Diğer
    Ana SayfaPsikolojiSınırlar kalktı, mutsuzluk arttı

    Sınırlar kalktı, mutsuzluk arttı

    -

    Küresel düzenle birlikte hepimiz dünya denen büyük köyün, küçük birer sakini haline geldik. Ama her türlü, bazen de sınırsız imkanlara sahip olmamıza rağmen bu mutsuz olmamızı engellemedi. O halde sorun neydi?

    Hazırlayan: Ayşegül Uyanık Örnekal

    Sermayenin sınırları aşarak dünya çapına dağılması küresel dünya düzeninin de fitilini ateşledi. Örneğin; bugün dünyadaki yaklaşık 200 ülkenin 119’unda McDonalds faaliyet gösteriyor. Alın size tek örnekle küreselleşme gerçeği! Bu konunun ekonomik tarafı elbette. Öte yandan küreselleşme eğitim, kültür, sanat gibi alanlarda da dikkat çekici gelişmeler sağlıyor. İnternetin hayatımıza hızlıca girmesi, neredeyse nüfusun yarısının dünyayı cebinde taşıması ise bu kavramın iyiden iyiye hissedilmesine yol açıyor. Bugün her ne kadar Türkiye’de yaşıyoruz desek de aslında global bir köyün sakinleriyiz hepimiz. Eğer sınırsızlığı iyi değerlendirebilirsek toplumların yararına işler yapabileceğimiz ise bir gerçek. Ancak bu büyük köyde yaşamak bazen insanların ruh sağlığını olumsuz etkileyebiliyor. Çünkü insanlar Japonya’da yaşanan depremi de, Fransa’daki uçak kazasını da, İngiltere’deki terör saldırısını da dakikalar içinde öğrenerek endişelenebiliyor, acaba bizim de başımıza gelir mi korkusu yaşayabiliyor. Peki küresel dünya düzeni insan psikolojisini nasıl etkiliyor? Bununla başa çıkmak mümkün mü? Sınırların kalkmasının aidiyet duygusuna etkisi nedir? Bu soruların ve daha fazlasının yanıtını Acıbadem International Hastanesi’nden Uzman Psikolog Sena Yücesan’dan öğrendik.

    2000’li yıllarla birlikte dünya bizler için bir hayli küçüldü, Adeta global bir köy halini aldı. Bu gelişmeler Türk halkının hayatında ne tür etkilere yol açtı?
    Dünyanın küçülmesi ve tek bir yer haline gelmesi anlayışı “küreselleşme” olarak adlandırılıyor. Türk Dil Kurumu, küreselleşmeyi “Dünya milletlerinin; ekonomi, siyaset ve iletişim bakımından birbirlerine yaklaşması ve bir bütün olması” şeklinde açıklıyor. Öte yandan bu terimin her toplum için ayrı bir anlamı var. Kuzeyli ve Batılı zengin ülkelerin; siyasal, toplumsal ve kültürel olarak koydukları kurallara uyan diğer ülkeleri küresel olma çerçevesinde değerlendireceği, uymayanların ise yok sayılacağı düşüncesine vurgu yapılıyor. Küreselleşme ile gelen gelişmelerin birçok etki alanı bulunuyor. Toplumları en çok ekonomik yönden etkileyen bu süreç, kültürel olarak değişikliklere de yol açıyor. Kültürel değişimlerin yanında insan psikolojisi de etkileniyor. Yapılan araştırmalar; artan gerilim, kaygı ve depresyon, bireysel ilişkilerde derinliğin azalması yani sığlaşma, hayatların daha karmaşık bir hal alması ve güven duygusunun fazlaca aşılanmasına yol açmanın yanı sıra günlük hayata istek duymama, isteme-doyuma ulaşma arasındaki zaman bağlamı, her şeyin standart hale gelmesi, insanların akıllarına alternatif bir istek gelmemesi, yabancılaşma ve yalnızlaşmaların da ortaya çıktığını gösteriyor. İnsanlar artık başkalarının yaptıkları tercihlere, kendininkilerden daha çok önem vermeye başlarken, fazla sorumluluk almadan korunaklı dünyalarında hayatlarına devam ediyor. Gün geçtikçe de psikiyatrik bozukluklar ve ruh sağlığıyla ilgili olan sorunlar artıyor. Bahsedilen bu ruhsal sorunlar zengin toplumlarda yoksul toplumlara göre daha fazla görülüyor. Çünkü zenginlik, sanılanın aksine bir toplumu ruh sağlığı sorunlarından korumuyor. Çağımızın en büyük sorunlarından biri olan “maddenin kötüye kullanımı” zaman içinde artmakla beraber, intihar oranları orta ve düşük gelirli ülkelerde daha fazla görülüyor. Özellikle iç çatışmanın olduğu ülkelerde bu oran belirgin olarak artıyor. 1995’te açıklanan Dünya Ruh Sağlığı Raporu, gelişmekte olan ülkelerde ruh sağlığıyla ilgili sıkıntılar yaşandığını açıkça belgeliyor. Raporda; 15-65 yaş aralığında olan insanların rapor alarak yorgunluktan yakındıkları gözlenirken, bu durum depresyon, anksiyete ve tıbben açıklanamayan bir karmaşanın sonucu olarak değerlendiriliyor. Özetle bakılırsa; küreselleşmenin bireyi, kolektif kimlikleri ve topluluk yaşantılarını etkilediği görülüyor.

    Geçmişte bilgiye ulaşmak hayli zor iken bugün birkaç saniye içinde dünyanın öbür ucunda yaşananlar bilinip, okunabiliyor. Bu durum sağlıklı mı? Bizim dışımızda gelişen, belki hiç de ilgimiz olmayan olaylara bir şekilde dahil olmak insanları psikolojik yönden nasıl etkiliyor?
    2000’li yıllarla birlikte internet çağının gelmesi ve hızlanması, sosyal medyaya kolaylıkla ulaşılması, bu mecrayla büyüyen yeni bir neslin oluşmasına yol açtı. Bir olay sosyal medyayla büyüyerek, hükümetlerin sorun yaşamalarına dahi neden olabiliyor. Küreselleşmenin getirdiği “sınır” kavramının kalkmasıyla, başka bir ülkede gerçekleşen olayların, sanki yanı başımızda yaşanmışçasına bizlere etki ettiği görülüyor. Travmatik olaylar, sadece olayı yaşayan kişiye zarar vermiyor. Bunun etki alanları daha geniş oluyor. Yaşanan olayın mağdurlarının yakınları, olaya tanıklık edenler, travma alanında çalışanlar, sosyal medya veya haberler yoluyla olayla ilgili uygunsuz içeriklere maruz kalanlar da travmatize olabiliyor. Örneğin; gazetelerden, internet haberlerinden, televizyonlardan gördüğümüz videolar bizleri psikolojik yönden etkileyebiliyor. Travmatik olaylara; basın, sosyal medya veya haberler üzerinden maruz kalanlar, travma mağduru ya da mağdurlarıyla duygusal yakınlığı olmayan kişiler de “üçüncül travmatizasyon” yaşayabiliyor.

    - Advertisement -

    Eskiden iş amaçlı ya da turistik yurt dışı seyahatleri belli bir kesimce yapılabiliyordu. Oysa bugün başka bir ülkede yaşamak dahi çok kolaylaştı. Peki sınırların kalkması, aidiyet duygusunu etkiledi mi?
    Küreselleşmenin getirdiği yurtsuzluk veya aidiyet duygusunun kaybolması önemli bir konu. Geleneksel-çağdaş, yerli-yabancı, yerel-küresel gibi karşıtları birleştirerek eriten küreselleşme, kimlikler ve aidiyet duygusuyla ilgili ruhsal bir çatışmaya neden olabiliyor. Kültürel ve teknolojik dönüşümler, insana ait diğer sosyal kaynakları yavaş yavaş kurutuyor. Bu durum, aidiyet duygusunu sahte bir şekilde bizlere teknoloji vasıtasıyla veriyor. İnsanların evlerine çekilmesi, mahalle kültürünün ya da geniş ailelerin dağılmasıyla başlayan bu süreç, toplumdan kopmalara sebep olurken, bireyin kişisel yeteneklerinin zayıflayıp, yalnızlaşmaya başlamasıyla devam ediyor. Yalnızlaşmaya başlayan kişiler ise endişe duygusuna kapılıyor. Bu noktada da endişe duygusunun yaygın bir ruh durumu olduğuna rastlanıyor. Belki de endişe ve depresyon, evini kaybeden ruhun bir tepkisi olarak ortaya çıkıyor. Asosyalleşen, birbirinden uzaklaşan, iletişimi sadece teknolojiyle sağlayan, birbirlerinden soğuyan kişilerin, kendilerini topluluğa bağlama ve onların varlığını hissetme duyguları köreliyor. Bu da aidiyet duygusunun kaybolmasına yol açabiliyor.

    Küreselleşme yalnızca bilgi değil, kültür, sanat, edebiyat, moda gibi birçok alanda da tüm dünyayı bir araya getiriyor. Bunun sonucu olarak da tek tipleşmeye giden bir süreç yaşandığı görülüyor. Toplumların kendine ait kültürlerini yitirmesinin insanlara olan yansıması nedir?
    Yapılan çalışmalar; dünyada baskın olmayan kültürlerin yok olduğunu, toplumların günden güne birbirine benzemeye başladığını, manevi değerlerin giderek kaybolmasıyla geleneklerden uzaklaşıldığını gösteriyor. Bu yeni yaşam biçimi; düşüncelerde, eğlence hayatında, giyim tarzında ve genel olarak insanların hayata bakış açılarında benzerlikler doğurmaya başlıyor. Giyim tarzı, saç modelleri hatta eğlence türlerine kadar neredeyse her yerde farklı kültürler ve farklı modeller kendini gösteriyor. Tek tipleşmeye giden bu süreç, genellikle ailelerin bütçelerini zorluyor. Tüketim odaklı toplum modeli, alım gücü olanlara daha fazla hizmet ediyor. Küreselleşmenin çıkardığı medya ve kültür emperyalizmi, milli kimlik krizine yol açarak, toplumda yabancılaşan ve yalnızlaşan kişilerin artmasına neden oluyor.Bir başka konu ise internet, televizyon, sinema gibi küreselleşmenin en etkin silahlarına yaşamımızı bağladığımız gerçeği. Çoğu insan zamanının büyük kısmını ekran karşısında geçiriyor. Arkadaş ziyaretleri ortadan kalkıp, çocukların oyun oynamak yerine çizgi film izlemesi ya da bilgisayar oyunu oynaması, akrabalık ve aile içi iletişimi ortadan kaldırırken; kendi kültürümüze ait olan diğer anlarda da kayıplar yaşamamıza yol açıyor.

    Teknolojinin hızla ilerlemesi, elimizde tuttuğumuz akıllı telefonlarla her şeye, her yere ulaşabiliyor olmamız ve hızla geçen zamana yetişme çabamız bizi yoruyor olabilir mi?
    Yeniden tanımladığımız hız kavramı; ulaşımda, internette, iletişimin her çeşidinde gelişerek ve hızla büyüyerek, küreselleşmenin en önemli aktörü haline geldi. Hızın günden güne artmasıyla birlikte, kişiler de bu gelişmelere ayak uydurmaya çalışırken, zihinsel ve fiziksel yorgunluklar yaşayabiliyor. Örneğin, Amerika Birleşik Devletleri’nde okul çağı çocuklarının yüzde 6’sı dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğunu (DEHB) kontrol altına alabilmek için ilaç kullanıyor. Peki bu çocukların bir psikiyatrik bozukluğu var mı? Yoksa sorun sürekli uyarana maruz kalmalarıyla mı alakalı? Ya da çocuklar dikkatlerini televizyon veya bilgisayar oyunlarının hızına ayarladıkları için mi sorun çıkıyor? Bu soruların cevapları üzerinde tartışılması gerekiyor.

    Birçok anlamda olumsuz olarak anılsa da küresel dünya düzeninin insanlık üzerinde hiçbir olumlu etkisi yok mu?
    Küreselleşmenin etkileri her gruba göre değişiyor. Bazı toplumlarda demokrasi kültürünün yaygınlaşması, hak arama mücadelesinde yalnız kalınmaması, kültürün aktarılmasında kolaylık sağlanması, farklı kültürlerin ve toplumların daha net algılanması, bilgiye erişim olanağının kolaylaşması gibi olumlu sonuçlar doğuruyor. Özellikle anti-demokratik toplumların küreselleşmeden olumlu yönde etkilenebileceği düşünülüyor. Bunun yanında; küreselleşme, dünya üzerinde çok çeşitli yeni iş imkanları yaratıyor. Haberleşme ve iletişim, daha geniş kitlelere yayılıyor, teknoloji ilerliyor. Eğitim verilmesi suretiyle, beşeri kaynaklar etkileniyor. Çalışma koşullarında bazı iyileşmelere yol açılıyor. Sivil toplum kuruluşları ve bunlar arasındaki ilişki ile dayanışma ruhunun artması da küreselleşmenin olumlu etkileri arasında yer alıyor.

    Ege’ye mi yerleşsek, Akdeniz’e mi?
    Geçmişin emeklilik hayali olan Ege’de sakin bir hayat sürmek, günümüzde yaş farkı gözetmeksizin birçok kişinin aklına, diline hatta icraatına yansıyor. Bu durumun temelinde trafikten kalabalığına, gürültüden kirliliğine dek birçok nedenle büyükşehrin insanı boğması, adeta modern bir hapishaneyi andırması yatabiliyor. Öte yandan bu durumun nedenlerinden biri de küreselleşmenin etkileri oluyor. Uzman Psikolog Sena Yücesan, küresel dünya düzeninin tüketim merkezli bir toplum modelini öngördüğünü belirterek, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Küreselleşen dünya, insanları satın alma gücüne göre kıymetli sayma anlayışını benimsiyor. İhtiyaç dışı tüketimin artması, insanları büyük şehirlerden alım gücünün daha yüksek olabileceği küçük kentlere yönlendirebiliyor. İş hayatına bakıldığında, tıpkı iletişim ve diğer her şey gibi insanların da hızlanmasının beklendiği görülüyor. Bu döngüde kaybolan insan ve insana ait değerler de kişiyi zihinsel ve fiziksel durgunluğa ulaşabilecekleri küçük yerlere yönlendirebiliyor. Bununla birlikte kasaba ile köylerde, şehirde kaybedilen geleneklerin ve kültürün korunmaya çalışılıyor olması da bir etken olabiliyor.”



    CEVAP VER

    Lütfen yorumunuzu giriniz!
    Lütfen isminizi buraya giriniz