Aslında mümkün… Sağlıklı ve dengeli beslenerek, düzenli egzersiz yaparak, iyi uyuyarak, stresten uzak durarak hastalanmayacağımızı hepimiz biliyoruz. Gelin görün ki bildiğimiz onlarca şeyi hayatımıza adapte etmekte zorlanıyoruz. Anesteziyoloji ve Reanimasyon uzmanı olan, şifanın ancak hastalara bütüncül yaklaşarak sağlanabileceğine inanarak birçok alanda eğitim alan Dr. Ender Vardar’a sorduk: Bildiklerimizi nasıl hayatımızın parçası haline getireceğiz?
Sizin hikayeniz nedir? Neden tamamlayıcı tıbbı seçtiniz?
Yoğun bakım anestezi uzmanıyım ve çok ağır hastalıkların tedavisi ile uğraşıyoruz. Bizim en çok zorlandığımız kısım, hasta yakınları ile konuşmaktır. Onlar hep iyi haberleri duymak ister ve eğer hasta hakkında olumsuz gelişmelerden bahsetmek zorunda kalırsak hep şöyle cümleler duyarız: “Keşke sigara içmeseydi, keşke alkolü bıraksaydı, keşke kendine daha iyi baksaydı…” Bu keşkeleri ortadan kaldırmanın bir yolu olmalı diye düşünürdüm. Bunun yanı sıra kendi deneyimlerim de oldu. Asistanlığım döneminde anestezi cihazlarından sızan gazlar nedeniyle karaciğerimdeki enzimlerin normalin sekiz katına çıktığı anlaşıldı. Bütün tedavilere rağmen uzun süre iyileşemedim.
Bu süreçte fitoterapi yani bitkilerle tedaviye ilgi duymaya başladım. Karaciğer hücrelerini iyileştiren silmarin maddesini içeren bir bitki keşfettim ve onunla iyileştim. O zaman bize öğretilen tıbbın dışında bir tıp daha olduğunu, hastalıkları tedavi etmenin yanı sıra onlardan korunmanın da önem taşıdığını fark ettim. Diğer yandan psikoloji okudum, hipnoz eğitimleri de aldım. Batı tıbbını reddetmiyorum, her şeyi bitkilerle tedavi etmenin mümkün olduğunu da düşünmüyorum. Bütüncül tıp anlayışı ile hem modern tıbbın tanı ve tedavi yöntemlerini kullanmayı hem de bilimselliği kanıtlanmış akupunktur, hipnoterapi, psikoterapi, yaratıcı imgelem, homeopati, fitoterapi gibi yöntemleri kullanarak hastalıkların önlenebileceğini, daha faydalı ve yan etkisiz tedaviler gerçekleştirilebileceğini düşünüyorum.
DENGELİ BESLENMEK NEDİR?
Çok basit; her besin grubundan tüketeceğiz ama dengeyi bozmayacağız. Suyu örnek verelim; günde iki-üç litre su içmek faydalıdır. Hiç içmezseniz böbreklerinize zarar verirsiniz. Günde altı litre içerseniz su komasına girersiniz. Besinlerde de durum böyle… Günde üç kilogram karbonhidrat yerseniz dengesiz beslenmiş olursunuz; yanına protein de koymanız gerekir. Besinleri kabaca beş gruba ayırabiliriz: Karbonhidrat, protein, yağ, vitamin ve mineraller… Ve çocuklarımıza daha ilkokuldayken bunların ne olduğunu öğretmeliyiz. Bugün 40 yaşındaki bir insan halen doktoruna sağlıklı yağlar hangileri diye sormamalı. Özel durumlar dışında herkesin bu besin gruplarını ve porsiyonlarını dengeli tutarak beslenmesi gerekiyor.
Neden hastalanıyoruz?
Hücrelerimiz gerektiği besini alamaz ve atıkları atamazsa hastalanıyoruz. Şöyle düşünün; otomobile benzin koyuyorsunuz ama çamurlu… Yağını koymadınız, üstelik egzozu da tıkadınız. Sonunda ne olur, motor yanar… İnsan vücudunda da durum aynı. Bizim en basit yapımız hücrelerimiz. Bu hücrelerin benzine yani besine ihtiyacı var. O besin maddelerinin hepsini almalı ve atıkları atabilmeliyiz. Hücrelerin arasında bir mesafe var. Bu mesafe toksinlerle, zehirli maddelerle tıkalıysa, atıklar atılamıyor, besin maddeleri de hücreye giremiyor ve sonunda hücre ölüyor. Ölmemek için de son bir gayret ile çoğalıyor. Bölünemezse çöküyoruz. Bazen de kötü bölünüyor ve kanserleşiyor. Kanser hücresi ise ilkel bir hücre. Her hücrenin bir görevi var. Örneğin akciğer hücresi nefes alıp vermeyi sağlıyor. Ancak bu hücre “Ben bütün yemeği yerim ama çalışmam” diyor. Bütün besini alıyor ve yayılıyor. Bunları önleyebilmek için tıpkı vücudumuzun dışını temizlediğimiz gibi içini de temizlememiz gerekiyor. Atıkları vücuttan atabilmemiz için öncelikle yeterince su içmemiz gerekiyor. Dengeli beslenir, iyi uyur, hem bedeninizi hem de ruhunuzu temizlerseniz hastalanmadan yaşayabilirsiniz.
Devamı diğer sayfada