nihal Tuğcu ve Massachusetts Genel Hastanesi ve Harvard Tıp Fakültesi Cerrahi Bölümü’nde görev yapan Dr. Öğr. Üyesi Başak Uygun ile bir araya gelerek masaya yatırdık.

    DR. ÖĞR. ÜYESİ BAHAR BİLGEN BAÇ

    Ülkemiz gerek etkin bilim insanları, gerekse yetişmiş insan gücü bakımından son derece güçlü olsa da AR-GE ve üretime dayalı çalışmalara çok da fazla rastlanmıyor. Örneğin; farmakoloji ve biyomedikal gibi alanlarda dışa bağımlı olmamızın nedenlerinin ne olduğunu düşünüyorsunuz?

    DR. ÖĞR. ÜYESİ BAHAR BİLGEN BAÇ: Devlet politikalarının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Ayrıca ülkemizdeki kısa vadede kazanç sağlama çabası, özellikle uzun soluklu AR-GE yatırımı gerektiren biyomedikal ve farmakoloji alanlarında geri kalmamıza yol açıyor.

    DR. NİHAL TUĞCU

    DR. NİHAL TUĞCU: Biyomedikal ve benzeri alanların, araştırma anlamında yatırıma ihtiyacı oluyor. Laboratuvar ve üretim tesislerinin kurulması, malzeme desteği ile bunların sürdürülebilmesi için ciddi maddi kaynak desteği gerekiyor. Hem özel sektörün hem de devletin bu tip AR-GE programlarını, eğitim ve maddi kaynakla desteklemesi önem taşıyor. Bu yatırımlar yeni yeni oluşmaya başladı. Öte yandan devletimizin biyoteknoloji ile ilgili dış yatırımı da ülkeye çekebilmesi gerekiyor.

    Beyin göçü Türkiye’nin önemli sorunlarından biri. Sizce bunun temelinde ne var?

    DR. BURCU AYKAÇ FAS

    DR. BURCU AYKAÇ FAS: Bunun hem mesleki hem de maddi nedenleri var. Öncelikle bir önceki sorunuzla ilişkili olarak; evet, bilim insanları doktora veya doktora sonrası araştırmalarını yürütmek için gittikleri ülkelerden dönmek istemiyor. Çünkü o kalitede işleri ülkemizde gerçekleştirebilmek için ya büyük bir şans yakalamak ya da insan üstü bir çabayla çalışmak gerektiğini biliyorlar. Diğer nedeni ise ülkemizde akademik dünyanın sahip olduğu düşük maddi olanaklar.

    En iyi üniversitelerimiz İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük şehirlerde. Dolayısıyla bir akademisyenin günümüz Türkiye şartlarında sadece üniversiteden elde ettiği gelirle büyük şehirlerde ailesini geçindirmesi veya birikim yapabilmesi maalesef mümkün değil.

    DR. N. TUĞÇU: Emeğe verilen değer! Bilimin ülkemiz için önemi tartışılmaz ancak bilim insanına verdiğimiz değerle pek orantılı değil! Çok başarılı eğitim verebiliyor olsak bile mezunlarımız için çekici olanaklar yaratamıyoruz.

    DR. ÖĞR. ÜYESİ BAŞAK UYGUN: Kaynak eksikliği, tıp ve farmakoloji konusundaki çalışmaları çok yavaşlatıyor. Bu konulardaki araştırmalar maalesef çok masraflı. Bildiğim kadarıyla laboratuvarda ihtiyacınız olan malzemelerin elinize ulaşması çok uzun zaman alıyor, ki bu da araştırmaları çok yavaşlatıyor. Haliyle kendini geliştirmek ve yenilikleri öğrenmek isteyen öğrenciler, gelişmelerin hızlı yaşandığı yerlere gidip eğitim ve çalışmalarına oralarda devam ediyor.

    Birçoğunuzun ailesinde bilim insanı kadınlar var. Bilimde kadının gücü denildiğinde aklınıza neler geliyor?

    DR. ÖĞR. ÜYESİ B.B. BAÇ: Bilimde kadının gücü denince, aklıma ilk olarak şubat ayında kaybettiğimiz anneannem pediatrist Prof. Dr. Müyesser Tunçer geliyor. Türkiye’de modern neonatoloji (yenidoğan) biliminin öncüsüydü. Dedem jinekolog Op. Doç. Dr. Mustafa Tunçer ile birlikte Hacettepe Üniversitesi’nde Türkiye’de birçok ilke imza attı. Birlikte anne karnındaki bebekte ilk kan değişimini gerçekleştirdiler. Kendisi akademik ve bilim alanında önde gelen bir Cumhuriyet kadınıydı. Atatürk’e hayrandı çünkü onun sayesinde bir kadın olarak Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde eğitim aldı. Devlet burslarıyla ABD’ye uzmanlık eğitimi için gönderildi ve dönünce Hacettepe Tıp Fakültesi’ndeki ilk yenidoğan yoğun bakım ünitesini kurdu ve binlerce bebeği yaşattı. Anne ve Bebek Sağlığı Vakfı’nı kurdu. Kızı yani annem Y. Mühendis Füsun Kürüm de ODTü Kimya Mühendisliği Fakültesi’nden mezun olunca Fulbright Bursu ile ABD’de Rensselaer Polytechnic Institute’te çevre mühendisliği alanında yüksek lisans yaptı. Ben de bilimin içinden gelmemin etkisiyle, mühendislik ve tıp alanlarını birleştirerek, biyomedikal mühendisliğin kök hücre konusunda çalıştım. Bunlar tesadüf değil. Bizler; Cumhuriyetin aydınlık, ilerici ortamının yetiştirdiği kadınlarız. Bilimde kadının gücü, çeşitlilikten geliyor. Özgün buluşlar için çeşitliliğe ve her rengin temsiline ihtiyaç var. Erkek egemen, ataerkil toplumlarda bilimsel ilerleme bir yerde duraklıyor. Günümüzde bilim bireysel değil, farklı bilim dallarından birçok birikimi olan insanların getirdiği sinerji ile ortaya çıkıyor. Eğer bilimde ilerleme kaydetmek istiyorsak bilim yapacağımız ortamda, laboratuvar, okul ya da şirkette, her türlü çeşitliliğin ve kadınların desteklenmesine önem vermeye mecburuz. Bilime feminizmi getirmeliyiz.

    DR. B. A. FAS: Annem Prof. Dr. Gülçin Aykaç Toker, İstanbul Tıp Fakültesi’nde biyokimya profesörüydü. 30 yılı aşkın süre Biyokimya Anabilim Dalı’nda araştırmalarına devam etti. Çalışmalarıyla Türkiye’de en çok atıf alan araştırmacılar listesinde üst sıralarda yer aldı. Yavaş da olsa onun yolundan gitmeye çalışıyorum. Büyük ailelerde, aile fertlerini bir araya getiren toplantıları, yemekleri düzenleyenler genelde anneanneler, babaanneler oluyor. Bilim dünyasında da böyle figürlere ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Annem hem ailesinde, hem de kürsüsünde böyle bir figürdü.

    DR. N. TUĞCU: Pes etmemek, cesaret ve fedakarlık… Kadının toplum içinde kendisine yüklenen görevlerini de düşünürsek, bilime adanan bir hayat çokça fedakarlık ve cesaret gerektiriyor. Bilim kadını, toplumun ondan beklediği görevleri de yerine getirirken pes etmeden çalışmalarına devam ediyor. Bu şekilde yetişen bir anne, teyze, hala da aynı ileri görüşlü bakış açısını çocuklara aşılayabiliyor.

    DR. ÖĞR. ÜYESİ BAŞAK UYGUN

    DR. ÖĞR. ÜYESİ B. UYGUN: Bence kadın olmak, her türlü konuya daha etraflı bakabilmek. Bilim konusunda da bu farklı değil. Yaptığımız çalışmaların toplumsal etkilerini düşünürken ya da çalışma ekibimizdeki çeşitlilik ve kapsayıcılık konularında kadınların, erkeklere göre daha avantajlı olduğunu düşünüyorum. Getirdiğimiz bakış açısıyla daha önce göze alınmamış ya da önemsenmemiş etkenleri ele alarak yenilikçi çözümler üretebiliyoruz.

    BİLİMSEL ÇALIŞMALAR VE ARAŞTIRMALARI DÜŞÜNDÜĞÜNÜZDE, GELECEKTE TÜRKİYE’Yİ NASIL BİR YERDE GÖRÜYORSUNUZ?

    DR. ÖĞR. ÜYESİ B. B. BAÇ: Türkiye’de genç nüfustan dolayı çok büyük potansiyel var. İyi yetişen gençler, her şeye rağmen kendini bilime adamış insanlar ve yaptıkları çalışmalar var. Doğru bilim politikaları ve imkanlarla Türkiye’nin de çeşitliliği benimseyerek ilerleyeceğini ümit ediyorum.

    DR. B. A. FAS : Türkiye şartlarında maddi imkanlar kısıtlı olsa bile, umuyorum ki zamanla tersine beyin göçü daha da artacak ve ülkesine geri dönen bilim insanları Amerika’da, Avrupa’da deneyimlediği ortamları Türkiye’de oluşturmak için bir araya gelecekler. Çünkü kimse kendi ülkesinde sevdiği işi yaparak, ailesi ve arkadaşları ile beraber hayatını geçirmek varken başka bir ülkede yaşamayı tercih etmez diye düşünüyorum. En azından ben bu yüzden geri döndüm.

    DR. N. TUĞCU: Çok umutluyum. Bilimin önemini pandemi esnasında bir kez daha, tartışılmaz biçimde anladık. Bunun etkilerinin dünyada olduğu gibi Türkiye’de de hissedileceğini düşünüyorum. Belki tekrar kendi aşımızı ülkemizde üretir hale geliriz. Türkiye, çok iyi öğretim kurumlarına, akademik kadroya ve bu kurumlardan yetişen çok yetenekli mezunlara sahip. Girişimleri destekleyerek, çok iyi yerlere geleceğimize inanıyorum.

    DR. ÖĞR. ÜYESİ B. UYGUN: Gençlerimizin merak duygularını köreltmeden, eleştirel düşünme ve çözüm üretebilme yeteneklerini canlı tutabildiğimiz sürece, Türkiye’nin bilimsel çalışmalarda başarılı olabileceğine inanıyorum. Akıllıca düzenlemiş devlet politikalarıyla üniversite ve bilim kurumlarına gerekli destek verilirse Türkiye bilim konusunda daha da ileriye gidebilir.

    “Bizler; Cumhuriyet’in aydınlık, ilerici ortamının yetiştirdiği kadınlarız. Bilimde kadının gücü, çeşitlilikten geliyor. Özgün buluşlar için çeşitliliğe ve her rengin temsiline ihtiyaç var. Erkek egemen, ataerkil toplumlarda bilimsel ilerleme bir yerde duraklıyor. Günümüzde bilim bireysel değil, farklı bilim dallarından birçok birikimi olan insanların getirdiği sinerji ile ortaya çıkıyor. Eğer bilimde ilerleme kaydetmek istiyorsak bilim yapacağımız ortamda, laboratuvar, okul ya da şirkette, her türlü çeşitliliğin ve kadınların desteklenmesine önem vermeye mecburuz.”

    “Türkiye şartlarında maddi imkanlar kısıtlı olsa bile, umuyorum ki zamanla tersine beyin göçü daha da artacak ve ülkesine geri dönen bilim insanları Amerika’da, Avrupa’da deneyimlediği ortamları Türkiye’de oluşturmak için bir araya gelecek.”

    “Bilimin önemini pandemi esnasında bir kez daha, tartışılmaz biçimde anladık. Bunun etkilerinin dünyada olduğu gibi Türkiye’de de hissedileceğini düşünüyorum. Belki tekrar kendi aşımızı ülkemizde üretir hale geliriz. Türkiye, çok iyi öğretim kurumlarına, akademik kadroya ve bu kurumlardan yetişen çok yetenekli mezunlara sahip. Girişimleri destekleyerek, çok iyi yerlere geleceğimize inanıyorum.”

    HAYALDEN GERÇEĞE UZANAN YOLUN MİMARI

    Şimdiye dek sektörle ilgili yazdıklarımız belki biraz üzücü, belki biraz umut kırıcıydı ama ülkemizde güzel şeyler de oluyor. Taşın altına elini koyarak, ARGE ve üretim çalışmalarını yürüten kişiler de var. Bu isimlerden biri de Arş. Ecz. Hatice Sarıyer. 70’li yıllarda eczacılıkla başladığı mesleki yolculuğunu 90’ların ortasında dermokozmetik ürünlerin ithalatıyla sürdüren Ecz. Sarıyer, AR-GE çalışmalarının meyvesini vermesi sonucu 2007’de Dermoskin markasıyla üretime başladı. Halen markanın AR-GE Müdürü olarak görev yapan Ecz. Sarıyer ile sektör üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

    “AR-GE’NİN ÖNEMİ GEÇ ANLAŞILDI”

    Ülkemizdeki ilaç ve dermokozmetik alanları düşünüldüğünde, gerek hammadde, gerekse mamul maddenin ağırlıklı olarak ithal edildiği görülüyor. Her ikisini de üretmek için güçlü AR-GE çalışmaları ve beraberinde güçlü kimya bilgisi gerektiğinin altını çizen Ecz. Sarıyer, “Maalesef ülkemizde AR-GE’ye çok geç önem verilmeye başlandı. AR-GE, adı üzerinde araştırma-geliştirme çalışmaları… Bütün bunları rahatlıkla yapabilmek için de zamana, araştırmaya ve bilgiye ihtiyaç oluyor” diyor. “Peki bir eczacı olarak sizi ARGE’ye yönlendiren, dermokozmetik alanında faaliyet gösteren bir yerli marka oluşturmanıza neden olan faktörler neler?” dediğimizde ise şunları anlatıyor: “Mezun olduktan sonra uzun yıllar eczane eczacılığını sürdürdüm. Eczanemde bulunan dermokozmetik diye tanımladığımız ürünlerin çok daha uygun fiyatlarla üretilebileceğini fark ediyordum. Laboratuvarımda, ispatlanmış hammaddelerle yaptığım çalışmalarda, bunları ülkemizde üreterek hayata geçirmenin daha doğru bir yol olacağını fark ettim. Bu konudaki kararlılığım, oğlumun da desteğiyle Dermoskin markasının hayata geçmesinde önem kazandı. Tüm ürünlerimin formülasyon çalışmalarına başlamadan önce etken maddeleri belirlerken elimden geldiğince ulaşabildiğim, daha çok üniversitelerin veri tabanlarında yer alan literatür çalışmaları benim için yol haritası oldu. Daha sonra İstanbul Teknopark’taki AR-GE Merkezi’ndeki çalışmalarım her geçen gün daha da gelişmemi ve yaptığım çalışmaları daha başarılı sürdürmemi sağladı.”

    ECZ. HATİCE SARIYER

    MESLEKTAŞLARININ DESTEĞİNİ ALDI

    Elbette ki yol arkadaşları, destekçileri de oldu bu yolda Hatice Sarıyer’in. Markasını tanıtırken en büyük desteği dermatologlardan ve eczacı meslektaşlarından gördüğünü belirten Ecz. Sarıyer, markanın tüketici tarafından tercih edilmesi sırasında yaşadığı zorluklardan en önemlisinin ise yerli ürün etiketi olduğuna dikkat çekiyor: “Özen gösterilmeden üretilen bazı yerli ürünler, tüketicinin beklentisini karşılamayarak, güvenini sarsmıştı. Markamızın, üretimden tüketiciye kadar uzanan yolda toplam kaliteye çok önem vermesi ise tüketicinin güvenini kazanmasına yardımcı oldu. Bence ithal ya da pahalı olan iyidir algısı da son dönemlerde azalmaya başladı. Tüketici artık bilinçli olarak beklentisini karşılayan ürünler tercih ediyor. Markamızın tercih edilme nedeni de bu yönde oldu.” Dermokozmetik alanında uzun yıllardır etkin rol oynayan Ecz. Hatice Sarıyer, ürün kullanımına ilişkin önemli bir ipucunu da bizlerle paylaşıyor: “Dermokozmetik ürünü kullanmadan önce cildin uygun temizleyici ile temizlenmesi, kullanılacak ürününün temiz cilde uygulaması büyük önem taşıyor. Öte yandan her cilt tipi farklı olduğundan, kendi cilt tipinize uygun olan ürünü tercih etmeniz gerekiyor.”

    “İLK TERCİHİNİZ ECZANE AÇMAK OLMASIN!”

    Sektörünün müteşebbis isimlerinden biri olan Ecz. Hatice Sarıyer, önayak olduğu bu yolda ilerleyen ya da adım atmak isteyen meslektaşlarına şu önerilerde bulunuyor: “Ben genç meslektaşlarımla eczacılık fakültelerinde yaptığım toplantılarda ve son zamanlarda onlarla yaptığım çevrimiçi görüşmelerde, mezun olduklarında ilk tercihin eczane açmak olmadığını, büyük AR-GE merkezlerinde bulunan kuluçka merkezlerinde geliştirecekleri çalışmalarında ağırlıklı olarak hammaddeye önem vermelerini öneriyorum. Çünkü yaptığımız tüm formülasyonlardaki hammaddelerin büyük bir bölümü ithal ediliyor.”

    “Genç meslektaşlarıma mezun olduklarında ilk tercihin eczane açmak olmadığını, büyük AR-GE merkezlerinde bulunan kuluçka merkezlerinde geliştirecekleri çalışmalarında ağırlıklı olarak hammaddeye önem vermelerini öneriyorum.”

    İLGİLİ İÇERİKLER



    CEVAP VER

    Lütfen yorumunuzu giriniz!
    Lütfen isminizi buraya giriniz