Diğer
    Ana SayfaİlişkiTakıntıları yatağa sokmayın

    Takıntıları yatağa sokmayın

    -

    Herkesin yaşamında kafasını taktığı bir şey elbette var. Ancak bunlar hayatı zorlaştıracak boyuta geldiği zaman, sorunları da beraberinde getiriyor. Özellikle cinsel hayata ilişkin takıntılar kişide hatta partnerinde dahi sorunlara yol açabiliyor.

    Hazırlayan: Ayşegül Uyanık Örnekal

    Kimi burnunu, kimi yan komşusunu, kimi de sokakların pisliğini takıntı haline getirebiliyor. Bunlar eğer çözüm üretilebilecek sorunlarsa ve kişi nedene yönelik bir aksiyon alarak sonuca ulaşabiliyorsa problem yok. Ancak kişi, takıntılarını sadece yaşamını zorlaştıracak şekilde kendine dert ediyorsa o zaman müdahale etmek gerekiyor. Bununla beraber öyle takıntılara rastlanıyor ki sadece gündelik yaşamını değil, kişinin en mahremini yani cinsel hayatını da derinden etkileyebiliyor. “Karanlıkta olmazsa olmaz”dan “seks sadece yatak odasında yapılır”a dek birçok sabit fikir kişinin seks yaşamını sekteye uğratırken, kimi zaman partneriyle olan ilişkisini de olumsuz etkileyebiliyor. Takıntıların cinsel yaşama etkisini, nedenlerini ve nasıllarını Psikiyatri Uzmanı Dr. Barış Kabayiğit ile konuştuk.

    Cinsel hayata ilişkin, yaşanan en belirgin sıkıntılar neler?
    Bu duruma, dünyanın farklı bölgelerinde ve kültürlerinde sıkça rastlanıyor. Bilimsel araştırmalara göre, ortalama her üç kişiden biri yaşamının herhangi bir döneminde en az bir cinsel işlev bozukluğu yaşıyor. Çeşitli toplum ve kültürlerde yapılan çalışmalar, cinsel işlev bozukluklarının rastlanma sıklığı açısından birbirine benzer sonuçlar veriyor. Ancak kültürel ve toplumsal etkenlerle ortaya çıkan bazı farklılıklar da var. Örneğin, bizimki gibi muhafazakar toplumlarda cinselliğin yasaklanması, formel bir cinsel eğitimin olmaması, tabu olarak algılanması ve bekaretin önemsenmesi gibi etkenler kadınlarda vajinismus ile cinsel istek bozukluklarına; erkeklerde ise cinsel istek ve boşalma bozukluklarına cinsel liberalizmin egemen olduğu toplumlara göre daha yüksek oranda rastlanmasına yol açıyor. Yine cinsel deneyimin yetersiz olduğu toplumsal kesimde ya da gençlerde, erkeklerde erken boşalma, kadınlarda ise çeşitli orgazm güçlüklerine daha sık rastlanıyor.

    Toplumsal kuralların, dini öğretilerin bu konuda rolü var mı?
    Cinsel sorunların nedenleri arasında bu konudaki eğitim eksikliği, yanlış inanışlar, cinsel işlevi olumsuz etkileyen hastalıklar ile cinsel yan etkisi olan ilaçlar yer alıyor. Bunların yanı sıra yenidoğan bir bebek, içinde yetiştiği toplumun geleneklerine, dini inanç ve ahlaki tutumlarına göre şekillenerek, birey oluyor. Çoğu zaman yalnızca sosyokültürel nedenler bir cinsel işlev bozukluğunun ortaya çıkmasında başrolü oynayabiliyor. Örneğin vajinismusun; muhafazakar toplumsal yapı, bekaret ve namus gibi geleneksel değer yargıları, aşırı acı, kanama ve ilk gece korkuları gibi cinsel mitler ile cinselliğin yasaklandığı, rahatça konuşulamadığı, cinselliğe yönelik olumsuz tutumların sergilendiği tutucu aile ortamlarında yetişme ve benzeri unsurlardan kaynaklandığı biliniyor.

    - Advertisement -

    Özellikle kadınların birtakım takıntıları cinsel hayatı etkileyebiliyor. Örneğin, karanlıkta ya da sadece yatakta sevişmeyi istemek gibi… Bunun temelinde ne yatıyor?
    Aslında cinsiyetten bağımsız olarak kişiler birtakım alışkanlıklar, kaygılar, korkular ve beklentilerle kuşatılmış şekilde yaşıyor. Bunlar da cinsel ilişki sırasında ortaya çıkıyor. Korkulardan kurtulmanın yolunu aramak yerine, alışıldık, korkutmayan, en güvenilir olanla yetinmek çoğu insan için daha riskli geliyor. İnsan psikolojisini oluşturan temel tutumlar, kişilik özellikleri, duygular, bilişsel işlevler, geçmiş yaşantılar, travmalar, öğrenilmiş davranış modelleri gibi unsurlar cinselliğe yaklaşımımızı ve seçimlerimizi belirliyor. Dolayısıyla kişilik özellikleri çekingen ve kaygılı birinde karanlıkta sevişme isteğiyle karşılaşılabiliyor.

    Özgüven eksikliğinin etkisi olabilir mi? Vücudundan rahatsızlık duyan bir kadının karanlıkta sevişmek istemesi gibi…
    Evet, tabii ki olabilir. Kişi, genel olarak bedeninden ya da belirli bir bölgesinden rahatsızlık duyabiliyor. Kendisini şişman ya da zayıf olarak algılayabiliyor. Memelerinin ya da cinsel organının şeklinden memnun olmayabiliyor. Belki sadece çıplak olmaktan utanıp, o şekilde görünmek istemeyebiliyor. Tüm bunlar kişisel beklentilerle var olan bedensel yapı arasında bir uyumsuzluk halinde gündeme geliyor. Yani bireyin dış görünüşü nasıl olursa olsun kendisiyle barışıksa, bedenini karanlığa gizlemek zorunda kalmıyor.

    Çok titiz olmak ve aşırı hijyen saplantısı, çiftler arasındaki cinsel ilişkiyi nasıl etkiliyor?
    Bu soruda aklıma obsesif kompulsif bozukluk (OKB) hastalarımız geliyor. OKB hastalarıyla yürütülen çalışmalar; bu kişilerin özgüvenlerinin düşük, utanma duygularının yüksek olduğunu, yakın ve sürekli ilişki kurmakta güçlük çektiklerini, genel toplumla karşılaştırıldığında evlenme oranlarının daha düşük, cinsel deneyimlerinin daha az olduğunu ve daha az cinsel doyum yaşadıklarını gösteriyor. Söz konusu gruptaki hastalar, cinsel olarak da daha zor uyarılıyor. Orgazm ile ilişkili sorunları sık yaşayıp, cinsel yakınlaşmalardan kaçınıyorlar.

    Ailenin öğretileri nedeniyle seks yapmayı günahkarlıkla, suçluluk duygusuyla özdeşleştirmeye de rastlanıyor mu?
    Evet, dini ve toplumsal olarak bizim gibi muhafazakar toplumlarda bu tür yaklaşımlarla karşılaşılabiliyor. Cinsellik sadece neslin devamı için gereken bir eylem olarak düşünülebiliyor. Bu fikirlerle mücadele etmenin en önemli yolu da okullarda verilecek cinsel eğitimden geçiyor aslında. Sadece ailenin ya da dini duyumların etkili olduğu bir bilgi edinme şekli eksik ve hatalı olabiliyor. Bizlere başvuran kişilere öncelikle bu tür yanlış inanışları değiştirebilmek için cinsel konularla ilgili ayrıntılı bilgi vermemiz gerekebiliyor.

    Partnerler bu tarz durumlarda karşı tarafa yani takıntılarının esiri olmuş kişilere ne şekilde yaklaşıyor?
    Cinsel yaşamın, takıntıların esiri olduğu bu tür ilişkilerde başlangıç dönemlerinde eşler mücadele ediyor, çözüm aramaya çalışıyor ancak zamanla bu gücü kaybedenler olduğu gibi topyekün cinsellikten uzaklaşanlara da rastlanabiliyor.

    İlişkinin gidişatı nasıl oluyor? Sonuçta neyle karşılaşılıyor?
    Cinsellikteki bozulmanın ilişki üzerine de olumsuz etkileri oluyor. Eşlerin birbirinden uzaklaşmasına yol açabiliyor. Bazı çiftler ise birlikte bir cinsel terapiste başvurup çare arıyor, ki böyle durumlarda tedavi süreciyle birlikte sorunlar çözülebiliyor.

    Bu tür takıntıların tedavisi mümkün mü?
    Elbette mümkün! Cinsellik başta olmak üzere tüm takıntılar, medikal yöntemler ve bilişsel terapilerle tedavi edilebiliyor. Bu tür sorunlar nedeniyle cinsel hayatında sorun yaşayan kişilerin vakit kaybetmeden bir uzmana başvurması önem taşıyor.

    Şehir efsanelerine itibar etmeyin
    Cinsellikle ilgili birçok yanlış ve sık rastlanan inanış var. Örneğin; “Cinsel ilişki isteğini erkek belirtmeli”, “Tüm fiziksel yakınlaşmalar sevişmeyle sonuçlanmalı”, “Cinsel ilişki arzusunu belirten kadın hafif biridir” ya da “Dikkat başka yere çekilirse, erken boşalma önlenebilir” gibi birçok yanlış inanış toplumsal olarak aktarılarak cinsel işlev bozukluğuna sebep oluyor. Bunların hepsi birebir görüşmelerde karşılaşılan ve değiştirmek için mücadele edilen yanlış inanışlar arasında yer alıyor. Öte yandan takıntılar da çok çeşitlilik gösterebiliyor: Temizlik, düzen, biriktirme, emin olamama… Söz konusu bulguların cinselliğe yansımalarına rastlanabildiğini belirten Psikiyatri Uzmanı Dr. Barış Kabayiğit, “Kirleneceğinden kaygılanıp cinsellikten uzak durmak, belli bir düzen ve ritüeller gerçekleşmeden cinselliği yaşayamamak gibi durumlar söz konusu olabiliyor. Sonuç olarak eşlerin cinsellikten doyum alma düzeyleri düşüyor” diyor.



    Önceki İçerik
    Sonraki İçerik

    1 Yorum

    1. Astım bronşit denilince bronşlarda
      iltihaplanmayla birlikte daralma olur. Bu daralmaya dolayı
      hastalarda, normal bronşitten farklı olarak nefes darlığı ve
      hırıltılı nefes alıp verme görülür. Akciğerlerimizde bulunan ve
      akciğerlerimize hava taşımaya yarayan bronş dediğimiz
      borucukların içinin iltihaplanmasıdır. Normal bir bronşitte
      oluşanbronşlarda daralma yoktur.
      Propolis doğada,en çok antioksidan içeren,en güçlü
      antibiyotik,antimikotik,antienflamatuar,antiviral,antibakteriyel,
      antihistaminik,antifungal maddedir.Propolis en güçlü kimyasal
      bazlı sentetik antibiyotikten 100 misli güçlüdür.
      Hormonlu,gdo lu,kimyasallı,katkılı işlenmiş endüstriyel gıdaların
      ve doğal olmayan batı tipi beslenme tarzının sebep
      olduğu hastalıkların modern tıpta ilaçlarla tedavisinin yapılamadığı
      veya yapılmadığı,herkesçe malumdur.
      Kimyasal bazlı sentetik ilaçlarla,Başta Candida olmak üzere;ülser,
      gastrit,sinüzit,ASTIM BRONŞİT,şeker,tansiyon ve kolestrolden,
      iyileşen tek bir kişi yoktur.
      Halbuki tüm bu hastalıkların Doğal yöntemlerle kalıcı olarak
      tedavisi mümkündür.Vakit uyanma ve sorgulama vaktidir.
      Enfeksiyonel hastalıklarda kullanılan sentetik antibiyotikler,
      bağırsak florasındaki yaşam dostu,sağlığımızın sigortası,
      yararlı bakteriler olan,probiyotikleri yokederek,bağışıklık
      sistemimizi zayıflatmaktadırlar.
      Erzurum Ziraat mezunu 34 yıllık bir Apiterapist ve İmmunoterapist olarak; Apiterapi
      ve İmmunoterapinin sinerjik etkilerinden yararlanarak
      yüzlerce kişinin iyileşmesine vesile oldum.Doğru Ürün temini,
      Astım Bronşitte Propolis in kullanım teknikleri
      ve bağırsak florasının yenilenmesi konularında bilgi,birikim ve
      dengeli doğal beslenme ile ilgili…

    CEVAP VER

    Lütfen yorumunuzu giriniz!
    Lütfen isminizi buraya giriniz