Formsanté

Gıda etiketlerini anlama kılavuzu

mart-2012-yasam-2-resim-1

Kendinizin ve ailenizin sağlığı için daha iyi bir beslenme biçimi oluşturmak istiyorsanız önce yeni bir tüketim biçimi inşa etmeniz gerekiyor. İlk adım olarak, aldığınız ürünlerin etiketlerine bakmaya ve katkı maddesi tüketiminizi minimuma indirmeye başlayabilirsiniz…

Bir zamanlar sağlıklı ve güvenli alışverişin şartlarından biri nerede, hangi şartlarda üretildiğini bildiğimiz, temiz olduğundan emin olduğumuz, mümkünse etiketli gıdaları satın almaktı. Gıda endüstrisinin hızla geliştiği, market raflarını binbir çeşit ürünün süslediği günümüzde ise ortada etiketsiz ürün neredeyse yok ama artık o etiketlerin bizi koruduğundan emin olamıyoruz, çünkü üzerinde ne yazdığını bilmiyoruz. İstersek markette saatler geçirelim, tüm rafların önünde uzun dakikalar boyunca vakit harcayıp tüm etiketleri tek tek okuyalım, aydınlanmak yerine kafamız daha da karışıyor. Sanal alemde dolaşan e-postalar bizi katkı maddeleri, sütler, yumurtalar konusunda paniğe sürüklerken yetkili ağızlar korkacak bir şey olmadığını söyleyebiliyor. Toplumsal sağlık açısından hayati önem taşıyan gıda güvenliğinin sadece bir bölümünü oluşturan ‘etiket’ konusunu Gıda Güvenliği Hareketi Genel Başkanı Kemal Özer’e sorduk. ‘Şeytan Ye Diyor’ ve ‘Deccal Tabakta’ kitaplarının yazarı Özer’in sorularımıza verdiği yanıtlar ilk başta sizi paniğe sürükleyebilir. Çözüm ise sakin olup seçimlerimizi tekrar gözden geçirmek ve yeni gıda kaynakları arayışına girmek. Çünkü üreticiyi sadece biz tüketicilerin talepleri etkileyebiliyor.

Gıda güvenliği konusunda çok mu bilinçsiz bir toplumuz?
Aslında farkındalığı olan sessiz bir kitle var. Sadece zayıflamayı değil, hayat boyu uygulanması gereken beslenme modellerini anlatan kitapların çok satanlar listesinde yer alması, çok sayıda baskı yapması toplumda bu konuda bir ilgi uyandığını gösteriyor.

Bir ürününün etiketinde yazan her bilgi doğru mu?
Türkiye’de denetimin sıfıra yakın, yaptırımların ise çok zayıf olması nedeniyle etiketlerde yazılanların yüzde yüz doğru olduğunu söylemek mümkün değil. Bu kapsamda büyük firmalar daha riskli çünkü denetim halinde kesilecek ceza küçük bir firma için çok ağır olabilirken, büyük bir firma için bir kişinin sadece sabah kahvaltısı maliyetine eş değer olabiliyor. Öte yandan etiketlerde her anlama gelebilecek ve yargıya intikal ettiğinde farklı anlamlar yüklemeye müsait ifadeler kullanılıyor.

Etiketlerde E kodlarının eskisi kadar yer almadığını fark ediyoruz, neden?
‘E kodu’, Avrupa Birliği’nin katkı maddelerini tanımlamak üzere koyduğu numaralama sistemi… Türk Gıda Kodeksi’nin ilgili tebliğinde etikete ‘E kodu ve/veya adı’ yazılabileceği belirtiliyor. E kodu ile ilgili toplumda bir duyarlılık oluştuğunda üretici o maddenin kodunu değil adını yazmaya başlıyor. Hatta adını da zaman içinde değiştirip farklı dillerde yazabiliyor. Dünyada yaklaşık 60 bin gıda katkı maddesi bulunuyor. Bunların bir kısmı numaralandırılmamış durumda. Bu maddelerin yaklaşık yüzde 60’ı, özellikle E 101 ile başlayan renklendirici maddelerin yüzde 80’i Avrupa Birliği’nin yanı sıra birçok ülkede de yasaklandı. Çünkü bu maddelerin kanserojen ve alerjen olduğu, böbrek yetmezliğine neden olabildiği ve çocuklarda hiperaktiviteyi tetiklediği biliniyor. Türkiye’de ise hiçbiri yasak değil. Ayrıca ürünün toplam hacminin yüzde 2,5’undan az kullanılan katkı maddelerinin etikete yazılması zorunluluğu bulunmuyor. Devamı diğer sayfada

Katkı maddeleri hangi amaçlarla kullanılıyor?
Raf ömrünü uzatmak, kıvamı düzenlemek, hacmi büyütmek, renklendirmek, tat katmak gibi amaçlarla katkı maddeleri kullanılıyor. Bir üründe birden fazla amaçla çok sayıda katkı maddesi yer alabiliyor.

Yılda 134 kilo katkı maddesi kullanıyoruz
Dünya ortalamasına göre bir insan 1980’li yıllarda vücuduna bir yılda ortalama 25 kg katkı maddesi alırken bugün 59 kg alıyor. Bu ürkütücü rakamın içinde şeker bulunmuyor. Dünyada kişi başına yıllık şeker tüketiminin 75 kilo olduğu düşünüldüğünde, bir kişinin toplam katkı maddesi üretimi bir insanın kilosunun iki katı kadar ediyor. Vücut, tabiattaki biçiminin dışında gelen her ürünü düşman olarak görüyor ve onunla savaşmaya çalışıyor, hastalıkların ortaya çıkması kaçınılmaz oluyor. Gıda Güvenliği Hareketi Başkanı Kemal Özer, katkı maddeleri ve şeker konusunda güvenli bir alt limit bulunmadığını da vurguluyor.

Mutfağa göz atma zamanı
Gıda Güvenliği Hareketi Başkanı Kemal Özer, bugünden itibaren sağlıklı beslenmek için bir adım atmak isteyenlerin endişeye kapılmadan, sakin ancak emin adımlarla ilerlemelerini söylüyor.
İşte öneriler;
1. Şimdi mutfağınıza gidin ve bulunan ürünleri tespit edin, bir liste hazırlayın.
2. Bu ürünlerin hangilerine gerçekten ihtiyacınız var, düşünün. İhtiyaç duymadıklarınızın üzerini bir daha almamak üzere silin. Yaklaşık yüzde 60’ının gittiğini göreceksiniz.
3. Listenizde temel ihtiyacınız olan yaklaşık 20 ürün kaldığını farz edelim. Bunların ne kadarını geleneksel usullerle temin edebileceğinizi araştırın. Umutsuzluğa kapılmayın, bugüne kadar tercihlerinizi önemsemediğiniz ve aramadığınız için bulamamışsınızdır. Yeni alım kaynakları buldukça eskilerinden vazgeçin.
4. Henüz güvenli kaynak bulamadığınız gıdalar için de arayışlarınızı sürdürün ve buldukça değiştirin.

Bütün katkı maddeleri zararlı mı?
Üç tanesi zararsızdır. Bunlardan ilki sirkedir. Geçmişte insanların hem ürünleri korumak hem de temizlik için kullandıkları bir üründür. İkincisi ise tuzdur. Aşırı kullanmamak koşulu ile tuz da vücut için faydalıdır. Üçüncüsü de kurutma yöntemidir. Bunların dışında ürünün doğal formunu değiştirmeyecek bir katkı maddesi dünyada yoktur.

En zararlı grup hangisi?
En tehlikelisi renklendiriciler ve koruyuculardır ve ürünlerin yüzde 90’ı bu ikisini birden içeriyor. En yaygın olarak kullanılanlardan biri de tatlandırıcılardır. İçeriğinde tatlandırıcı ya da şeker olmayan ürün neredeyse yok. Biz tüketiciler bu maddelerin kullanılmasını engelleyebilir miyiz? Dünyada iki ekonomik biçim bulunuyor; arz ve talep ekonomileri… Arz ekonomisinde bir ürünün hayali kuruluyor, üretiliyor, rafa konuluyor ve reklamı yapılıyor. Tüketici markete gittiğinde o ürünü alıyor ve ürün zamanla hayatının bir parçası haline geliyor. Oysa tüketici ‘almıyorum’ dese, üretici bu ürünü üretmeyecek. O nedenle talep ekonomisinin devreye sokulması gerekiyor. Tüketici, ‘ne üretilirse üretilsin ben ihtiyacım olan sağlıklı ürünü talep ediyorum’ dediği an üretici de değişiyor. Devletin tüketicinin değil üreticinin peşinden gittiğini, üreticiyi terbiye etmenin de sadece tüketicinin elinde olduğunu unutmamak gerekiyor.
mart-2012-yasam-2-resim-2
ETİKETLER NEYİ ANLATIYOR?
Gıda Güvenliği Hareketi Genel Başkanı Kemal Özer, etiketlerdeki bazı ifadeleri formsanté okuyucuları için yorumladı.
Katkı maddesi içermez
Mümkün değildir. Katkı maddesi tanımının dışında kalan maddeler kullandıkları için böyle yazabiliyorlar, çünkü şekeri bir katkı maddesi olarak kabul etmiyorlar. Oysa şeker kullanmadan ürünü korumak zaten mümkün değil ve şeker şu an insanoğlunun en büyük bağımlılığı… Ayrıca katkı maddesi her zaman bir kimyasal olmayabilir. Rafine etmek, pastörize etmek, dışarıdan bir şey eklemek de katkıdır.
Doğala özdeş
‘Doğala benzer ama yapay’ demektir.
Organik
Organik ürün, özellikle batı kamuoyunda insanların endüstriyel ürünlere karşı geliştirdikleri duyarlılığı ticarileştirmek için aynı endüstri tarafından geliştirilmiş bir pazarlama biçimidir. Organiğin yanı sıra köy, helal, hakiki, doğal, natürel gibi kavramlar tamamen manipülatif olarak kullanılıyor. Organik sertifikalı ürünler kısmi olarak ayrı tutulabilir. Bir ürünün organik olması onun geleneksel ürünlerden yapıldığını, rafine veya pastörize edilmediğini, katkı maddesi içermediğini, tohumunun sağlıklı olduğunu ifade etmiyor. Ancak piyasadaki bir başka ürünle organik arasında seçim yapmak gerekirse organik olanı tercih edebiliriz.
Diyabetik
Üründe sağlık için zararlı olan yapay tatlandırıcı kullanıldığını gösteriyor. Devamı diğer sayfada

mart-2012-yasam-2-resim-3Nasıl alışveriş yapacağız?
Gıda Güvenliği Hareketi, sağlıklı alışverişin ilkelerini dört başlıkta topluyor:
1. Üretimini sorgulayın.
Geleneksel tohumdan üretilen, üretiminde tarım kimyasalı kullanılmayan, minimum işleme tabi tutulmuş, pastörizasyon ve rafinasyon işlemi görmeyen, yapay hiçbir gıda katkı maddesi içermeyen ürünler satın alın.
2. Ürüne gerçekten ihtiyacınız olup olmadığını kendinize sorun.
3. Sağlıklı olup olmadığını sorgulayın.
Katkı maddesi içerip içermediğine ve işlemden geçip geçmediğine bakın. Bir ürünün raf ömrü uzadıkça sizin ömrünüzü kısalttığını unutmayın. Meyve alışverişi yaparken kusursuz görünüme bakmayın. Bir üründe kurt olması en iyi deneydir. Kurdun dahi tenezzül etmediği ürünü siz de tercih etmeyin. Sebze alışverişi yaparken, doğanın insan›n ihtiyacına uygun ürünler sunduğunu aklınızda tutarak, mevsimlik ürünler satın alın.
4. Miktara dikkat edin. Sağlıklı gıdaları dahi gereğinden fazla yemenin sağlığa zarar verebileceğini unutmayın.

BAZI ÜRÜNLERİN ‘İÇİNDEKİLER’İNİ MERCEK ALTINA ALDIK
HİNDİ SOSİS
Patates nişastası: Üründe ne kadar et ne kadar nişasta kullanıldığı açıklanmıyor.
Kıvam artırıcı (sodyum kazeinat): Kimyasal bir ürün, E kodu yazılmamış. Ürün hacminin ne kadar artırıldığı belirtilmiyor.
Baharat karışımı: Hangi baharatlar olduğu belirtilmediği için bazı baharatlara alerjisi olanlar için risk oluşturuyor. Stabilizatör (sodyum polifosfat): Ürünün her tarafındaki yapıyı aynı kılmak için kullanılan kimyasal bir katkı maddesi.
Antimikrobiyal madde (sodyum nitrit): Et ürünlerinde bakteri üremesini engellemek üzere kullanılan kimyasal bir madde.

HİNDİ SALAM
Patates nişastası: Üründe ne kadar et ne kadar nişasta kullanıldığı açıklanmıyor.
Baharat karışımı: Hangi baharatlar olduğu açıklanmıyor.
Soya proteini: Dünyada şu an Genetiği Değiştirilmiş Organizma (GDO) içermeyen soya ve içeriğinde soya bulunmayan ürün neredeyse bulunmuyor. İyi bir dolgu malzemesi olan soya, aynı zamanda iyi bir koruyucu ve bir bukalemun gibi girdiği her gıdanın şeklini alıyor. Gıda endüstrisinin ‘altın bileziği’ olarak tanımlanıyor.
E452 (stabilizatör): Bu üründe biraz daha dürüst bir biçimde E kodu ve ne için kullanıldığı belirtiliyor.
E250 (antimikrobiyal): Sodyum nitrit, E kodu ile belirtilmiş.

KETÇAP
Modifiye mısır nişastası: Dünyada mısırın yüzde 95’i GDO’lu olarak üretiliyor. Burada kullanılan mısırın GDO’suz olduğu farz edilse dahi endüstriyel anlamda modifiye edilmesi ‘katkı’ anlamına geliyor.
Koruyucu (sodyum benzoat): Raf ömrünü uzatmak için kullanılan kimyasal bir katkı maddesi.
Doğal baharat aroması: Doğalı yerine kimyasal hale dönüştürülmüş baharat içeriyor.
Tuz: Tuzun hangi türü olduğu belirtilmiyor. Bağımlılık yapma gücü çok yüksek olan monosodyum glutamat (MSG) da olabilir.

mart-2012-yasam-2-resim-4HAZIR ÇORBA
Yağ tozu (bitkisel katı yağ, glikoz şurubu, süt proteini): Tüketicinin margarine olan tepkisi nedeniyle margarin yerine ‘bitkisel’ ifadesi kullanılıyor.
Glikoz şurubu: Büyük ihtimalle GDO’lu mısırdan üretilen ve yapay bir şeker olan mısır şurubunun gıda endüstrisindeki adı.
Aroma artırıcı (monosodyum glutamat-MSG): İnsan damağının algıladığı bütün tatları bambaşka bir biçime sokan MSG, katkı maddesi içeren gıdalarda lezzeti tutturmak için kullanılıyor ve aşırı tüketimi bağımlılık yapabiliyor.
Bitkisel sıvıyağ: Ayçiçek, kanola, mısır veya pamuk yağı olabilir; hangisi olduğu belirtilmiyor.
Maya ekstratı: GDO’lu ürün deyince ilk sırada maya geliyor.

KUTU MEYVE SUYU
Şeker (sakaroz ve glikoz şurubu): Aspartamın daha ağırı olan bir tatlandırıcı olan sakaroz ile mısır şurubu içeriyor.
Minimum yüzde 50 meyve suyu içerir: Bu ifade doğru olsa dahi diğer yarısının ne olduğu açıklanmıyor.

KAPLAMALI BİSKÜVİ
Şeker, glukoz şurubu, früktoz şurubu: İnsan vücudunun doğal gıdalardan aldığının dışında ihtiyacı olmayan şeker, mısır şurubu ve rafine şeker şurubu içeriyor.
Yenilebilir sığır jelatini: Türkiye’de jelatin üretimi yapılmıyor ve dünyadaki üretimin yüzde 95’inde de domuz kullanılıyor. Sığır jelatini kullanılsa dahi sığırın nasıl beslendiği ve kesildiği bilinmediği için sağlıklı olduğu anlamına gelmiyor. Öte yandan jelatinin besleyici değeri bulunmuyor.

Yaprak ÇETİNKAYA

Formsante Dergisi Mart 2012 Sayısı

Exit mobile version