Formsanté

Hiperaktif kadınlar duramıyor

05112013 hiperaktif1

Toplumun sırtımıza yüklediği onlarca role bir de mükemmeliyetçilik eklendi mi hızlı çekimde yaşıyor, bir an bile oturmadan tükenircesine çabalıyoruz. Durup bir düşünmenin zamanı geldi; biz ne yapıyoruz?

Sabah saat çaldı kalktın, hemen bir kahvaltı sofrası kurdun, çocukları uyandırdın, giyinmelerine yardım ettin, o arada kendi üzerine bir şeyler geçirdin, onlar bir şeyler yedi, senin vaktin kalmadı. Makyajını iş yerinde yapmaya karar verdin. Eşin neyse ki kendi başına hazırlanabiliyor. Çocukları servise bindirip kendi ofisine doğru direksiyon sallamaya başladın. Ajandanın evde kaldığını fark ettin, günlük iş programın konusunda endişelendin, kendine çok kızdın. Dur kalk bir trafiğin ardından debriyajdaki ayağın uyuşmuş bir halde ofise ulaştın. Öğle yemeğine kadar dünyayı unutarak çalıştın. Tam öğle saatinde bir telefon geldi, meğer bugün okulda bir toplantı varmış, nasıl da unutmuşsun. Patrona yalvarıp izin aldın, gaza basıp okula koştun. Hiçbir sonuca ulaşmayan, neden yapıldığını bile anlamadığın, sırf çocukların Neden gelmedin? demesin diye gittiğin toplantıda çoğu ev kadını olan velilerin kişisel meselelerini dinledin, bir gözün hep saatteydi. Sonunda müsaade isteyip kalktın, tekrar ofise koştun. Bölünmüş bir günü toparlamaya çalıştın. Fazla mesaiye kalamayacağını söylerken huzursuz oldun. Eve koştun, bir gece önceden yaptığın yemeği ısıtırken salatayı hazırladın. Çocukların günlük hikayelerini dinlemeye çalıştın, ödevlerini yapmaları gerektiğini kim bilir kaçıncı kez tekrarladın, sofrayı kurdun, topladın. Çocukları zorla yataklarına yatırdın, kendini banyoya attın, çıkınca yatağa uzandın. Saçlarını bile kurutamadan uyuyup kaldın, aynı günü bu sefer boyun ağrısı eşliğinde yaşamak üzere…”

Benzer tabloları günler boyunca birçoğumuz yaşıyoruz. Sabah saatin çalması ile başlayan tempomuz akşam yatağa başımızı koyana kadar hiç durmaksızın devam ediyor. Arada nefes alacak bir vakit kaldığında arkamıza yaslanıp durabilmek bile bize lüks geliyor, yapamıyoruz. Hatta tatilde bile gevşeyemiyor, görev bilinci ile hep yay gibi gergin oluyoruz. Yoksa hiperaktif olan çocuklar değil de biz miyiz?

 

Kişilik özelliği mi hastalık mı?

Neolife Tıp Merkezinden Psikiyatri Uzmanı Dr. Bora Telaferli bizim mecazi anlamda kullandığımız hiperaktif kadın tanımının bazen gerçekten tıbbi bir sorun olabileceğini ancak çoğunlukla bir kişilik özelliği olduğunu belirtiyor ve ekliyor: Hiperaktif kadın denildiğinde bunun tıbbi bir nedeni olup olmadığını ayırt etmek gerekiyor. En başta hipertiroidi gibi endokrin bozukluklar olabilir. Bahsedilen dönemsel bir sorun ise manik bir atak geçirdiği düşünülebilir. Ya da beyindeki bir lezyona bağlı hareketlenme oluşabilir. Yani psikiyatrik ya da organik rahatsızlık olabilir mi diye ayırt etmek gerekiyor. Çocukluktan gelen dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu da düşünülebiliyor. Bunun tanısını koymak erişkinlerde biraz daha zor olmakla birlikte sık iş değiştirmek, konsantre olamamak, bir anda birden fazla işe girişmek, aynı gün içine çok sayıda program sıkıştırmaya çalışmak, ilişkilerde sabırsız olmak, ilişkiyi sürdürememek gibi belirtiler göz önüne alınabiliyor. Ancak bunlar çoğunlukla gözden kaçıyor çünkü hiperaktivite daha çok çocuklukta akla geliyor. Yetişkinlikte ise adam olamamış ya da derdi başka gibi yorumlarla açıklanıyor. Oysa bu durum gerçekten bir hastalığın belirtisi olabilir. Ve bunu ayırt etmek hasta öyküsünün doğru şekilde alınması, gerekiyorsa tetkikler yapılması ile mümkün oluyor.

Psikiyatri Uzmanı Dr. Bora Telaferli, kadınların bu davranış kalıbını geliştirmelerinin aslında biraz da toplumsal bir olay olduğunu belirtiyor. Bu şekilde yaşayan çok fazla kadına rastlamanın mümkün olduğunu belirten Dr. Telaferli, Bunun temelinde bir kere kadının toplumda ikinci rolde olması, bebekliğinden itibaren kendini kanıtlamak için daha fazla şey yapmak zorunda kalması yatıyor. Birçok çift açıkça ifade etmeseler de bebek beklerken önce erkek olmasını diliyor. Erkek çocuk bulunana kadar dört-beş kez çocuk sahibi olmak göze alınabiliyor. Bu sistemde yaşayan bir kız çocuğu toplumda kendine yer edinmek için hep artı bir şey yapmak, babasını, erkek kardeşini, ağabeyini memnun etmek, annesine yardım etmek, evi çekip çevirmek zorunda kalıyor. Okul hayatında bir miktar eşitlik kazansa da iş hayatına geçtiğinde yine mücadele başlıyor diyor.

 

Rollerimiz artıyor

Bu noktada akla kadınların iş hayatına girmesinin bu huzursuz kadınların çoğalmasına neden olup olmadığı sorusu geliyor. Dr. Telaferli bu soruya şöyle yanıt veriyor: Önceleri kadınların iki rolü vardı; önce evin cici kızı ve annesinin yardımcısı olmak, sonra bir evin hanımı olmak ve aynı rolü orada oynamak… Bunların hiçbiri eksilmezken şimdi bir de düzenli iş hayatında çalışan kadın rolü var. O işe gitmek, işini layığı ile yerine getirmek, o işte erkeklerle rekabet etmek, bir terfiye hazır olduğu halde hak ettiğini kanıtlamaya çalışmak gibi rolleri de oluyor. Akşam eve geldiğinde çocuğu varsa onunla ilgilenmek, eşinin her türlü ihtiyacını yerine getirmek gibi görevleri devam ediyor. Çocuğun okulundan da anne sorumlu oluyor. Ne zaman nefes alacak? Zaten nefes aldığında ya çocuğu ya eşi hemen bir şey talep etmeye başlıyor. Babanın bir şey yapması beklenmiyor ama annenin hep bir şeyler vermesi gerekiyor.

 

Son pişmanlık fayda etmiyor

Hayatın her alanında tüm sorumlulukları yüklenen kadın bir yerde bunun farkına varırsa ya eşit bir dağılım için çaba gösteriyor ya da bazen karşı çıkmanın daha büyük mücadele gerektireceğini düşünerek 10 kere söyleyeceğim yine yapılmayacak onun yerine ben halledivereyim diyerek bu aşırı yüklü hayatı sürdürmeye devam ediyor. Ve bu yaşam tarzı yıllar içinde kadınları çok yıpratıyor. Dr. Telaferli, bu kadınların yıllar sonra geriye dönüp baktıklarında yapmamaları gereken ne çok şey yaptıklarının farkına vardıklarını söylüyor ve ekliyor: Kadın gereksiz yükler altına girdiğini ve bunun yaşam kalitesini bozmuş olduğunu fark ediyor. Fiziki olarak yıpranıyor çünkü herkesten daha geç yatıp daha erken kalkıyor, dinlenmeye vakit bulamıyor. Kendi ihtiyaçlarını hep erteliyor. Ailede ortak bir karar verileceği zaman kendi fikrini geri planda tutuyor. Bunlar da hızlı tükenmeyi getiriyor. Bazı kadınlarda ise bunalıma yatkınlık ve kronik depresyon hali oluşuyor. Yaşamdan keyif almayan kadın sürekli mutsuz hissediyor. Bazı kadınlarda ise kronik ağrılar, mide ve bağırsak rahatsızlıkları görülebiliyor. Bu etkilerin ortaya çıkıp çıkmayacağı ya da hangi etkilerin ortaya çıkacağı kişinin maruz kaldığı sıkıntıya ve ne kadar dirençli olduğuna göre değişiklik gösterebiliyor.

 

Önce farkındalık

Peki ne yapacağız? Ya Böyle gelmiş böyle gider deyip kabulleneceğiz ya da toplumu oluşturan bireyler olarak kendi hayatımızda bu durumun farkına varıp bunu değiştirmek için adım atacağız. Daha geniş çerçeveden bakıldığında kadın cinayetleri, kadına kötü muamele, kadının hak ettiği konuma ulaşamaması gibi sorunların düzelmesi için toplumsal bir değişim, pozitif ayrımcılığın desteklenmesi, sivil toplum örgütlerinin ve medyanın bu konuya ciddi bir şekilde eğilmesi gerekiyor. Toplumu oluşturan bireyler olarak biz kadınlara da görev düşüyor. Kişisel farkındalığı yakalamak için Dr. Bora Telaferli şu önerilerde bulunuyor: Akşam kafanızı yastığa koyduğunuzda günün muhasebesini yapın. Sabah yataktan kalktığınız andan şu ana kadar attığınız adımların kaçından memnunsunuz, kaçını değiştirseniz iyi olurdu? Örneğin o gün saat 15.00te lüzumsuz yere gittiğiniz veli toplantısına gitmeniz iyi oldu mu yoksa sizin yerinize başkası gidebilir miydi ya da bu toplantıya gidilmesi gerçekten gerekli miydi? Eğer bu sorgulamayı yapmazsanız bundan sonra da anlamsız veli toplantısına, hafta sonu veli buluşmalarına ya da iş bitiminde gereksiz davetlere katılmak zorunda kalırsınız. Hatta eşinizin yemekli iş toplantılarının hepsinde de istemediğiniz halde yer alırsınız. Ancak bunları sorgularsanız yarın benzer bir olayda, durumu farklı kılacak ne yapabileceğinizin yollarını ararsınız. Ve bunu hayatınızdaki her konu için yapabilirsiniz. Siz memnunsanız evin içinde de dışarıda da hayat aynen devam eder. Memnun değilseniz değiştirmek için adım atarsınız ve talep edersiniz.

İnsanların en büyük hatasının talep etmemek olduğunu belirten Dr. Telaferli, Umduğunuz şeyi karşı tarafın anlayıp yapmasını beklemeyin. Böyle bir hayat yok. Karşınızdaki daha istemeden siz vermeye hazırsanız, buna alışmış olan kadın veya erkek, anne, kardeş ya da arkadaş bu konfordan vazgeçmeyecektir diyor.

 

Yaprak ÇETİNKAYA

Formsanté Dergisi Ekim 2013 sayısı

Exit mobile version