Diğer
    Ana SayfaPozitifKalbinin peşinden giden adam: Purana Alp Ekşioğlu

    Kalbinin peşinden giden adam: Purana Alp Ekşioğlu

    -

     

    Bodrum’da bir gününüz nasıl geçiyor?11092013 pozitif4

    Genelde ailecek erken yatıyoruz ve güne erken başlıyoruz. Uyanınca meditasyon yapıyorum ve haftada birkaç gün yürüyerek aşağı köye iniyorum. 90 yaşlarına yakın Arif amcam var. Çok iyi arkadaşız. Her sabah bana Gümüşlük ile ilgili tarihi hikayeler anlatıyor. Oğlumu okula bırakıyorum bazı günler…. Oyun oynuyoruz birlikte. Oğlum kayalara tırmanmaya bayılıyor, beraber tırmanıyoruz . Bazen sebze bahçesi günleri oluyor. Benim genelde yaptığım iş bahçedeki otları yolmak. En ciddi işlerden biri de odur. 1,5 senedir kalan bütün boş vaktimi de proje alıyor.

     

    Bodrum’daki projenizden bahseder misiniz?

    - Advertisement -

    Eskiden Karakaya meditasyon kampımız vardı. Çok daha dar anlamda Osho workshopları yapılıyordu. Gelenler çadırlarda veya ağaç kulübelerde kalınıyordu. Yine de her şey güzeldi. Bir sürü insan da ruhsal anlamdaki ilk deneyimlerini bu kampta yaşadı. Ama şimdi yapmaya başladığımız hikaye daha büyük. Tabii hayırlısıysa olsun. Mantram bu; hayırlısıysa olsun. Bodrum’da 10 dönümlük üç tane arsamız var. Bunların hepsi çok ufak bir vadide. Bir arsadan bir arsaya yürümek üç buçuk dakika. Ötekinden ötekine oğlum Kaya’nın yürüyüşü ile beş dakika. Birbirlerine komşu arsa denilebilecek kadar yakınlar. Bunların birinde hiç çimento kullanılmadan, kireç ve toprakla yapılmış bir bina da var. Yeni taş evlerimizi de aynı prensiple yapıyoruz. Bu çok önemli bir detay. Hiçbir kimyasal boya kullanmayacağız, her yere işlenmemiş ağaç koyacağız. Bu deprem yönetmeliğiyle yapabileceğimiz en doğal evleri ve ortamı yaratmaya çalışacağız. Adım adım gideceğiz. Elektriğimizi güneşten kendimiz üretmek istiyoruz. O kadar insan için belki sebzeyi sağlayamayabiliriz ama suyumuzu yağmur sularından toplamak istiyoruz. İlk adımda yapmak istediğimiz işler bunlar. Kendi kendine yeterli bir yer olmasını hayal ediyoruz.

     

    Kamp gibi mi olacak?

    Hayır, kamp gibi değil. Normal taş binaların içinde bir pansiyona gelmişsin gibi hissedeceksin. Ortada bir hall olacak. Orada her gün yoga, dört beş tane meditasyon olacak. İsteyen biri 15 gün kalabilecek ya da bir saat uğrayıp yoga, meditasyon yapıp çıkacak. Kim bilir belki kimileri etrafında bir yere de taşınabilir. Hatta şunu da söyleyeyim sadece meditasyon gibi düşünmeyin. Kitap yazmak isteyen de gelebilir. Çünkü bu tip yerlerin özelliği şu; farkında insanlar var. Farkındalık her zaman saygıyı getiriyor. Cihangir Yoga’dan Zeynep Aksoy ve David Cornwell, Aile dizimi ve Sanat terapinin önemli isimleri Svagito, Feride Gürsoy ve Meera projemizin bir parçası. Terapi grupları, yoga ve meditasyon, doğa yürüyüşleri, sanat grupları ve alternatif yaşamla ilgili eğitimler olacak. Bir rüyamız da yoga, meditasyon, aile, çocuk, dans festivalleri yapmak. Hepimiz bu yollarda gördüğümüz deneyimlediğimiz veya kendimiz için deneyimlemek istediklerimizi paylaşıyor olacağız.

     

    “Babam birkaç sene önce bana ‘Alp şu sarılmayı bize hatırlatmakla ne kadar iyi yaptın’ dedi. Benim için yapacak başka bir şey kalmadı. Bir yerden milyonlar kazansam o kadar mutlu olmazdım. Yani sonuçta hepimiz aynı yerdeyiz. Kalbi takip edene yol, kısmet, her şey geliyor. Ama kalple bilmeyi sağlamak birazcık meditasyon gerektiriyor.”

     
    Şimdi İstanbul’a geldiğinizde koşuşturan insanları görünce ne hissediyorsunuz?

    Üzülüyorum, çünkü büyük bir çoğunluğun seçmedikleri, kolay kolay değiştirmeyi hayal edemedikleri, otomatik bir hayatı yaşandığını görüyorum. Bu tehlike her yerde var ama İstanbul gibi metropoller bunu tek çare olarak sunuyor. Yoksa İstanbul benim doğup büyüdüğüm ve çok sevdiğim bir şehir… Bir de şunu söylemek isterim ki bir büyülü tarafı da var ki bunu uzaklaşınca fark edebildim…

    Ben burada doğdum ve büyüdüm. Hakikaten çok arkadaşım var. Bilenler vardır ama son 10 yılın üçte birini Hindistan’da geçirip de geri kalan yarısını da Bodrum’da geçirince enteresan bir durum oluyor. Çok sevilmenize rağmen dört yıl boyunca kimse aramayabiliyor. Uzaklarda yaşadığın için ufalıyorsun ve bunu fark ediyorsun. Çok sordum acaba doğru mu yaptım yanlış mı diye. Hayatımda çok kısa bir süre sonra da bunu doğrulayan bir örnek gördüm. Şimdi İstanbul’a geldiğim zaman İstanbul benim için en keyifli seyahatlerden biri oluyor. Çok seviyorum İstanbul’u. Giderken İstanbul’a yapılan çirkinliklere de isyan ediyordum. Ama her zaman doğayla iç içe olmak çekiyor beni. Bütün spiritüel kitaplar da yazar; insanın mutluluğu daha kolay bulabileceği yer her zaman doğaya yakın yerdir diye. Bu hareketi yaptığım için çok mutluyum. Yani İstanbul’da, borsada kalsaydım kim bilir ne olurdu ama en başında rüya bile olsa inanın başarılı bir rüya olmazdı. Çünkü kimse bunun aksini iddia edemez. Her şey de bundan biraz istiyor. Şeytana ruhunu satmak deyince insanın karşısına şeytan gelmiyor sadece bir teklif geliyor. Ben kaçmak için kendimi bu çemberin dışına attım.



    CEVAP VER

    Lütfen yorumunuzu giriniz!
    Lütfen isminizi buraya giriniz