Çocukluk yıllarındaki ailenin oynak küçük kızı sıfatını, bugünün otoriter iş kadınına gururla taşıyan birçok kadın eril enerjisinin altında tükeniyor. Oysa yeri geldiğinde eril enerjiyi öne çıkarıp, yeri geldiğinde de dişil yönlerini hatta Afrodit’liğini göstererek yaşama devam etmek herkes için çok daha tatminkar bir hayat sürmeye olanak sağlıyor.
Hazırlayan: Ayşegül Uyanık Örnekal
Erilden dişile hatta Afrodit’e! Gülen Gündüz Yılmaz’ın yeni kitabı tam da bu konuyu içeriyor. Modern dünyanın vazgeçilmezi olan iş hayatındaki kadınlar, erkek egemen toplumda başarılı olmak için eril tarafla özdeşleşmek durumunda kalıyor. Peki bunun hayatımıza ne etkisi oluyor dersiniz? Bu soruyu, “Kendi özümüzü yaşamamamız” olarak yanıtlayan Yılmaz, şöyle devam ediyor: “Yaklaşık 20 yıl bilgi teknolojileri sektöründe çalıştıktan sonra ayrılıp koçluk ve eğitmenlik yaptığımda da durmadan koşmaya devam ettim. Kurumsal hayatta deli gibi yaptığım seyahatler, aldığım elbiseler, çantalar, eğlenceler ve yemeklerle dolduramadığım bu boşluk, kurumsal hayatı bırakınca da dolmadı. Ve tabii evliliğimde de dişil olmamamın etkilerini yaşadım. İlişkilerde kadın dişil tarafıyla olmadığında, erkek de eril tarafıyla olamıyor. Kutup olmayınca tutku kalamıyor. Halbuki o tutku, o aşk bizim yaşam kaynağımız. En iyi ihtimalle iki kanka olarak evlilikleri devam ettiriyoruz.” Dişil özüyle buluşma yolculuğunun Afrodit eğitimleriyle başlayıp, bu kitapla devam ettiğini belirten Gülen Gündüz Yılmaz’la eril ve dişil enerjilerden Afrodit dönüşümüne, yaşamdaki eksikliklerden önerilere dek birçok farklı konuyu görüştük.
Hemen her kadının doğuştan gelen dişil enerjisinin yıllar içinde erile dönüşümü nasıl oluyor?
Dişil enerjinin nasıl bir şey olduğunu kız çocuklarına bakarak anlayabilirsiniz. Kendilerinden geçerek dans ederler, neşeyle şarkı söylerler. Aynaya baktıklarında kendilerini güzel bulurlar. Duygularını saklamadan yaşarlar. Yürüyüşe gidersiniz ama onlar parkuru bitirmeye değil, yoldan çıkıp meşe palamutlarını keşfetmeye uğraşır. Sonra ne olur? O kız çocuğundan duygularını bastırması istenir. Okul hayatında okudukça matematik, fizik bilmenin kıymetli; dans etmenin, şarkı söylemenin boş işler olduğu öğretilir. Sezgilerini, bedenini dinlemeyi bırakıp salt rasyonel düşünmesi önerilir. Sonra iş hayatında giderek daha da erilleşiriz. Üstelik “Aman ya kadın işte, duygusal” damgası yaşamamak için erkeklerden daha erkek olmamız gerekir. Eril özelliklerimizi geliştirmek kesinlikle kötü değil, aksine çok önemli. Ben bu konuya hep vurgu yapıyorum. Erilini geliştirmeyen kadının modern hayatta sağlıklı dişil geliştirmesi çok zor oluyor. Daha bağımlı bir dişil geliştiriyor. Sorun; erili geliştirirken içimizdeki dişil tarafı, özellikle de içimizdeki Afrodit’i bastırmamız. Oysa o bizim yaşam kaynağımız!
Erilden Afrodit’e dönüşmek zor mu? Her kadın içindeki potansiyeli kolayca ortaya çıkarabilir mi?
Eril tarafımızı korurken, Afrodit’imizi de ortaya çıkarmamız gerekiyor çünkü iki taraf da önemli. Afrodit’i çıkarmak hem kolay hem de zor. Kolay kısmı, zaten kadının özünde olmasından! Bu konuyla ilgili olarak en sık “Benden de Afrodit çıkar mı?” sorusuyla karşılaşıyorum. Elbette, düşünün küçük bir kız çocuğu iken nasıldınız? O günleri hatırladığınızda, içinizdeki potansiyeli de anlarsınız. “Peki potansiyeli çıkarmanın zorlukları yok mu?” derseniz… “Bu kadar koşturma içinde eril bir şekilde koştururken nasıl dişil tarafa geçeceğim?”, “Yolculuğa eril hedef olarak nasıl bakılır?”, “Gerek kişisel, gerekse kolektif bilinç dışımızda dişilik ile ilgili türlü negatif kodlarla nasıl savaşacağız?” Tüm bu sorulara da cevap vermek gerekiyor. Bu soruların cevaplarına ve incelikli noktalarına kitabımda yer verdim. Tavsiyem ise erilin cefayla, dişilin de sefayla geliştiğinin unutulmaması…
Bu aşamada kişinin ihtiyacı olan, onu harekete geçiren nedir? Bir duygu, bir kişi, bir olay…
Çoğu kadın için erkeklerle olan ilişkisi tetikleyici oluyor. Bazılarımız aynı profilde erkeklerle aslında hiç de mutlu olmadığımız ilişkiler yaşıyoruz. Issız Adam’larla mesela… Çalışmayan ya da türlü problemleri olan ve kurtarmaya çalıştığımız erkeklerle bazen de! Bazılarımız da aşkın ve cinselliğin unutulduğu evlilikler yaşıyoruz. Ortak noktamız, erkeklerin yeterinde güçlü ya da iyi olmadığından şikayet etmemiz… “Evin kadını ben miyim, o mu belli değil” diyoruz. Hayatımızdaki erkeklerin dişil olmasının, bizim eril olmamızla ilgisini görebildiğimizde yolculuk başlıyor genelde.
Kendi yaşam örneğinizden yola çıkarak, bazı mesleklerin kadınları daha yoğun şekilde eril enerjiye yönlendirdiğini anlatıyorsunuz. Bu tersine çevrilebilir mi? Örneğin, şantiyede başında baretiyle ustalarla görüşen bir mimar ya da mühendisin de dişil enerjisinden vazgeçmeden yaşaması mümkün mü?
Kesinlikle mümkün! Peki nasıl olacak derseniz… Birincisi, artık kadınların bilinçli bir şekilde dişil enerjisini de işe getirmesi lazım. Sadece hedeflerin önemli olduğu salt eril bir iş dünyası anlayışının artık değişmesi gerekiyor. Dişil liderlik ile kapsayıcılığı, esnekliği, sürdürülebilirliği, duyguların ve sezgilerin reddedilmediği bir dünyayı kastediyorum. Kadınların da erkeklerin de iş dünyasına bu özellikleri getirdiği bir dünya hayal ediyorum. Bir diğer konu da roller arasında bilinçli geçişler yapmak. Yönetici kimliğimizi çocuklarımıza ya da eşimize taşımamak. Keza anne kimliğimizi de sevgilimizle olan ilişkimize getirmemek. Burada da ritüeller devreye giriyor.
Kitapta okurlarınıza birtakım tavsiyeler, olumlamalar, ritüeller öneriyorsunuz. Aslında bunun temelinde kadının kendine biraz olsun zaman ayırması, günlük, dünyevi olaylardan soyutlanması yatıyor diyebilir miyiz? Yoksa bunlar olmazsa olmazlar mı?
Kendimizle kalmak büyük önem taşıyor. Ritüellerle Afroditliğe geçiş yapmamız lazım ki kendimizi besleyelim. Enerji dolalım. İçimizdeki enerji kaynağı dişil. Bugün insanların içinde dolduramadıkları o boşluğun kaynağı da dişil enerjide.
Alıştırmalar neden altı dakika?
Altı dakika alıştırmalarını, yaratıcı yazarlık hocam Yeşim Cimcoz’dan öğrendim. Elinizi hiç kaldırmadan en az altı dakika sürekli yazmak, bilinç dışınızda ne varsa ortaya çıkarıyor. Yazı akıyorsa yazı bitene dek devam ediyorsunuz ve oradan bilmediğiniz neler çıkıyor neler! Mesela ne oluyor da dişiliğinizi bastırıyorsunuz? Kendi kendinize yapabileceğiniz bu alıştırmalarla heyecanlı keşiflere çıkmanız mümkün.
Afrodit denildiği zaman güzel, ideal ölçülerde bir kadın figürü akla geliyor. Bunun tersi olamaz mı? İnsanların aklındaki ideal beden algısını yıkmak, erilden Afrodit’e giden yolda önemli mi?
Geçenlerde annem 40 küsur sene önceki bir fotoğrafımı gönderdi bana. Instagram’da da paylaştım: Dört yaşındayım, Gülhane Parkı’nda Afrodit heykeli önündeyim ve ona benzemeye çalışıyorum. Bu olay tabii beni de Instagram takipçilerimi de şoka uğrattı. Sorunuz da aklıma şunu getirdi: Bu heykel günümüzün ideal beden standartlarında değil. Günümüze göre göbekli, kalın bacaklı bir heykel. Bence çok güzel bir Afrodit ama günümüz standartlarında değil. Birçok kadın da bana bunu yazdı Instagram’da. Bugünün ideal kadın bedeni ince ve kaslı yani daha erkeksi. Gerek kadınlar, gerekse bedenleri erilleştikçe beğenilir oluyor. Bu algıdan kendimizi çekip çıkarmak da çok zor tabii. Bunlar maalesef çok kolektif ve dolayısıyla biz kadınların vücudumuzu beğenmemiz de imkansız gibi bir şey. Sanırım Afrodit olmanın yolu ağır ağır vücudumuzu okşayarak sevip kremlenmekten, oturup ormanı seyretmeye dalmaktan geçiyor. Biz yavaşlayıp, kendi dişiliğimizle bağlantıya geçtiğimizde “Benim vücudum güzel mi?” sorusu ortadan kalkıyor.
Anne de oluruz, Afrodit de!
Kalıplaşmış algıları yıkmak bazen çok uğraş gerektiriyor. Örneğin; Afrodit denildiğinde kaç kişinin aklına seksi mayosunun içinde, lepiska saçlarını savurarak, havuz kenarında parmak uçlarında yürüyen bir Banu Alkan görüntüsü gelmiyor? Hal böyle olunca kutsal anne figürü ile Afrodit hiç de aynı cümlede olmayacak gibi görünüyor. Oysa Gülen Gündüz Yılmaz, bir kadının anne de Afrodit de olabileceğini belirterek, şunları söylüyor: “Bu iki kişilik bir arada olabilir ama içimizdeki anne genelde çok fazla kadında aşırı baskınlaşıyor. Üstelik bu parçanın baskın olması için fiziksel olarak anne olmak bile gerekmiyor. Bir çocuğum olmasa da içimdeki anne o kadar baskındı ki kocama da annelik yapmaya çalışıyordu. Ama yeri geldiğinde o anneyi ritüellerle kapatıp, Afrodit’e geçiş yapmayı başarmak gerekiyor.”