İletişim, cinsellik, toplumsal mitler, farklı kültürlerden gelmek gibi birçok etken birlikteliklerde sorunlara yol açabiliyor. Taraflar birbirini suçlayarak zamandan ve sevgiden kaybederken, ilişki de tamiri mümkün olmayan bir sona doğru gidebiliyor.
Hazırlayan: Ayşegül Uyanık Örnekal
Geçmişte bireysel terapi alınması dahi gizlenirken, bugün geldiğimiz noktada çiftler ilişkilerindeki sorunları çözmek için çift terapisine gitmekten çekinmiyor. Birlikteliklerini sona erdirmeden, köprüleri yıkmadan, sorunun kaynağına inmek ve ilişkilerine bir şans daha vermek istiyorlar. Bu noktada da devreye çift terapistleri giriyor. Biz de şimdiye dek farklı açılarıyla ele aldığımız ilişki sorunlarının neler olduğunu en yetkili makamdan öğrenmek istedik. Meşhur yarışmada söyledikleri gibi 100 kişiye sormadık belki ama yüzlerce farklı kişiyle seans yapan beş uzmandan, çift terapilerinde en sık karşılaştıkları sorunları anlatmalarını istedik. Ortaya çıkan sonuçlar belki hepimizin bildiği ancak yüzleşmekten kaçındığı konular olabilir. Gelin, birlikteliklerin temeline dinamit koyan, çoğu kez patlamasına yol açan sorunları bir kez de onlardan dinleyelim.
Uzman Klinik Psikolog Melike Akpınar Kadıoğlu
VM Medical Park Pendik Hastanesi
İLK ADIM, İSTEMEK
“İlişkideki sorunlar ve anlaşmazlıklar, birlikteliği bir döngüye sokar. Çift terapisinde bizler; ilişkideki güçlü ve geliştirilmesi gereken noktaları belirler, ilişki içerisindeki işlevsel ve işlevsel olmayan davranışların döngüsünü tanımlarız. Daha sonra ilişkiyi kendi içinde iyileştirmeyi ve dönüştürmeyi hedefleriz. Çiftler terapiye geldiklerinde öncelikle her ikisinin de sürece gönüllü olup olmadığını, sorunlarını tanımlamalarını, bu sorunları nasıl deneyimlediklerini, onları nelerin tetiklediğini anlamaya çalışırız. Terapiden yarar görme oranını etkileyen en önemli faktör, çiftlerin her ikisinin de sürece gönüllü olmasıdır.
Çift terapisinde sıklıkla gözlemlediğim sorunlar; çiftlerin birbirlerini aktif bir şekilde dinlememesi, duygusal olarak uzaklaşması, cinselliğin azalması, kök aileyle ilgili sorunların olması, ebeveynlik rolleri, gelecekle ilgili beklentilerin farklılaşması, çiftlerin birbirini değiştirmeye çalışması ve yüksek beklentileridir. Kırgınlıklarını, öfkelerini, üzüntülerini ifade etmek yerine biriktirmeyi seçmesi de çatışmanın şiddetini artırmaktadır. Çiftlerin arasındaki temel problemlerden biri, birbirlerinin zihinlerini okumaya çalışmalarıdır. Bunun yerine açık bir şekilde geri bildirim vermek, problemi tanımlamak, beklentileri net olarak ifade etmek ilişkiyi daha işlevsel kılar. Örneğin; partnerlerden birinin beklentisi olduğunda bunu gündeme getirmemesi, partnerinin tahmin etmesini beklemesi zaman kaybı, öfke, hayal kırıklığı, değersizlik hissi gibi birçok olumsuz duyguya neden olur. Bu sırada diğer partner, bu beklentilerden ve duygulardan çoğu zaman habersizdir. Yaşanan duygu durumunu anlamlandıramaz, kendi penceresinden yaşanan olayı yorumlamaya ve zihin okumaya çalışır. Sonuç olarak, çiftler birbirlerinin beklentilerinden haberdar olmadan benzer olumsuz duygulara bürünür.
Çiftler arasında empatinin, şefkatin, ilginin ve tahammülün azalması, birbirlerine eleştirel ve aşağılayıcı bir dil kullanmaya, duygusal olarak uzaklaşmaya neden olur. Bazen çiftlerin birbirini sevme şekli de farklılık gösterebilir. Bu farklılık yeterince anlaşılmadığında, başka bir çatışma gündeme gelebilir. Söz konusu noktada çiftlerin yine birbirine karşı daha açık olmasına ihtiyaç vardır. Örneğin; ‘Partnerim bana nasıl yaklaşırsa ben sevilmiş hissederim? Ondan beklentilerim neler?’, ‘Beni takdir etmesi, yaptığım şeyleri görmesi ya da beni desteklemesi beni sevilmiş hissettirir mi?’ gibi sorularla kişinin kendi sevgi dilini tanımlaması ve bununla beraber partnerini yönlendirmesi ilişkiyi güçlendirir.
HER SORUNUN BİR ÇÖZÜMÜ VARDIR
Çift terapisindeki hedeflerimiz; negatif söylemleri ve tartışma sırasındaki yükselmeleri düzenlemek, hem çatışma esnasında hem de çatışma dışında pozitif etkileşimi artırmak. İlişkileri onarırken de ortak hedefler belirlemek, özel alanlar inşa etmek, bağ kurmak, sağlıklı iletişim ve güvenli bir ilişki hedefleriz. Çiftler çatışmalarda çıkmaza girmek yerine, iletişimde kalmanın yollarını keşfetmelidir. Çatışmamak, ilişki içerisinde bir hedef değildir. Elbette çatışmalar olacak fakat bunları, yanlış anlaşılmaları, karşılıklı kırılmaları onarabilme becerilerini geliştirmek de oldukça önemlidir. Sorunları daha suçlayıcı bir dille gündeme getirmek yerine daha yumuşak, olumlu cümlelerle ifade etmeye çalışmak partnerinizin size karşı daha açık olmasını ve çatışmanın şiddetinin artmasını engeller.
Yaşamda da ilişkide de tüm duygular özünde sağlıklıdır. Öfke, üzüntü, mutluluk, şaşkınlık gibi duyguların sorun olarak tanımlanabilmesi için miktarıyla ilgili problemler olmalıdır. Duyguları ilaç metaforu üzerinden değerlendirirsek; ilacı dozunda aldığımızda iyileşme eşlik eder, az alırsak etki etmez, fazlası ise zehirler; tıpkı duygular gibi! Miktarında deneyimlediğimiz her duygu aslında sağlıklıdır. Çiftler ilişki içindeyken yaşadıkları sorunların çözümü yokmuş gibi hissedebilir, ki bazı sorunlar için gerçek budur. Ancak güçlü bir ilişki inşa ettiğinizde, çözümü olmayan sorunlarla baş etme yöntemini de geliştirmiş olursunuz.”
BEN DİLİNİ KULLANMAYI GELİŞTİRMEK ÖNEMLİ
“Çift terapisinde en sık karşılaştığım sorun, gerçekçi olmayan beklentiler olabilir. Peki, bu ne demek? Terapi bir süreçten oluşur ve çift terapisinde her iki danışanın da bu süreçle olan iş birliği önemlidir. Çift terapisi sürecinde danışanlar, sadece partnerinin değişmesi gerektiğini ve bu şekilde tüm sorunlarının düzelebileceğini düşünür. Ancak bu düşünce gerçekçi değildir. Yani danışanlar çoğunlukla partnerlerini değiştirmek için çift terapisine başvurur. Aslında çift terapisi, aynı zamanda bireysel bir süreçtir. Bireylerin ortak soruna karşı kendi değişim süreçlerine odaklanması, ilişkinin de yönünü değiştirebilir. Partnerlerin terapi sürecine başlama nedenlerinin aslında çift olarak yaşadıkları problemler olduğunu unutmamalıyız. Bu nedenle tek bir tarafın değişim sürecine odaklanmak, gerçekçi bir yaklaşım olmayacaktır. Aslında çiftlerin ilişkide yaşadığı bir problem, her ikisinin de ortak sorunudur.
Psikolog Mert Kaya
Moodist Psikiyatri ve Nöroloji Hastanesi
Elbette problemin oluşmasında partnerlerden birinin payı, diğerine göre daha fazla olabilir. Problem ortak olduğu gibi bunu çözmek için de iki partnerin ortaklığına ihtiyaç duyulur. Birbirlerine karşı eleştirel yani ‘sen’ dilinden uzaklaşmak ve terapi sürecinde aslında bireylerin kendini yorumladığı, anladığı ‘ben’ dilini kullanmaya dair becerileri geliştirmek önemlidir. Bu becerileri kazanmak partnerler arasında empati kurabilmeyi, iletişim becerilerini ve birbirlerine karşı güvenlerini artırabilir. Bir yandan da bu becerileri geliştirmenin bir süreç gerektirebileceğini unutmamalıyız. Birçok terapi alanında karşılaşıldığı gibi çift terapisinde de danışanlar hızlı bir yanıt yani ‘sihirli değnek’ bekleyebilir. Bu tarz durumlarda danışanlarıma hem kendilerine, hem partnerlerine hem de terapi sürecine zaman vermesi gerektiğini vurgularım ve terapi sürecini bir filizin çiçek açmasına benzetirim. Bu filizi sulamak, toprağını değiştirmek, güneş almasını sağlamak emek ve zaman ister.”
ENGELLER, DOĞRU İLETİŞİMLE AŞILIR
“Çift terapilerinde en sık rastlanan sorunun ‘iletişim’ olduğunu söylemek mümkün ancak iletişim sorunu, başka birçok soruna sirayet eden önemli bir meseledir. İlişkisinde problem yaşayan bir çifti gördüğünüzde, toplumsal bakış açısıyla ilk değerlendirmeniz ‘Anlaşamıyorlar, iletişim sorunları var’ demek olabilir fakat mesele bundan çok daha derin. İletişim sorunu denildiğinde, ilk olarak birbirinin ihtiyaçlarını anlayamayan çiftlerden söz edebiliriz. Terapi odasında sıkça rastladığımız birbirini görmeme, birbirini duymama halidir bu. Birey yalnızca kendini anlatmakla meşguldür, anlaşılma çabası içindedir. Partneri ile ayrı frekanslardadır. Karşısındakinin ne yaşadığını görmeyince, onun ihtiyaçlarını fark etmeyince de buna uygun bir yanıt verememesi kaçınılmazdır. Öte yandan birey, partnerinin hatalarına odaklı bir iletişim yolu belirlediğinde, sıklıkla suçlayıcı bir dil kullanıldığı göze çarpar. Duygusal mesafeye yol açabilen bu tutum, ilişkinin genel sağlığını da olumsuz etkiler.
Uzman Klinik Psikolog Sedef Koç Bal
Üsküdar Üniversitesi NPİstanbul Hastanesi
Sağlıklı iletişimi engelleyen bir diğer nokta ise partnerlerin duygu regülasyonunda zorlanmasıdır. Çift terapisine genellikle ilişki çıkmaza girdiğinde başvurulduğu için o esnada bireyler gergin ve tepkiler yüksektir. Duygusal iniş-çıkışların yaşandığı bu evre, ilişkinin geleceği hakkında karar almak için en doğru zaman değildir elbette. Çiftler; öfke, mutsuzluk, hayal kırıklığı gibi olumsuz duyguların etkisinde kendini doğru ifade edememe, sağlıklı bir şekilde tartışamama gibi zorluklar yaşar.
İlişki dinamiğini sarsan yaşantıların da iletişim üzerinde olumsuz etkisi görülür. Güven eksikliği, sadakatsizlik, bağımlılık, finansal zorluklar, kayıplar, köken ailelere ilişkin sorunlar ilişkiyi doğrudan etkiler. Onarılması zor olan yaşantıların çözümlenebilmesi için öncelikle kabul, duyguların anlaşılması ve sağlıklı yollarla aktarılması önemlidir. Duygusal bağlılığı zedeleyen olaylarda, iletişimi güçlü olan çiftler sorunlarını daha sağlıklı bir şekilde ele alabilir ve aralarındaki bağı koruma konusunda daha başarılı olabilir.
Ayrı iki dünyanın bir arada olmaya çalışması, birtakım zorluklar yaşanmasını elbette olağan kılar. Birbirlerinin beklentilerini anlayamamak, bireysel farklılıkları göz ardı edip yalnızca ilişki odaklı yaşamak, birbirine alan tanımamak da bu uyum sürecini olumsuz etkiler. Çift terapilerinde bu farklılıkların anlaşılması ve ortak bir beklenti zemini oluşturulması amaçlanır.
Bu terapilerde öncelikli hedef; tarafların birbirlerini doğru bir şekilde duyabilmesi, anlaması ve duygusal ihtiyaçlarını ifade edebilmesi için sağlıklı bir iletişim yolu geliştirmesine yardımcı olmaktır. Bu süreçte her iki tarafın da sorumluluk alması ve ilişkilerini onarma konusunda istekli olması, tedavi başarısını artıran en önemli unsurlardır.”
ÖNEMLİ OLAN, İKİ FARKLI İNSANIN AHENK TUTTURMASI
“Yaşamın kendisinde doğal bir dinamik olan ilişkiler, yakın ilişki ve evlilik içinde farklı argümanları barındırır. Dolayısıyla çatışmaları ve hassasiyetleri de farklı olur. Uzmanlar, çiftlerin ilişkideki problemlerini ve çözüm arayışlarını ancak getirdikleri yerden ele alabiliyor, ki bu durumda ilişkinin oturmuş bir iletişim dili ve inançları söz konusu. Karşılaştığımız problemleri çok temelden özetleyecek olursak -buz dağının görünmeyen kısmında- şöyle sıralayabiliriz:
- Ebeveynlik rollerindeki farklılıklar ve sorumluluk paylaşımları,
- Çiftlerin ilişkilerinde inşa ettiği ilişki dili ve iletişimi sürdürmeme,
- Bireysel gelişimdeki ve yaşam beklentilerindeki farklılıklar,
- Tartışma ve konuşmadan kaçınma,
- Gelecekle ilgili partnerini dinlememiş ve ortak payda oluşturmamış olmak.
Uzman Klinik Psikolog Semra Korkmaz
İstanbul Okan Üniversitesi Hastanesi
‘SORUN HANGİMİZDE, BİZ BU HALE NASIL GELDİK?’
Çiftler farklı nedenlerle bir uzmana başvursa da temelde ortak sorunlar yatar. Her ilişkinin kendine has sorunları olmakla beraber, merceği tutmamız gereken noktalar iletişim ve ilişki dili, ebeveynlikle ilgili öğretiler ve beklentiler, evlilik öncesindeki inançlar ve kültürel aktarımlar, kişinin kendi öğretilerinden, deneyimlerinden yola çıktığı partner beklentisi, evlilik öncesinde veya yeni rol alımında uzmana başvurmada gecikmeler olarak söylenebilir. Yaşam, kişilerin kendine özgü bir ‘olma hali’ olduğunu unutmadan psikologlar ve uzmanlar eşliğinde bazı kritik zamanlarda desteklenmeli. Özellikle dönüşüm dönemlerinde profesyonel destek ihmali; sürecin daha yıpratıcı, onarılması zor hasarlarla geçirilmesine ve çoğu zaman negatif inançlarla boşanmalara varabilir. Evliliğin tüm ilişkilerden değişik bir evre olduğu ve dinamiğinin farklılığı gerçeğinin göz ardı edilmesi, çiftleri çoğu zaman hayal kırıklığıyla terapi odasına getirir. Bu da çaresizlik hissi ve partnere inanç yüklemeleri yapmak olarak görülür. İnsan olmanın getirdiği bir ihtiyaç ve anahtar var ki, o da iletişim! Çiftlerin ilk adımı bu noktada atabilmesi, sürecin sağlıklı yürütülmesinde sonuçtan bağımsız olarak olumlu etki yaratır.
NE ZAMAN DESTEK ALMALI?
Her ilişkinin kendine özgü ve dinamiklerinin farklı olduğu unutmamalı. Çift olmadan önce bireysel ve çift danışmanlığı, anne-baba döneminde ebeveyn danışmalığı, boşanmadan önce de boşanma danışmanlığı alınmalı; aile olmanın getirdiği tüm değişim ve zorlanmalarda uzmana başvurmalı. Yaşamı ve ilişkileri sürdürülebilir kılmak, kendi rolümüzü farkındalıkla yaşamak için destek almaktan kaçınmamak gerekir. Yaşamda karşılaştıklarımız ve görevlerimiz, değişim halindedir. Bu dönüşüm dinamiğinde bir uzmanın eşliği, kişinin kendini tanıyabilmesi, ilişkilerini şekillendirmesi, olumsuz deneyimlerini algılamada ve karşılamada, çözüm yolları geliştirmesinde destekleyici etki sunar. Kendimizi tanıdığımız, partnerimizi dinlediğimiz ve duyduğumuz, her durumda iletişim zemininde kalabildiğimiz sevgi dolu ilişkilere…”
EN BÜYÜK SORUN, CİNSEL PROBLEMLERİN FARKINDA OLMAMAK
“Bir film repliğinde erkek ‘Yahu yabancı kadınlar yatakta keklik gibi, bizim kadınlar Kızılay’a kan veriyorlar gibi yatakta can çekişiyor’ demişti.
‘Hocam hep erkek mi seks ister, bir kere de kadın olarak eşim başlatamaz mı? Nedir erkeklerin çilesi, reddedildikçe ben de istemez oldum. Cinselliğimiz berbat eşimle. Aslında aşk evliliği yapmıştık, birbirimizi seviyoruz. Nasıl bu noktaya geldik, anlamıyorum. Eşim cinsellikten anlamıyor; isteksiz, kaçıyor, hep ben mi isteyeceğim, sıkıldım reddedilmekten!’
Uzm. Dr. Sevilay Zorlu
Psikiyatrist & Psikoterapist
PEKİ, BUNUN NORMALİ NEDİR?
Psikolojide normalin tanımı yok ama anormalin tanımı var. Önemli olan, çiftin cinsel istek frekanslarının uyumu. ‘Her gün cinsellik yaşıyoruz’ ya da ‘Biz üç ayda bir seks yaparız’ diyebilirler. Aralarında görüş ayrılığı var ve eşlerden biri her gün, diğeri üç ayda bir seks yaparım derse, bu bir sorundur. Cinsel istek sıklığı kişilere, çiftlere ve onların yaşamlarının evrelerine göre değişir. Kadın istemese de kocasına karşı görevi olduğu için cinselliği yaşamak zorunda hisseder kendisini çoğu zaman. Cinsel ilişkide erkek mutlu edilmelidir, kadının cinsel isteğinin, uyarılmasının, haz almasının önemi yoktur.
Kadının cinsellikte istekli olması toplumsal kabul görmez. Çünkü bilinçaltında sevişmeyi başlatan kadınlar ahlaksızdır. Daha doyurucu seks eşle değil, para karşılığı yapılır. Kadın evlilikte hele bir de çocuk doğurup sorumlulukları değişirse… Artık eş rolü yerine, anne rolü eklenmiştir. Anne kutsaldır, dokunulmazdır.
CİNSELLİK, İKİ BEDENİN BİR ARAYA GELMESİ DEĞİLDİR
Erkek her zaman seks ister, sekse hazırdır ve her erkek her kadına nasıl zevk vereceğini bilmelidir. Tıpkı bir seks makinesidir erkek, açma kapama düğmesi ile harekete geçer. Kadın, kendine biçilen rolde hanım hanımcık olmalıdır. Eline erkek eli değmemelidir. Kadının da erkeğin de kafası karışır. Evlenene kadar kadına her şey yasak, erkeğe ise serbesttir. Bir gecede evlilikle birlikte her türlü cinsel faaliyet serbest oluverir. Kadında, bekarete zarar vermeyen cinsel faaliyetlere evlilik öncesi göz yumulur. Ne de olsa kızlık zarı korunur, namusu da zarar görmemiş olur.
Erkekler; evlenmeden önce sevgilileri ile yaşadığı cinselliği detaylı paylaşır, her yaşadığı cinselliği skor tablosuna ekler. Evlendikten sonra eşiyle yaşadığı cinselliği hiç kimseyle paylaşmaz. Çünkü eşi, namusu ve çocuklarının anası olmuştur. İlginç bir şekilde kadınlarda cinselliği konuşabilme tutumu ise tersine döner. Evlenmeden önce hiç cinsellik konuşmayan kadın, birdenbire eşi ile olan cinsel hayatını diğer kadın arkadaşları ile daha rahat bir şekilde konuşmaya başlar. Evlilik öncesine göre, evlendikten sonra her şey bir sihirli değnek değmişçesine değişir mi, yoksa değişmesi mi beklenir? Unutulmamalıdır ki cinsellik, iki bedenin bir araya gelmesi değildir. Esasında iki aklın, iki gönlün, iki ruhun bir araya gelmesidir.”
Formsante Aralık 2024 – Ocak 2025 sayısından