Biorezonans ile tedavi ülkemizde yeni yeni konuşulmaya başlandı. Birçok kişi başvurmak istiyor ama tam olarak da güvenemiyor. Biorezonans’ın ne olduğunu ve ne olmadığını konunun uzmanına sorduk.
Tıpkı teknolojik cihazlar gibi vücudumuzdaki tüm organların da yaydığı elektromanyetik frekanslar var; tek fark vücudumuzdaki frekansların şiddetinin çok daha düşük olması… Hastalıklı organlara onların yaydıkları frekansların tam aksi yönde frekans yollayarak hastalıklarla savaşma yöntemine “biorezonans tedavisi” deniliyor. Avrupa’da doğal tıp metodu olarak 30 yılı aşkın süredir kullanılan bu yöntemin detaylarını Türkiye’de yedi yıldır uygulayan Aile Hekimi ve Biorezonans Uzmanı Dr. Sinan Akkurt ile konuştuk.
Biorezonans, son yıllarda popülerliği gittikçe artan aynı zamanda da üzerinde birçok tartışmanın sürdüğü bir tedavi yöntemi… Dr. Sinan Akkurt, biorezonansın şu anki durumunu akupunkturun ilk ortaya çıktığı yıllara benzetiyor ve “Dünyada eski, ülkemizde ise çok daha yeni olan bu yöntemle ilgili olumlu sonuçlar birçok tıp doktorunun bu yönteme sıcak bakması sonucunu doğuruyor” diyor.
Çalışmalarını İzmir’de sürdüren ve şu günlerde İstanbul’da da hizmet vermeye başlayan Dr. Akkurt, biorezonans ile tanışmasının tamamen tesadüf eseri olduğunu söylüyor ve yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “Bir ilaç firmasının temsilcisi sigarayı biorezonans yöntemi ile bıraktığını söyledi. Ben ilgilenince cihazla ilgili broşürleri gönderdiler. Hoşuma gitti, kendi muayenehaneme cihazı aldım, kullanmaya başladım ama çok da ciddiye almıyordum. O dönemlerde ıhlamur içerek gribi tedavi etmeye çalışanları reddeden bir hekimdim üstelik. Modern tıbbı savunuyordum. Diğer taraftan Almanya’dan kulağımıza gelen mucizevi sonuçlar oluyordu. Biorezonans ile tanıştıktan bir ay sonra, önce 32 haftalık hamile olan kız kardeşimde meme kanseri, üç ay sonra annemde karın zarı kanseri teşhis edildi. Ege Üniversitesi Hastanesi’ndeki hocam annem için altı ay yaşam süresi verdi. O an doktor kimliğinden çıkıp bir hasta yakını olarak ‘Eyvah’ dedim. Ardından sakin olmam gerektiğini, bu yaşananların bir mesaj olduğunu düşündüm. Ve biorezonans ile ilgili pozisyonum bu olaylardan sonra netleşti.”
Bu metotla kanser hastalarında çalışan olmadığı o günlerde hem annesinin hem kız kardeşinin tedavisine başladığını belirten Dr. Akkurt devam ediyor: “Kız kardeşim doğum yapana kadar kanser tedavisi almadı. Kanserli memesi o kadar büyümüştü ki hocam cerrahiden önce onu küçültmek gerektiğini söyledi ve kemoterapi uygulandı. Bu arada ben de altı ay biorezonans tedavisi yaptım. Altıncı kemoterapi küründen sonra ameliyat yapıldı, alınan dokular patolojiye gönderildi ve kanserli hiç doku kalmadığı görüldü. Annemde ise kanserin türünden dolayı kemoterapiyi devlet ödemiyordu, gereksiz masraf görülüyordu. Biorezonans tedavisine başladı ve aradan altı ay geçti annem hayattaydı. Ardından tüm riskleri ortadan kaldırmak için cerrahi tedavi de oldu, yumurtalıkları, rahmi alındı ve o günden bugüne, beş yıldır sağlıklı bir şekilde hayatta.”
Dr. Sinan Akkurt’un hikayesi çok umut verici olsa da acaba biorezonans tedavisi her kanser hastasında aynı mucizevi sonucu verir mi, diye sormamak mümkün değil. Bu soruyu yönelttiğimiz Dr. Akkurt şöyle yanıt veriyor: “Bu anlattıklarım benim bu işi yapmaya karar verdiğim noktadır. Tıpta kimseye yüzde 100 garanti veremezsiniz ama biorezonansta kanser vakalarına ağırlık verdiğimde gördüm ki yaşam süreleri veya tam iyileşmeleri istatistiklerin üstünde gidiyor. Bu metodun yan etkisi yok, aksine kemoterapi veya radyoterapinin yan etkilerini azaltmaya yardımcı oluyor. Bence, iki tedaviyi bir arada kullandığınızda bir sinerji yaratıyorsunuz.”
Biorezonans nasıl etki ediyor?
“Rezonans” titreşim demek ve hücrelerin de etraflarına yaydığı titreşimler var. Biorezonans da insanların hücrelerinin titreşimini ifade ediyor. Klasik tıp insana biyokimya üzerinden yaklaşırken “biorezonans”, biyofizik üzerinden bakıyor. Böyle bakıldığında her organın ve her hücrenin birbirinden farklı frekansları olduğu görülüyor. Dr. Akkurt, “İnsan vücut hücrelerinin frekansı belli aralıklarda ve hücrenin yapısı bozulursa yani hastalanırsa frekans bozuluyor. Bu bozuk frekansları da biorezonans cihazı ile tespit edebiliyoruz. İşte biz frekansları kontrol edebilirsek, hatta benzerlerini de üretebilirsek, vücudun yapısına uygun tedavi verebiliriz” diyor.
Biorezonans Avrupa’da 30 yıldan fazladır kullanıldığı için tüm kanser hücrelerinin frekanslarının yanı sıra en çok görülen maddelerin biyofiziksel frekansları da tespit ve dijitalize edilmiş durumda. Dolayısıyla şu an 6 bin 400 maddelik bir “test kiti” bulunuyor. Her hastalığın frekansı belli olduğu için kan üzerinde bu frekans tespit edildiğinde sonuca ulaşılıyor. Tıpkı kan şekeri düzeyine kanda bakmak gibi…