Donatella ile vakit geçirmek güzel bir İtalyan şarabı içmek gibi… Önce içinize bir sıcaklık yayılıyor sonra nedensiz yere neşeleniyorsunuz. O kadar canlı ve hayat dolu ki. Ömrünce tek bir kötü gün bile geçirmediği için mi? Hayır, o hayatı sevmeye karar vermiş bir kere. Üç böbreğinin hikayesini ve o dönem yaşadıklarını okuyunca bunu anlayacaksınız.
Mutluluk diye bir şey yoktur sadece olayları iyi ya da kötü algılayış biçiminiz vardır. Geçtiğimiz günlerde bu başlık altında gazetelerde çıkan haberleri okumuşsunuzdur. Bana sorarsanız, katılmamak elde değil.Gerçekten de birbirine çok benzer şartlar altında olan iki kişiden biri durumundan son derece memnunken,diğeri sürekli şikayet edebiliyor. İşin kötüsü esas fark bu kişiler bir sorun yaşadığından ortaya çıkıyor.Biri sorunların üstesinden gelmek için hayata daha da sıkı sarılırken diğeri her şeyin çok ağır geldiğini düşünüp savaşmak istemeyebiliyor. Diyarbakır günleri Donatella Piatti, ilk olarak 1975 senesinde, evlenerek Türkiye'ye gelmiş. Yaklaşık iki sene boyunca da, eşinin işi nedeniyle Diyarbakır civarında oturmuş."Diyarbakır günleri çok farklıydı. Daha elektrik bile gelmemiş. Biz ya jiple ya da atla dolaşırdık. Senelerden sonra dönüp baktığımda, o köyler de her şeyin çok farklı olduğunu, insanların çok samimi çok saf olduğunu hatırlıyorum" diye anlatıyor. Diyarbakır günlerini. Belli ki onu Türkiye'ye getiren büyük bir aşk olmuş. Zaten havadaki oksijenden, domates soslu makarnadan bile böyle aşkla bahseden biri için aksi düşünülebilr mi? Ama hayat bu ne zaman ne yapacağı belli olmuyor; onun için de öyle olmuş ve uyuşturucu problemi yaşayan eşi Derya, tekrar İstanbul'a yerleştikten kısa bir süre sonra vefat etmiş. Zor bir dönem "Eşimin bir uyuşturucu problemi vardı ve onu bu nedenle kaybettik" diyor Donatella. "Çok savaştık, çok yerlerde tedavi gördü. Fakat maalesef o zamanlar uyuşturucu ve uyuşturucu tedavisi hakkında hiç yeterli bilgi yoktu. Şu anda İtalya'ya gittiğimde bakıyorum da uygulanan tedaviler o kadar farklı ki! O yüzden hala bu konuda çok hassasım. O zamanlar bizim yapabildiğimiz biraz şefkat vermekti. Şimdi bambaşka tedavi yolları uygulanıyor. Fransa'da çok iyi merkezler var derlerdi, biz Fransa'ya giderdik.Hayır İsviçre daha iyi derlerdi, biz kalkar İsviçre'ye giderdik." Bu dönem özellikle son yıllar çok zor geçmiş. Ve eşi Derya 1987 senesinde uyuşturucu nedeniyle hayatını kaybetmiş. En büyük acıyı uyuşturucu kullanan kişinin yaşadığını anlatıyor sonra.Onun için de böyle olmuş ve yaşarken hiç farkında olmasa da büyük bir savaş içine girmiş ve eşinin etrafında adeta bie Kızılhaç görevlisi gibi bir misyon edinmiş. Adeta kendini unutmuş, eşine adanmış ve kendisini ikinci plana atmış.Halbuki onun da bazı sorunları varmış ve tam bu dönemde kendisini belli etmeye başlamış. Üç böbrek; nesi kötü bunun? "Ben fazla şikayeti olmayan, sağlıklı bir insandım" diyor Donatella;" Yalnız ara sıra korkunç bir ateşim çıkardı; küçükken ergenlik derledi, sonra aşık oldun dediler, sonra bir şeye üzülüyorsun psikolojik dediler. Yani hiçbir zaman bu ateşin nedeni tam olarak anlaşılamıyordu. Meğerse benim doğuştan 3 böbreğim varmış!" Bir taraftaek böbrek, diğer tarafta iki tane ama ikisi de gelişmemiş böbrekler duruyormuş. Yani, aslında Donatella tek böbrekliymiş. Tabii, şimdi ultrasyon yardımıyla bunu anlamak çok kolay ama o senelerde ultrasyon kullanımı yaygın olmadığı için bunun teşhisini yapmak doktorlar için hiç kolay olmamış.Donatella'nın üç böbrekli olduğu da tamamen bir tesadüf eseri ortaya çıkmış. Yurtdışında ultrasyon aleti getiren bir arkadaşı eşini ve Donatellayı adeta bir kobay gibi kullanır ve ultrason aletini denermiş. bir gün yine böyle denemeler yaparken üç tane böbrek olduğunu görmüş. İlk gelen şaşkınlığın ardından gereken tahliller yapılmış ve gerçekten üç böbreğin olduğunu, ikisinin görev yapmadığı hatta, yıllar yılı tek olan böbreğin de zamanla yorulduğu ve ciddi bir nefrit (böbrek iltihabı) durumunun söz konusu olduğu anlaşılmış. - Advertisement -
Hastane Dönemi İtalya'ya acılı bir yolculuk, zor bir ameliyat ve tam üç ay süren hastane dönemi… "işte böyle anlatırken çok kolay geliyor ama yaşananlar o kadar da kolay değildi. ben eskileri hatırlamaktan hoşlanan, dönüp dolaşıp tekrar eden bir insan değilim. Ama yine de itiraf etmek gerekir ki kolay bir dönem değildi; çocuğum daha 12 yaşındaydı.Eşim yeni vefat etmişti ve bir ameliyat geçirerek tek böbrekle kalıyordum. Sizden bir organ alınması çok kolay kabul edilebilir bir şey değil"diye anlatıyor. Beni ayakta tutan çocuğumun olması ve bunun yanında bir şey daha vardı. Ben hayatı seviyordum. Eşim öldüğünde de tabii ki çok üzüldüm ama ona çok da kızdım. Bu kadar güzel bir hayat varken, sevgimiz ve çocuğumuz varken, koca bir dünya,binlerce macera ve süpriz varken nasıl kendini yok edebilirsin! İşte aynı hatayı ben yapmak istemedim ve bütün bunlar beni hayata sıkıca bağladı."Donatella tam 3 ay hastanede kalmış. Ameliyattan sonra tek arzusuysa bir an önce yürümekmiş. Çok büyük hedefler koymamış kendisine çünkü o anda her şey zor ve imkansız gibi geliyormuş. "Türkçe'de güzel bir laf var,'her şeyde bir hayır vardır' diye. Belki biraz " Pollyan na'cılık yapıyorum ama ben de o hastaneye yatmamda da bir hayır oldu diye düşünüyorum." diyor ve ekliyor; " O hastanede kaldım, yeterince acı gördüm ve ben mutlu kalmaya karar verdim". Yürüyor, yürüyor… Şimdi o defterin kapandığını söyleyen Donatella'nın bu rahatsızlıkla ilgili yaptığı tek şey her sene düzenli kontrole gitmek. Onun dışında sağlığı için bol bol yürüyüş yapıyor.Hatta evinin bile yürüyüş için Anadolu yakasında oturmayı seçmiş. Aslında gönlü, Cihangir'de penceresini açıp Topkapı Sarayı'nı görebileceği bir evde oturmakmış. Ama, burasının, Şaşkınbakkal sahilindeki evinin, sağlığı için daha uygun olduğunu düşünüyor. Peki niye yürüyüşe bu kadar düşkün?" Tedaviyi hep yürüyüşte buldum,derin derin nefes alırken, kargalar bağırıp çağırırken ve ağlarken rahatlıyorum, bütün sinirimi atıyorum" diye yanıtlıyor bu soruyu. Alternatif tıp onu yüzde yüz tatmin etmese bile ilaç kullanmayı çok sevmediği için bazı bitki çayları kullanıyor. Papatya çayları içiyor akşamları. Doğayı, hayatı seviyor ve her şeyi akışına bırakıyor. Ve makarnalar… Donetalla Piatti'yi yazar kimliğiyle tanıyanlar yazmanın onun için vazgeçilmez bir hobi olduğunu tahmin edeceklerdir.bir diğer tutkusu da yemek yapmak. "Canım sıkkın olduğunda çağırıyorum, arkadaşlaımı, giriyoruz mutfağa, o kokular o renkler… alın işte en güzel terapi! diyor. Kısa bir süre önce iki hobisini birleştirmeye karar vermiş ve makarnalar üzerine bir kitap yazmaya başlamış. Bu öyle bildiğiniz yemek kitaplarından değil; her yemeğin bir hikatesi var bu kitapta. Hatta burçlar ve yemeklerin ilişkisine bile değinmiş. |