Diğer
    Ana SayfaSağlıkCovid-19'a ilişkin en çok merak edilen 10 soru ve yanıtı

    Covid-19’a ilişkin en çok merak edilen 10 soru ve yanıtı

    -

    Yaklaşık 1,5 yıldır COVID-19 hakkında birçok haber yazılıp çiziliyor. Ancak dünya için yepyeni bir virüs olan koronavirüs hakkındaki bilgilerin azlığı ve her geçen gün yeni bir bilginin saptanması, kendimizi sürekli güncelleme ihtiyacını da beraberinde getiriyor. Biz de buradan hareketle, COVID-19 ve pandemiye ilişkin en çok merak edilen 10 sorunun yanıtını, Acıbadem Taksim Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Çağrı Büke’den öğrendik.

    Yazı: Ayşegül Uyanık Örnekal

    1. COVID-19’A KARŞI KENDİMİZİ VE AİLEMİZİ KORUMAK İÇİN NE TÜR ÖNLEMLER ALMAMIZ GEREKİYOR?

    Bunun için alınması gereken önlemlerin en başında COVID-19 aşısını yaptırmak geliyor. Aşı sayesinde COVID-19’a karşı hem etkin bir korunma sağlanabiliyor, hem de başkasına bulaşması tamamen önlenemese de belirli oranda azaltılabiliyor. Günümüzde de önemi büyük oranda devam eden kurallar ve bunlara uyum da korunmada kilit rol oynuyor. Bunlar; önümüzdeki, arkamızdaki ve yanımızdaki kişiler ile olan mesafenin (1,8 m) korunması, her tür kapalı ortamda ve zorunlu nedenlere bağlı olarak açık ortamlarda mesafe kuralına uyulamayacağı durumda maske kullanımı, maskenin gerektiği durumlarda değiştirilmesi, kapalı ve kötü havalandırılan ortamlarda zorunlu haller dışında bulunulmaması, mümkünse kalabalık ortamda bulunulmaması, kapalı ortamların sıkça, saatte bir 5-10 dakika süreyle, okul sınıflarının ise 20-25 dakikada bir havalandırılması, kirli ve enfekte olduğu düşünülen eşya, araç-gereçlere temas durumunda sabun ve suyla gerektiği biçimde ellerin yıkanması, bu imkan yoksa el dezenfektanıyla ellerin gerektiği biçimde temizlenmesi, aksırma durumunda ağız ve burnun kağıt peçeteyle kapatılmasını takiben peçetenin çöp kovasına atılması, aile bireylerinden herhangi birinde yakınma ortaya çıktığında test yapılması ve test sonucu çıkıncaya kadar karantina önlemlerinin uygulanması olarak sıralanabiliyor.

    - Advertisement -

    2. BAĞIŞIKLIĞIMIZI GÜÇLENDİRMEK İÇİN VİTAMİN-MİNERAL TAKVİYELERİNE NE ÖLÇÜDE İHTİYACIMIZ VAR?

    Bağışıklık sisteminin, enfeksiyon hastalıklarına karşı koymada önemli role sahip oldukları biliniyor. Bazı vitamin ve mineraller, antioksidan ve bağışıklık sistemi hücrelerinin olgunlaşmalarını destekleyici özellik gösteriyor. Vitamin ve minerallerin, COVID-19 etkeni SARS-CoV2 üzerine etkilerine ilişkin çalışmalar ve bunların sonuçları elde mevcut olmakla birlikte, veriler henüz kesin bir fikir birliği oluşturacak düzeyde değil. Ancak bugüne kadar çok çeşitli bakteriyel ve viral enfeksiyon etkenleri üzerinde yapılmış çalışmalarda, vitamin ve minerallerin etkinliklerine ilişkin bilimsel kanıtlar bulunuyor. Vitamin ve minerallerin genel anlamda enfeksiyon etkeni mikroorganizmalara ve bunların SARS-CoV2 üzerine muhtemel etkileri özetlenecek olursa;

    • A vitamini, vücutta antiviral özelliğe sahip interferon adı verilen maddenin salınımında rol oynayarak,
    • B vitaminleri (B1, B2, B3, B6, B9, B12); genel olarak vücutta hücrelerin normal fizyolojik fonksiyonlarını yerine getirerek, kimisi bağışıklık sistemi hücrelerini aktive ederek, kimisi de çeşitli proenflamatuvar sitokinlerin salınımını azaltarak,
    • C vitamini; interferon-alfa üretimini artırarak, sitokin salınımını düzenleyerek, endotel hasarını gidererek, antioksidan özellik göstererek,
    • D vitamini; bağışıklık sistemi hücre fonksiyonlarının sürdürülebilmesine yardımcı olarak ve glutatyon salınımını artırarak, antienflamatuvar ve antioksidan etki göstererek,
    • E vitamini, bağışıklık sistemi hücre fonksiyonlarının sürdürülebilmesine yardımcı olarak,
    • K vitamini ise tromboz oluşumunu önleyerek etkili olabiliyor.

    Elementler açısından bakıldığında ise çalışmalar; magnezyum, çinko, demir, selenyum gibi minerallerin bağışıklık sistemini aktive ederek ya da virüs çoğalmasını baskılayarak etkili olabileceğini gösteriyor. Sonuç olarak, vitamin-mineral takviyelerini kullanırken bazılarının vücutta yüksek dozlarda kullanıldıklarında birikim oluşturarak yan etkiye yol açabileceğinin göz ardı edilmemesi gerekiyor. Bunların bağışıklık sistemi üzerinde kısmen de olsa etki edebildiği göz önüne alındığında ise öneriler doğrultusunda kullanılması önem taşıyor. Öte yandan, besinlerle vitamin ve mineralleri vücuda almak mümkün olmakla birlikte, bunların yeterli miktarlarda alınıp alınmadığını belirlemek ancak değerlerini ölçerek mümkün oluyor. Dolayısıyla normal beslenmeyle değerleri normal düzeylerin altında ise bunların ek olarak alınması, özellikle de bir kısmının kullanımı sırasında kan değerlerinin kontrolü gerekiyor.


    “Maskeyle birlikteliğimizin, pandemi kontrol altına alınıncaya kadar devam edeceğini söyleyebilirim.”

    3. PANDEMİNİN BAŞINDAN BU YANA SÖZÜ EDİLEN SÜRÜ BAĞIŞIKLIĞI İLE İLGİLİ NELER SÖYLEYEBİLİRSİNİZ?

    Enfeksiyon hastalıklarında toplumsal bağışıklıkla; hastalığı geçirerek ya da aşıyla yeterli düzeyde ve toplumun büyük bir kısmında nötralizan antikor oluşumunu sağlamak, böylelikle hastalanmamak ve hastalığı başkalarına bulaştırmamak amaçlanıyor. Pandeminin ilk başında ortaya çıkan orijinal virüs ile şu dönemde en yaygın hale gelen delta varyantı arasında hem bulaştırıcılık, hem hastalığın ağır seyretmesi, hem de mevcut antikorların etkilerinden kısmen de olsa kendisini koruyabilmesi durumları nedeniyle farklılıklar bulunuyor. Dolayısıyla pandeminin kontrol altına alınabilmesi için toplumların ya da genel olarak dünya nüfusunun başlangıçta yüzde 60’lar düzeyinde bağışıklığa ulaşması gerekliliğinden söz edilirken, günümüzde delta varyantı nedeniyle bu oran yüzde 80 ve hatta daha üstü olarak vurgulanıyor. Sürü bağışıklığının sağlanabilmesi için en önemli koşul, kişilerde hızla ve yüksek oranda nötralizan antikor oluşmasının sağlanması. Bu da hastalığı geçirerek veya aşılanarak mümkün oluyor. COVID-19’da hastalığı geçirenlerde ya da aşılananlarda nötralizan antikorlar ile bunların koruyucu etkileri uzun süreli değil. Bugünkü bilimsel veriler, bu sürenin en az üç ay, en fazla altı ya da sekiz ay kadar olduğunu ortaya koyuyor. Bu da hastalığı geçirenlerin bir süre sonra yeniden hastalığa yakalanması veya aşılanan kişilere bir süre sonra tekrar dozlar yapılmasına gereksinim anlamına geliyor. Halbuki hızla, kısa süre içinde dünya nüfusunun yüzde 80’ine yakın oranda bir nötralizan antikor oluşumuna ulaşılabilse, ki bu durum şu an için ancak aşılarla mümkün olabilir, virüs hastalık oluşturmayacağından ve kişiler arasında bulaşma belirgin azalacağından pandemi kontrol altına alınabilir hatta sonlanabilir.

    4. SİZCE MASKELERLE BİRLİKTELİĞİMİZ NE KADAR DEVAM EDER?

    Maskeli yaşam gerçekten çok zor. Aradan 1,5 yıl gibi bir süre geçmesine karşın maske kullanımı, mesafe ve el temizliği ile birlikte halen en önemli korunma yöntemlerimizden biri. Pandeminin nasıl sona erdirilebileceği konusunda görüşlerimi belirttiğim için maskeyle birlikteliğimizin, pandemi kontrol altına alınıncaya kadar devam edeceğini söyleyebilirim.


    “SARS-CoV2’de bugüne kadar gelişen varyantlar; bulaştırıcılığın artmasına, hastalığın daha ağır seyretmesine, gerek hastalığa bağlı gerekse aşı kaynaklı oluşan antikorlardan virüsün daha az etkilenir hale dönüşmesine neden oluyor.”

    5. İNAKTİF AŞI İLE mRNA TABANLI AŞI ARASINDAKİ FARKLAR NELER?

    Günümüzde COVID-19’un kontrolünü sağlamada, pandeminin sonlandırılmasında aşılardan bahsedilirken, söz konusu aşıların yüksek etkinlikte olmasına da vurgu yapılıyor. Yüksek etkinlikte aşı denildiğinde genel olarak; güçlü sıvısal bağışık yanıt (nötralizan antikor) oluşturan, hücresel bağışık yanıt hücrelerini (T lenfositler) etkin biçimde uyaran, bu etkileri uzun zaman sürdüren, hemen her yaş grubuna karşı yüksek etkinlik sağlayan, altta kronik hastalığı olan kişilerde de yeterli koruyuculuğu oluşturabilen, hem yeni ortaya çıkan hem de olası yeni varyantlara karşı etkili olabilen aşı anlaşılıyor. Bu açıdan bakıldığında hangi mikroorganizma, aşıların nerede, nasıl ve hangi ülkede üretildiklerinden bağımsız olarak, inaktif aşıların etkinliği konusunda, bugüne kadar diğer pek çok aşı nedeniyle belirli bir bilgi birikimi bulunuyor. İnaktif aşılar; güçlü hücresel bağışık sistemini uyaramaz, her yaş grubunda aynı ve etkili nötralizan antikor gelişimine de neden olmaz, altta bağışıklık sistemini baskılayan hastalığı olanlarda oluşturdukları koruyucu etkinlik yüksek olmayabilir. mRNA aşılar ise ilk defa COVID-19 nedeniyle kullanıma giren ve bugüne kadar ortaya konulan bilimsel veriler ışığında inaktif aşılara göre, sayılan özellikler nedeniyle çok daha etkili oldukları görülen aşılar. Ancak bugüne kadar tüm aşılarda olduğu gibi mRNA aşılarının da yüzde 100 koruyuculuğu yok.

    6. AŞI NEDEN ÖNEMLİ?

    Pandemiden çıkışın anahtarı, bir yerden bir yere ulaşımın son derece kolay ve hızlı olduğu günümüzde dünya nüfusunun en az yüzde 80’inde hızla ve kısa sürede nötralizan antikor oluşumunun sağlanması. İki ay gibi kısa bir süre sonra ikinci yılına ulaşılacak COVID-19’da bilindiği kadarıyla hastalığı geçirenlerin oranı, dünya nüfusunun yalnızca 32’de biri. Dolayısıyla sadece hastalığı geçirerek antikor oluşumuna istenilen düzeyde ve sürede ulaşılması mümkün değil. Bunun tek yolu, kısa sürede yaklaşık 5,6 milyar kişinin aşılanması. Hastalığın aşı ile önlenmesi sadece pandeminin kontrolünü sağlamakla kalmayacak, aynı zamanda COVID-19 nedeniyle yaşamını kaybedenlerin sayısını çok yüksek oranda azaltacak. Bilimsel veriler ise günümüzde hastalığa yakalananların ve hastalık nedeniyle hayatını kaybedenlerin büyük oranda aşılanmamış kişiler olduğunu ortaya koyuyor.

    7. 12 YAŞA KADAR İNEN AŞILANMA YAŞININ DAHA DA DÜŞECEĞİNİ DÜŞÜNÜYOR MUSUNUZ?

    Bu konuyla ilgili çalışmalara başlandı. Elde edilecek sonuçlara göre, 12 yaşın altındaki çocuklara yönelik aşılara ilişkin karar verilecek. Hastalığın gerek yeni varyantların özellikleri, gerekse aşılanmamış çocuklarda hastalığın eskisine oranla daha sık görülmeye başlanması nedeniyle, daha küçük yaş grubuna da aşının gerekeceğini düşünüyorum.

    8. ÖZELLİKLE AŞI SONRASI MASKE KONUSUNDA GEVŞEME OLDUĞU DÜŞÜNÜLÜYOR. AŞI HER ŞEYE KARŞI KORUYUCU OLABİLİR Mİ?

    Aşının her şeye karşı koruyucu olmadığı, ne maske ve mesafenin aşının yerini alabileceği ne de aşının maske ve mesafe kuralının yerine geçebileceği yaşanarak görüldü. Zira aşılanma sonrası maske kullanmayı gevşeten, bırakan toplumlarda hastalığın görülme sıklığının artması bunun en çarpıcı örneklerinden biri.

    9. HASTANE DIŞINDA COVID-19’UN SAPTANMASINA VE ANTİKOR OLUŞUMUNA İLİŞKİN TESTLERİN GÜVENİRLİĞİ NEDİR?

    COVID-19 tanısında ve takibinde çeşitli dönemlerde çeşitli testler kullanılıyor. Bunlardan hızlı antijen testi ve PCR, virüsle karşılaşan kişilerde semptom olsun olmasın virüsün bulaşıp bulaşmadığını ortaya koyuyor. Hızlı antijen testi ve PCR, burun ve boğazdan özel pamuklu bir çubukla alınıyor. Hızlı antijen testi genellikle 15-20 dakikada sonuç veriyor. Testin pozitif sonuç vermesi tanı koydurucu oluyor. Buna karşın negatif sonuç COVID-19 tanısını dışlamıyor. PCR testi ise daha yüksek duyarlılık ve özgüllükteki test olup, işlem başladıktan yaklaşık altı saat sonra sonuç alınabiliyor. Güvenirliği yüzde 95 olarak belirtiliyor. Antikor testleri ise hastalığı geçiren kişilerde, yakınmalar başladıktan yaklaşık iki hafta sonra saptanmaya başlanıyor. Bu test, kişinin kanı alınarak yapılıyor. Hastalığı geçirmediği halde aşılanan kişilerde de antikor testleri pozitif saptanabiliyor. Günümüzde antikor saptanan kişide bu antikorların hastalığı geçirerek mi, yoksa aşıyla mı oluştuğunu ayırmak mümkün değil. Oluşan antikor düzeyleri kişiden kişiye farklı olabildiği gibi, kan örneğinin ne zaman alındığı da antikor düzeyini belirleyen bir diğer faktör oluyor.

    10. EĞİTİM-ÖĞRETİM KURUMLARININ AÇILMASININ SALGIN SÜRECİNİ NASIL ETKİLEYECEĞİNİ DÜŞÜNÜYORSUNUZ?

    COVID-19 etkeni SARS-CoV2’nin en başından beri kişiden kişiye ve sonraki süreçlerde de ortamdan kişiye nasıl bulaştığı biliniyor. Hele de günümüzde yaygın tür olan delta varyantının bulaştırıcılığının daha yüksek olduğu göz önüne alındığında, virüsün bulaşmama olasılığından bahsetmek mümkün değil. Nitekim eğitim-öğretimin başlaması ile birlikte vakaların görülmeye başlandığı ve sınıfların kapatıldığı da bir gerçek. Özellikle sonbahar ve kış aylarıyla birlikte, kapalı ortamlarda daha uzun süre bir arada olunması ile vaka sayılarında sadece eğitim-öğretim kurumlarından değil, diğer pek çok ortamdan kaynaklı vaka sayılarında artış söz konusu olabilecek. Sonuç olarak, kapalı alanlarda daha uzun süre kalmaya başlanmadan yani havalar iyice soğumadan aşılanmaya hız vermek, hastalığın ve hastalığa bağlı yaşam kayıplarının görülme sıklığının azalmasına olumlu katkı sağlayacaktır.



    CEVAP VER

    Lütfen yorumunuzu giriniz!
    Lütfen isminizi buraya giriniz