Diğer
    Ana SayfaPsikolojiKoronavirüsün Türk toplumu ve insan yaşamı üzerindeki etkisi

    Koronavirüsün Türk toplumu ve insan yaşamı üzerindeki etkisi

    -

    Yatıyoruz korona, kalkıyoruz korona! Her sohbette bir ucundan mutlaka ona geliyor konu. Hal böyle olunca araştırmacıların da ilgisini çekiyor. Gelin, koronavirüsün Türk toplumunu ve insan yaşamını nasıl etkilediğini bilimsel verilerle öğrenelim.

    Yazı: Ayşegül Uyanık Örnekal

    Ansızın hayatımıza giren ve kişide adeta bir Hollywood filmini yaşıyormuş hissi uyandıran pandemi süreci, yaşamımızda birçok şeyi de radikal olarak değiştirdi. Mesleki ve sosyal hayat, eğitim, alışkanlıklar derken, belki de bizi biz yapan birtakım unsurlar yeniden şekillendi. Üsküdar Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Sosyoloji Bölümü’nde görevli akademisyenler de bu düşünceden hareketle, ilki Nisan 2020’de yapılan toplumsal araştırmayı yineleyerek geçen sürede Türkiye’deki değişimi ve son durumu ortaya koydu. Dr. Öğretim Üyesi Tuğba Aydın Öztürk, yaptıkları araştırmayla ilgili olarak, “İçinde bulunduğumuz çağ, barındırdığı tüm risklerle birlikte güvenimizin de azaldığı bir dönem. Böyle zorlu bir dönemde insanların en çok bilim insanlarından gelen bilgiye güvenmesi çok anlamlı” diyerek, araştırmayla ilgili sorularımızı yanıtladı.

    Pandeminin ilk 10 aylık dönemini içine alan bir araştırma yaptınız. Hangi konuları incelediniz? Araştırma grubu hakkında bilgi verir misiniz?

    Pandeminin gündelik hayat ile ilişkisi üzerine ilk büyük ölçekli araştırmamızı Nisan 2020’de yapmıştık. Ardından yine aynı ekiple yani Hale Aslı Kılıç ve Şeyda Aydın ile beraber tüm Türkiye’den 3500 katılımcının yer aldığı, “2. Dalga Sonrası Türkiye” araştırmasını tamamladık. Salgın ve aşı çalışmaları hakkındaki görüşler, hayattan memnuniyet, güven düzeyi, yalnızlık algısı, pandemi sonrası Türkiye’yi ve dünyayı bekleyen olumlu-olumsuz gelişmeler, tüketim alışkanlıklarımız ve kaygı durumumuz gibi konuları ele aldık. Katılımcılar 18-65 yaş arasındaydı; 65 yaş üzerindeki küçük bir grupla da görüşme şansımız oldu.

    - Advertisement -

    Araştırma sonuçlarına göre, mutsuzluk ve yalnızlık oranlarında ciddi değişimler var. Bundaki tek etkenin pandemi koşulları olduğunu söylemek mümkün mü? Çünkü birçok kişi hiç vakit bulamadığı şeyleri yapmanın, özellikle de ailesine vakit ayırmanın keyfini çıkardığından söz ediyordu bu dönemde. Bu durum tezat oluşturmuyor mu?

    Haklısınız! Pandemi öncesinde “hayatımdan memnunum” diyenlerin oranı yüzde 60’lara yakınken, ikinci dalga sonrası bu oranın yüzde 38’e gerilediğini görüyoruz. Benzer şekilde, kişilerin yalnızlık algısında da dramatik bir değişim var. Araştırmamıza göre, “Kendimi çok sık ya da her zaman yalnız hissediyorum” diyenlerin oranı yüzde 30, ki bu rakam pandemi öncesinde yüzde 19 idi. Bu rakamlardan anlıyoruz ki hayat memnuniyetimiz düşerken, yalnız hissetme oranımız artıyor. Burada elbette tek etken pandemi olmayabilir ancak pandeminin yol açtığı ruh hali, ekonomik kayıplar, kişinin kendisinin ve sevdiklerinin sağlığını kaybetme korkusu, eğitim, iş dünyası, siyaset ve kültürel yaşam gibi çok sayıda farklı alanda kendini gösteren belirsizlikler, ister istemez toplumdaki tüm bireyleri etkiliyor. Diğer yandan; belki de önceden vakit bulamadığımız aile, hobiler, ev-bahçe işleri, yemek yapma ve benzeri konular için bir fırsat doğduğu da doğru. Ancak bu durum genel olarak pandeminin ilk birkaç aylık dönemi için söz konusuydu. “Evde kal” çağrısının yapıldığı ve yeni normal olarak tanımlanan sürecin öncesinde, salgının bir kriz olarak yarattığı fırsatları konuşuyorduk. Örneğin, o dönem arama motorlarında en çok yapılan aramaların başında “Evde ekmek nasıl yapılır?” sorusu geliyordu. Araştırmayı ikinci aşamaya taşımamızın amacı da tam olarak bu. İkinci dalga sonrası dediğimiz dönemde söz konusu keyif, farkındalık ya da duyarlılığın yerini, bıkkınlık ve tükenmişlik duyguları almış durumda.

    İNSANLAR EN ÇOK SARILMAYI VE BİRLİKTE VAKİT GEÇİRMEYİ ÖZLEDİ

    Sosyal hayat ve arkadaşlık ilişkileri bu dönemden olumsuz etkilendi. Gelecekte bu kopmanın nasıl evrileceğini düşünüyorsunuz?

    Bir yıldan fazla süredir okulların kapalı olması, birçok iş yerinde yarı zamanlı ya da evden çalışma modeline geçilmesi, aile ziyaretleri, ev oturmaları, kutlama ya da taziye gibi bizi bir araya getiren sosyal ortamlardan mümkün olduğunca uzak durmamız şüphesiz ki sosyal ilişkilerimizi de etkiledi. Araştırmamız, özellikle iş ve okul arkadaşlıklarında zayıflayan bağlara dikkat çekiyor. Diğer yandan, aslında bizler bir Akdeniz toplumu olarak bir araya gelmeyi, sosyalleşmeyi, kalabalık sofraları severiz. Sosyal mesafe konusu, geleneksel toplum yapımızla tam olarak örtüşmüyor. Örneğin; Avrupa’da pek çok ülkede yalnızca kapalı alanlarda maske takılması yeterli çünkü zaten gündelik hayat içinde insanlar 1-1,5 metrelik mesafeyi koruyabilir durumda. Bizler için maske biraz da bu sebeple gerekli çünkü o mesafeyi koruma konusunda daha çok zorlandığımız aşikar. Dolayısıyla, ben konuya iki türlü bakıyorum. Birincisi, bir yıldır online pencerelerden sürdürdüğümüz bir etkileşim var. Bu durum zaman zaman iletişim eksikliklerine ya da birbirimizi yanlış anlamamıza yol açabiliyor. Yani mevcut durumda sosyal ilişkiler bir nebze zarar gördü. Fakat diğer yandan insanlar en çok sarılmayı ve birbirleriyle vakit geçirmeyi özledi. Salgın sona erip maske ve mesafe bariyerini aştığımızda, sosyal bağlarını yeniden güçlendirmeye istekli milyonlarca insan bizi bekliyor olacak.

    ‘KADINLAR CİDDİ BİR YOKSULLAŞMA YAŞIYOR’

    Kaygı düzeyinin sosyoekonomik sınıflara göre değişiminin temelinde ne olduğunu düşünüyorsunuz?

    Kaygı düzeyinin en yoğun olduğu grup iş sahipleri, esnaf, dükkan sahiplerinin içinde yer aldığı girişimciler. Kafeler, restoranlar, oteller, AVM’ler ya da hizmet sektöründe çalışan 10 binlerce işvereni ve işçiyi ekonomik olarak olumsuz etkileyen bir tablo var karşımızda. Bu sebeple en yüksek kaygı seviyesinin bu kişilerde çıkması çok anlaşılır. Bir yandan da bu süreçte işini kaybeden kimseler de oldukça fazla, özellikle kadınların ciddi bir yoksullaşma yaşadığını söyleyebiliriz. Ekonomik kaygılar maalesef dünyanın her yerinde farklı sınıfları etkisi altına almaya devam ediyor.

    Ortaya çıkan sonuçlarda sağlıklı yaşam alışkanlıklarının arttığı bir dönem geçirildiği belirtilse de atıştırmalık tüketiminin yükselişe geçtiği görülüyor. Bu durumu nasıl değerlendirirsiniz? Pandemide kilo almaktan şikayet edenleri de düşününce bunun çok da yanlış olmadığı görülüyor…

    Daha fazla ev yemeği pişirmek, eskiye nazaran sağlıklı bir yaşam eğilimi olarak kabul ediliyor. Ama diğer taraftan akşam 9’dan sonra dışarı çıkmadığınızda, aylarca tüm hafta sonlarını evde kapalı geçirdiğinizde ister istemez çay-kahve yanında tüketilecek hamur işi, tatlı, abur cubur gibi arayışlar da artış gösteriyor. Yani iki durum da geçerli büyük ihtimalle! Evde sağlıklı tencere yemeği pişiyor ama gün içinde atıştırmalık tüketmeye de devam ediyoruz. Buradaki problemin, büyük oranda hareketsizlikten kaynaklandığını düşünüyorum. Keza ilk araştırmamızda katılımcılara evde en çok hangi aktiviteleri yaptıklarını sorduğumuzda, son iki sırada kitap okumak ve egzersiz yapmak çıkmıştı.

    Bu süreçte; çocukların ve gençlerin eğitim, sosyalleşme gibi en doğal hakları sekteye uğradı. Bunun ileri ki yıllarda ne tür etkileri olacağını düşünüyorsunuz?

    Pedagojik çalışmalar, özellikle ilk ve orta seviyedeki öğrencilerin eğitimde büyük kayıplar yaşayacağını gösteriyor. 18-25 yaş arası genç öğrencilerin neredeyse yüzde 75’i eğitim sisteminin kötüye gideceği yönünde bir düşünceye sahip. Aslına bakarsanız okul dediğimiz kurum; içinde sosyalleşme, aktivitede bulunma, arkadaş edinme gibi sebeplerle de çok değerli. Eğitim tek başına derslerden ibaret değil. Çocukların akademik beceri kadar beden gelişimini veya sosyalleşme yeteneğini geliştirmeye de ihtiyacı var. Maalesef uygulamalı alanlar ile sanat ve spor odaklı dersler büyük bir sekteye uğradı. Bu süreci yaşayan çocuk ve gençlerin yaratıcılık anlamında ileride mutlaka olumsuz etki yaşayacağını düşünüyorum. Bir de çok önemli bir konu var! Bildiğiniz gibi her öğrenci eğitime eşit şartlarda ulaşamıyor. Henüz tablet, bilgisayar gibi araçları olmadığı için geçen marttan bu yana eğitimine devam edemeyen binlerce çocuğumuz var. Maalesef bu öğrenciler değil nitelikli eğitime, eğitimin kendisine bile uzaklar.

    PANDEMİNİN ETKİLERİ EN AZ BİRKAÇ YIL DAHA HAYATIMIZDA

    Elde ettiğiniz sonuçları göz önüne aldığınızda, eski normale dönmek mümkün olacak mı? Yoksa hiçbir zaman eskisi gibi olmayacak mı yaşam? Bu süreç Türk toplumunu nasıl etkileyecek?

    Nisan ayında araştırmamıza katılan kişilere, “Sizce bu salgın ne zaman biter?” diye sorduğumuzda, ortalama beş ay daha sürer yanıtını almıştık. Bu kez ise 1,5-2 yıl daha devam eder cevabını verdiler. Dünyadaki çalışmalar da benzer şekilde pandeminin ve etkilerinin en az birkaç yıl daha hayatımızda olacağını gösteriyor. İnsanın yeniye adapte olma hızı şaşırtıcı ancak bazı kökleşmiş özelliklerimiz olduğunu da gözden kaçırmamak gerekiyor. Eskinin alışkanlıklarına yeni dünyanın risklerini, önlemlerini, kaygılarını dahil edeceğimiz bir pandemi sonrası hayat düzeni bekliyor bizleri. Ancak iş ve teknoloji dünyası geri dönülmez biçimde değişecek. Türk toplumunun da bu küresel değişimlerin etkisi altında kalmaması söz konusu olamaz tabii ki…

    TEMİZLİK VE HİJYEN SAPLANTI HALİNİ ALMASIN!

    Pandemi süreciyle birlikte bazı konularda hassasiyetimiz daha da arttı. Temizlik ve hijyen, listenin üst sıralarında yer alıyor. “Masumlar Apartmanı”ndaki Safiye kadar olmasak da birçoklarımız çamaşır suyu ve sirkeyi en yakın arkadaşı olarak görmeye başladı. Ama bu durum daha ne kadar devam edecek ve tabii ki ne zaman normalleşeceğiz bilmiyoruz. “Şu an temizlik konusunda hepimiz kısır döngüye girmiş gibiyiz. Yaşamımızı; kolonya, dezenfektan, el yıkama üçgeni arasında sürdürüyoruz” diyen Dr. Öğretim üyesi Tuğba Aydın Öztürk, şöyle devam ediyor:

    “Ancak özellikle pandeminin ilk döneminde marketten aldığı her şeyi yıkayan ya da dışarıdan yemek sipariş vermeyen kişiler, bu durumu biraz da olsa kontrol altına alabildiğini ifade ediyor. Fakat yaptığımız araştırma, katılımcılardan yaklaşık yüzde 10’unda temizlik takıntısının kalıcı olacağına işaret ediyor. Tedbirlerde aşırıya kaçmak, el yıkamadan duramamak, sürekli kendini virüs tehlikesi altında hissetmek gibi duygulara sahip kişilerin mutlaka psikolojik destek almasını öneriyorum. Eğer bu durum anormal boyutlara ulaşıyorsa, orada bir yardım çağrısı var demektir.”

    İLGİLİ İÇERİKLER



    CEVAP VER

    Lütfen yorumunuzu giriniz!
    Lütfen isminizi buraya giriniz