Formsanté

Mükemmeli ararken sahteleşen hayatlar

agustos-2012-iliski-resim-1

Hayatımızın dışarıdan bakınca pahalı ve kaliteli görünmesi için çabalayıp dururken içeride gerçek bir ilişkiyi, sağlıklı bir iletişimi, koşulsuz bir sevgi bağını es geçiyor olabilir miyiz?

Yakışıklı, başarılı ve zengin bir erkek… Herkesin imrenerek baktığı bir evlilik… Çok zeki, hem derslerinde hem sporda başarılı, öğretmenlerinin gözdesi bir çocuk… Dekorasyon dergilerine taş çıkartacak bir ev… Ve tüm bunlara sahip güzel, fit, şık ve mutlu bir kadın… Her şey bu kadar mükemmel olabilir mi? Yoksa biz sadece bu mükemmelliğin maskeli oyuncuları mıyız? Psikoterapist Ayşe Yılmaz’a ilişkide mükemmeli arama ve yaratma sendromunun iç yüzünü sorduk.

Neden her geçen gün daha mükemmeliyetçi oluyoruz?
Bu duruma mükemmeliyetçilik mi diyelim yoksa sahte benliklerin peşinde sürüklenen bir topluluğun biçimsel mükemmeliyetçilik çalışması mı diyelim, önce buna karar verelim. Ne demek biçimsel mükemmellik; eşim, işim, çocuğum mükemmel olsun diye uğraşan bir ‘ben’ var. Bu sırada ne yaptığımızın farkında olmuyoruz. Sadece böyle olması gerektiğini düşündüğümüz için didinip duruyoruz. Yani endüstri, ekonomi ve eğitimdeki hızlı gelişmeyle her şey markalaşırken kendi markamızı da mükemmellik olarak patentledik farkında olmadan… Normal şartlarda hiçbir insan kendine zarar verecek, kendini yoracak bir şeyin peşinde koşmuyor. Ama toplumsal olarak ilişkimiz, işimiz, evimiz, dış görünüşümüz belli özelliklere sahip olmazsa bulunduğumuz yere ait olmayacağımızı düşünüyoruz farkında olmadan. İstediğimiz hayatın pahalı ve markalı görünmesi için uğraşıp, didinip duruyoruz.

Bu mükemmeli arama çabası neden kaynaklanıyor?
Aslında modernlik ve ilericiliği biraz kalıplaştırıp markalaştırmamızdan kaynaklanıyor bu arayış. Asıl önemli olan kendi tercihlerimizi yapabilme becerimizin olması… Eskiden insanların şimdiki kadar rahat tercih yapma şansları yoktu. Ataerkil veya cemaat tipi toplumlarda tercihler bireylerin dışındaki faktörlere bağlı olduğu için otomatikman kısıtlanmış durumdaydı. Günümüz koşullarında bireysel kararlarımızı verebilmemiz gerekiyor ve karmaşa burada başlıyor. Burada aynı sizin sorduğunuz gibi neden mükemmellik sorusunun cevabı belki; aileleri tarafından bireyselleşmeye uygun yetiştirilmeyen, ona hiç sorulmadan, yerine kararlar verilerek, doğrular oluşturularak, belki de kendilerinin oluşturamadığı değerliliği çocukları üzerinden yaşamak isteyen ebeveynlerin yetiştirdiği çocuklar mükemmel eş, iş, aşk, çocuk vs. ihtiyacı duyuyorlar. Bir ev düşünün, çok güzel inşa edilmiş, boyanmış, döşenmiş ama altyapısı olmadığı için suları kesiliyor. Tıpkı böyle… Bireyselleşip duygusal olgunluğa ulaşmış insan problem çözebilir, karar verir, doğru ve yerinde müdahale ederken kaçınmaz. Sürekli bir şeyleri ispat etmek, göstermek zorunda hissetmez kendini. Örneğin aslında kişilik yapısı uygun olmayan kişiler, çevre onlardan bunu beklediği için çocuk sahibi olmak istiyor. Olmayınca kendilerini yetersiz ve mutsuz hissediyor. Bakılacak şey şu; tercihlerimiz gerçekten bizim tercihlerimiz mi?

Devamı diğer sayfada

agustos-2012-iliski-resim-2NEDEN HUZURSUZUM?
Bir türlü elinizdekilerle yetinememek, hep daha fazlasını istemek, ailenize, arkadaşlarınıza, komşularınıza, çocuklarınıza tahammül edememek, bir süre sonra kendinize de tahammül edemez hale gelmek… Eğer bu insan sizseniz;
■ Sosyal ilişkilerinize göz atın: 30 yaşına gelmiş bir insanın 5-6 yıllık bir-iki dostu olması gerekiyor. Eğer bulunduğunuz çevrelerde herkes size yanlış yapıyor, kimse sizi anlamıyor, çevrenizdekilerle hep bir geçimsizliğiniz varsa bunu dikkate almak şart. Öte yandan dostluklara kıymet vermek, insanları olduğu gibi kabul etmek çok önemli. Çünkü yakınlarımız genellikle bizi dinlemiyor, eleştirmeyi tercih ediyor. Oysa biz sadece dinlenmek istiyoruz. Kendimizi birine engellenmeden anlatırken ikilemlerimizi zaten kendimiz fark ediyoruz. Kimsenin bir eleştiri yapmasına, fikir vermesine dahi gerek kalmıyor. Kendi çevremizdekileri de az yemek yapmış, iyi giyinmemiş, geç gelmiş gibi yargılarla eleştirmemiz gerekiyor. İnsanların eleştiriye değil, paylaşıma ve sohbete ihtiyacı var.
■ Aile ilişkilerinizi değerlendirin: Kendinizi ailenize ne kadar ait hissediyorsunuz ve orada ne kadar yeriniz var? Örneğin ailenin en küçüğüyseniz ve ağabeyiniz nedeniyle aile içinde büyüyecek yeriniz, yerleşke alanınız kalmamışsa bununla yüzleşmeniz gerekiyor. Çare ise oradan çıkabilmekte yatıyor. Aile ilişkilerini bozmadan, sistemi dağıtmadan, anlaşılabilir savunmalarla oradan çıkıp başka bir yerde yeşermeniz, sizin bir eksikliğiniz olmadığını fark etmeniz gerekiyor.
■ Tekrarları yaşamayın: Ailede yaşadığınız sorunları kendi hayatınızda da tekrarlamayın. Sorunların farkında olun ki ailedeki aynı figürleri tekrar hayatınıza sokup benzer sorunları baştan yaşamayın, kendinizi yine aynı hissetmeyin.
■ İş ilişkilerinizi gözden geçirin: İş yerinizde bir çatışma varsa bunu net çatışma olarak değil, kendinizi o kişiden farklı şekilde ortaya koyarak sürdürün. Cesaretiniz varsa gerekli duruşları sergileyerek, duygusallığa kapılmadan mücadele edin. Eğer buna gücünüz olmadığını düşünüyorsanız başka bir kulvara geçin ama kalıp uygun mücadele etmenin uzun vadede daha iyi sonuç vereceğini unutmayın.

Bu durum ilişkide hangi hataların yapılmasına neden oluyor?
Çok güzel giyiniyoruz, saçımıza, kıyafetlerimize çok özen gösteriyoruz. Vücudumuzda beğenmediğimiz noktalara müdahalelerde bulunuyoruz. Enerjimizin yüzde 80’ini bunlar için harcıyoruz. Bir de karşımızdaki kişiyle iletişim sağlamak, birlikte vakit geçirmek, sınırları koruyarak mutlu olabilmek için enerji harcamamız gerekiyor ama geriye kaldı yüzde 20. Bir diğer konu ise yanımızda taşıyacağımız kişinin zihnimizdeki ideal kişiyle uyuşup uyuşmadığı… Belki o bizim için mükemmel olan kişi değil ama onu bu çerçeveye oturtmaya çalışıyoruz. Hayalimizdeki erkek beklentilerimize karşılık veren, çok başarılı bir erkek ama yanımızdaki kişinin o erkek olduğu tartışılır! Biz ilişkiye bu beklentilerle hazırlanıyor ve o adamın hayalimizdeki erkek olup olmadığını bile sorgulamıyoruz. Bir kavanozun içinde, kendi yarattığımız dünyada adeta kendimizi ve diğerini oynuyoruz. Hayatın içinde zamanla aksaklıklar yaşanıyor ve bir gün mükemmel olduğuna inandığımız partnerimiz ondan beklediğimiz davranışı göstermeyince büyük şok yaşıyor, onu yücelttiğimiz yerden en dibe indiriveriyoruz.

 

Devamı diğer sayfada

Duygularımızın ve kimliklerimizin rol karmaşası
Psikoterapist Ayşe Yılmaz, huzursuzluklarımızın büyük bir bölümünün rollerimize sahip çıkamama veya yine zihnimizdeki ideal rolü oynamamız nedeniyle oluştuğunu belirterek şunları söylüyor: “Anne olmak yerine çocuğuyla arkadaş olarak mükemmel anne olma çabası neden? Çocuğun iyi bir anneye ihtiyacı var, arkadaşı kendi edinecek. Ya da iyi bir eş yerine daha iyi bir dost, arkadaş veya iş arkadaşı olmak neden? Veya genel müdür değilken tıpkı genel müdürmüş gibi çalışmak neden? O zaman genel müdür ne yapacak? Ya duygularımızın rolleri… Mutsuzken değilmiş gibi davranmak, ağlayacakken gülmeye çalışmak, bozulup incinmişken hiçbir şey yokmuş gibi davranmak, kızıp öfkelenirken sakinleşip kızmadan anlatmaya çalışmak. Her şey mükemmel ve güçlü olmak için değil mi? Nihayetinde insan biraz şekerli, biraz tuzlu, zaman zaman ekşi, bazen acı, çeri çöpü her şeyi içinde, kararınca, olduğu gibi mükemmel değil mi zaten? Belki bu lezzettir aradığımız.”

Burada eleştiriler devreye giriyor değil mi?
Bize benzemediği için onu eleştiriyoruz. Oysa ‘Bana neden böyle yaptın?’ demek yerine ‘Bunu neden yaptın?’ demek ve cevabı dinlemek gerekiyor. Böylece karşı tarafı anlama şansınız doğuyor. Karşı tarafı tanımak çok önemli… Örneğin 30 yıl sonra ayrılan eşler oluyor. Kadın diyor ki, ‘Bana bunu yapabileceği hiç aklıma gelmemişti.’ Neden? Çünkü düşünmedin, korktun, kaçtın ve kafanda yarattığın adamla 30 yıl geçirdin. Algına uymadığı zaman onu eleştirdin, onun sana kendini sevdirmek için yaptıklarından çok mutlu oldun. Ama o bir gün gerçek özünü buldu ve sen şu an dehşete kapılmış durumdasın! Oysa önce kendi gerçeğini görmek, sonra karşındaki kişinin gerçek niteliklerini artısı ve eksisi ile değerlendirmek gerekiyor. Biz uzmanlar insanlara aileleri, eşleri ya da çocukları ile ilgili olumlu veya olumsuz özellikleri sorduğumuzda ya olumsuz özellik bulamazlar ya da o kadar olumsuz konuşurlar ki iyi özellik bulamazlar.

agustos-2012-iliski-resim-3TOPLUMUN İKİ YARASI: BAĞLANMA&AYRIŞMA
Mükemmel ilişkiler denildiğinde toplumsal olarak iki patolojimiz bulunuyor: bağlanma ve ayrışma. Her ikisi de çocukluk dönemine dayanıyor. Örneğin annenin beklentileri karşılanmadığı için sürekli değiştirilen bakıcılar nedeniyle çocuk her seferinde başka bir yüze bakıyor ve her seferinde yeniden bağlanması gerekiyor. İlerleyen yıllarda ne işine, ne eşine, ne dostlarına bağlanamayan hatta sürekli evini değiştiren insanlar yetişiyor. Hayatında önceleri sadece annesi varken ayağa kalktığı andan itibaren dünyayı keşfetmeye çalışan çocuk, hareketleri annenin dünya algısına uygun olmadığı için sürekli engelleniyor. İlerleyen yıllarda kendi kararlarını vermesine izin verilmiyor. Bu süreçte çocuk bir türlü aileden ayrışamıyor, bireyselleşemiyor. Yetişkin olduğunda örneğin mutsuz olduğu işten ayrılamıyor, kendi başına bir şey yapamıyor.

 

Devamı diğer sayfada

Gerçekten mükemmel olarak nitelendirilebilecek ilişki nasıl olmalı?
Mükemmel ilişki dışarıdan normal görünen bir ilişkidir. Kimse diğerine kendisini mutlu etmesi için görev yüklemez. Çünkü hayatta kimse kimseyi mutlu etmekle görevli değildir. Ne anne çocuğu ne abla kardeşi… Ancak bu mutlu etme yükü daha ailede başlıyor; senin işin beni mutlu etmek ve isteklerime göre davranmak diyerek… Anne çocuğuna, ‘Beni çok üzdün, seni sevmiyorum’ der. Kadın iş seyahatine giden sevgilisini, ‘Beni aramadın, demek ki beni sevmiyorsun’ diye suçlar. Oysa mükemmel ilişkide böyle zorunluluklar yoktur. İki kişi bir araya geldiğinde birbirini tamamlar, birbirlerinin eksiklerini aramaz, kimse kimseye sorumluluk yüklemez, eşler karşısındakinin mutluluğundan mutlu olabilir. Ve bu ilişki dışarıdan çok basit görünür. Bağlayıcıdır, özgürleştiricidir ve tamamlayıcıdır.

Bu ilişkiyi yakalamak için ne yapmalı?
Mükemmeli aramaktansa gerçekte neye sahip olduğumuza bakmak gerekiyor… Sahip olduklarımız gerçeklikte bizim için ne kadar doğru? Doğruysa nasıl geliştirebiliriz? Doğru değilse sahip olduğumuz şartlarda ne yapabiliriz? Nasıl bir ilişki yaşadığınıza gerçeklikle bakmak bazen insanın canını acıtabilir ama buna tahammül etmek gerekiyor.

ÇOCUK HAYATA PROGRAMLANMAK İÇİN GELİYOR
Psikoterapist Ayşe Yılmaz, bazı annelerin kendisini temsil ettiğini düşünerek çok mükemmel, çok zeki, çok başarılı, sosyal ilişkileri harika çocuklar yetiştirmek istediğini belirtiyor ve şunları söylüyor: “Oysa çocuğun gerçeğine bakınca zafiyetleri, öğrenme ve tecrübe eksiklikleri olduğunu görüyorsunuz. Zaten bu çocuk hayata programlanmak için gelmiş, daha sürecini tamamlamamış, büyümemiş. Ama onu mükemmel yapma telaşı içinde çocuğun omuzlarına mecburiyetler yükleniyor. Ve o çocuğun bir eksikliği söz konusu olduğunda anne öyle büyük bir hayal kırıklığı yaşıyor ki bunu taşıyamıyor ve çocuğun üzerine atıyor.”

O sizin bir versiyonunuz değil
Ailede bireyselliği de abartmamak gerekiyor. Evde herkesin kendine ait sınırı ve yaşam alanı olduğu gibi aile bireylerinin birlikte vakit geçirmeye de tahammül edebilmeleri önemli. Anne-babanın çocukları kendine uydurmaları, kendi versiyonlarını yaratmaları ileride ayrışamayan, bireyselleşemeyen yetişkinleri yaratıyor. Ebeveyn ilişkilerinde sınırlar net belirlenmediğinde evlendiği halde hala ailesinden kopamayan, 30-40 yaşında büyüyememiş çocuklar ortaya çıkıyor. Evlilikte karşı taraf bu çocuklara bir süre tahammül ediyor, kabulleniyor ancak bir süre sonra çatlaklar başlıyor.

Yaprak ÇETİNKAYA

Formsanté Dergisi Ağustos 2012 Sayısı

Exit mobile version