Son dönemde gerçek yaşamdan skandalların ekrana taşındığı programlar ve burada olup bitenler çok gündemde… Peki, bu ilginin nedeni ne? Üsküdar Üniversitesi NP Feneryolu Tıp Merkezi Psikiyatri Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Barış Önen Ünsalver soruyu yanıtladı.
Ünsalver’in yorumları şöyle:
İnsanın diğer canlılardan farklarından biri, dilin sembollerini kullanarak yaşadığı duyguları, düşünceleri, gözlediği olayları aktarabilmesidir. İnsanlık bin yıllardır acılarını, korkularını, coşkularını, endişelerini, öfkelerini vb. deneyimlerini öyküler ve ninnilerle türdaşlarına aktarıyor. Birbirimize anlattıklarımız hem bizi yakınlaştırıyor hem de gelecek tehlikelere karşı koruyup fırsatları kaçırmamamızı sağlıyor.
İNSAN AYNI ZAMANDA OYUNCU BİR CANLI
İnsan aynı zamanda oyuncu bir canlı. Sadece çocuklar değil, yetişkinler de sık sık oyunlar oynuyor. Oyun hayatı deneyimleme yeridir. Çocuk oyunlarla hayatın iplerini tutmayı öğrenmeye başlar. Yetişkin de oyunları aracılığıyla gevşer, güvende hisseder, hayattan zevk alır. Hayal kurabilen beynimiz, sembolleri kullanarak oyunlar oynar ve senaryolar üretir ve hayata böylece uyum sağlar.
HAYATTA KALMAK İÇİN KORUNMAMIZ GEREK
Hayatta kalmak için uyum sağlamamız ve korunmamız gerekiyor. İşte oyunlar, öyküler yaşama imkânımız olmayan deneyimleri bize sunar. “Çocuğum hasta olsa ne olur?” düşüncesine yanıt vermek için çocuğunuzun hasta olması yerine televizyonda çocuğu hasta olan bir ebeveynin öyküsünü izleyerek bu sorunuza kısmen bir yanıt alabilirsiniz. Sonra televizyonu kapatıp gidip çocuğunuz o filmdeki gibi hasta olmasın diye neler yapabileceğinize bakarsınız. Eğer zaten sizin de çocuğunuz o filmdeki çocuk gibi hasta olmuşsa filmdeki ebeveynin tepkilerinde kendinize benzer bir şeyler bulmak sizi anlaşılmış hissettirir.
Beynimiz hayatta kalabilmek ve uyum sağlamanın ve korunmanın yollarını bulabilmek için sürekli tetiktedir. Evrim sürecinin doğal bir parçasıdır bu. Çocuk zihni gerçek ve hayal ürünü arasında da pek fark görmezken; yetişkinler hayatın içinde çok sayıda öğrenme sonucunda gerçek olan ile hayal olanı ayırt etmeyi öğrenir. Küçük bir çocuk bir filmdeki oyuncu öldüğünde onun gerçekten öldüğünü düşünüp ağlarken yetişkin biri aynı sahnede üzüntü hissetse de içindeki ses “bu bir film gerçek değil” diyerek kendisini bu hüzün duygusundan uzaklaştırmasına yardımcı olur.
REALITY SHOWLARDAKİ BİLGİ BEYNİMİZİ ALARMA GEÇİRİR
Oysa gerçek hayat hikayeleri ya da reality showlarda bize verilen “bunların yaşanmış ya da yaşanmakta olduğu bilgisi” beynimizi alarma geçirir. O kadına araba çarpmıştır ve sol bacağı kesilmiştir. Bunu ekranda somut olarak görürüz. Ve izlerken sol bacağımızın olmamasının ne kadar korkunç olduğunu fark ederiz. Kadının o trafik kazasını nasıl geçirdiğini bilmek isteriz ki bize de çarpmasın.
DEDİKODU DA BU YÜZDEN VARDIR
Bunları izlerken dikkatimiz artar, beynimiz o kadının trajik öyküsünden kendi payımıza bir şeyler çıkaracağımızı fark ettiği anda bizi ekrana kilitler. Özetle gerçek öyküler öğreticidir ve bizi gelecek tehlikelere karşı korur. Bin yıllardır bu yüzden öyküler anlatılır. Dedikodu da bu yüzden vardır: Başkalarının başına gelenleri öğrenelim ki bizim de başımıza gelmesin.
İKİNCİ BİR ŞEY ORTAYA ÇIKAR: RAHATLAMA
Burada kendimizi korumak isteğimizin yanında ikinci bir şey daha ortaya çıkar: Rahatlama. O felaket bizim başımıza gelmedi. Başkalarının felaketlerini izlemek ya da dedikodusunu yapmak biz bunlardan kurtulduğumuz için ferahlarız ve kendimizle ya da başımıza bunların gelmesini engelleyen kimler varsa onlarla gurur duymamıza sebep olur.
Kendimizi, ailemizi, arkadaşımızı, komşumuzu takdir ederiz ve onlarla birlikte olduğumuz için gene kendimizi bir kere daha kutlarız. Toplumsal hiyerarşide daha üst basamağa çıkmış hissederiz ve bu elbette hayatta kalmayı da garantiler.
MAĞDURLARI TAKLİT YA DA EMPATİ
İnsan, topluluğun dışında kalmak istemez. Dışlanmak ve yalnızlık ölüm demektir. Sosyal beynimiz empati, suçluluk, utanç, fedakarlık, iş birliği ve taklit becerisi gibi duygularla ve zihinsel becerilerle topluluğun parçası olarak kalmamız ve sonuçta birey olarak da yaşamamıza hizmet edecek biçimde verilmiştir.
İzlediğimiz programlardan aldığımız derslerin yanı sıra mağdurları farkına varmadan taklit ederek ya da onlarla empati kurarak da ekrandaki kişileri beynimizdeki insan topluluğuna dahil ederiz. Evet bilinçli olarak Ayşe’nin, Mehmet’in, bizim tanıdığımız olmadığını biliriz ama bilinçdışında onlar bizim insanlar kümemize eklenmiştir bile. Bu yüzden de onları merak eder ve başlarına bir şey gelmişse kendi acımız gibi hissederiz.
RAHATLATICI ETKİSİ
Bir de mağduru ya da maktulü izleyen mağdur ya da maktul vardır ki bu kişiler için de gerçekçi programlar hem rahatlatıcı hem öğreticidir. Sizin gibi anne babası depremde ölen Ahmet sizin gibi alkolik olduysa şimdiye dek alkolik olduğunuz için hissettiğiniz yalnızlık ya da utanç bir nebze azalır. Aşık olduğu adamı çocukları için terk etmeyen kadının mutsuz hayat öyküsü, siz aşık olduğunuz adamın peşinden gittiğiniz için sizi mutlu hissettirir.
GERÇEK İBARESİ NEDENİYLE ÇEKİCİDİR
Tüm bu “gerçek” ibareli şovlar, diziler “gerçek” ibaresi sebebiyle çekicidir. Kendimizden, ötekilerden, geçmişten, gelecekten bir şeyler buluruz “gerçek” olduğu için. Beynimiz kendini tatmin olmuş hisseder. Üstelik de bütün bu beyinsel işler biz hiç enerji harcamadan, ağlamadan, korkmadan, üşümeden, koşmadan oturduğumuz yerde ekrana bakarken bir nevi bedavaya olur. Beynimizde bu güncelleme için o kadar az enerji harcamışızdır ki beynimiz bayram eder.
DIŞARI ÇIKMAK YERİNE EKRANA BAĞIMLI OLUNUR
Beynin oldukça cimri bir ekonomisi vardır. Mesela kitap okuyacaksınız, bunun için 10 birim glukoz lazımsa size sorar “Peki 10 glukoz harcayınca ne kadar dopamin gelecek?” Gelecek dopamin az ise “kapa o kapağı yat uyu, uyumak için 2 birim glukoz harcarsın” der ve iş biter. Oysa “gerçek” programlarda 1000 birim glukoz harcayarak elde edeceklerinizi 3-4 birim glukozla alırsınız. Bu yüzden dışarı çıkıp hayatı yaşamak yerine ekrana bağımlı olursunuz.
SORUNLARDAN ENDİŞE DUYANLAR
Bunlar herkes için geçerli diyemeyiz çünkü bazı insanlar öykü dinlemek yerine kendileri yaşamak isterler. Bu kişiler risk alma ve yenilik arama davranışı daha yüksek olan kişilerdir. Risk almanın kendisi, bu kişileri canlandırır ve bu yüzden böyle programları izlemezler.
Risk almaktan çekinen, sorunlarla başa çıkamama endişesi yaşayan, hayata karşı kendini yeterince donanımlı görmeyen kişiler içinse bu şovlar idealdir. İçinde yaşadığımız dünya epey bir zamandır aşırı nüfuslu ve ekonomik dengeler alt üst olmuş durumda. Bu haliyle türümüz için hiç de güvenli bir yaşam ortamı yok ve paranoya ve endişe yükselmiş durumda.
BİREYSEL KAOSUMUZU UNUTUYORUZ
Sokağa çıkıp risk almaktansa evde ekranın karşısına geçip hayatın bir parçası olmak, empati kurmak, özdeşim kurmak, kendimizle gurur duymak, kocamıza şükretmek, acılarımızla yüzleşmek güvenli ve ucuz. Bütün bunların üstüne bir de koronavirüs salgını eklenince hayatı içine girip yaşamamız gerekince ne yapalım başka hayatları izliyoruz. Böylece toplumun bir parçası oluyoruz, yalnızlığımız azalıyor, deneyim kazanıyoruz ve bireysel kaosumuzu unutuyoruz.