Formsanté

Veee sahne sizin!

01092014 psikodrama01

Bireysel mahremiyetinize hiç girmeden, grup halinde eğlenerek, öğrenerek ve en önemlisi hayatınızda iz bırakan anları tekrar sahneleyerek daha farkında, daha güçlü ve daha mutlu olmak ister misiniz?

Psikodrama, tiyatroyu psikolojik tedavide kullanan bir tekniktir. Jacob Levy Moreno tarafından, 20. yüzyılın başlarında geliştirilmiştir. Öncelikle bireyin grup içinde iyileştirilmesini hedefleyen bir grup psikoterapi yönteminden oluşur. Spontanlık, yaratıcılık ve eylem dinamiklerini temel alır. Kişilerin ilişkilerini, bu ilişkilerde yaşadıkları sorunları, çatışmaları ve kendi iç dünyalarını spontan bir biçimde, bir oyunun içinde rol alarak incelemelerini ve farkındalığa ulaşmalarını sağlamaya çalışır.” 

Psikodramanın Vikipedi’deki tanımı böyle. Ancak bu cümlelerin konuyu tam olarak anlatamayacağını fark etmek için bir süre psikodrama çalışmasına katılmak gerekiyor. Psikodrama “anlatılmaz, yaşanır” türünden bir deneyim. Biraz hazır, biraz cesur ve değişime istekli olmayı da gerektiriyor. İçinde çok da güzel sürprizler barındırıyor. “Sahnelemek” kelimesi sizi yanıltmasın. Kimsenin önünde, onlardan daha yüksekte duran bir sahneye çıkmıyorsunuz ve bir performans kaygısına kapılmıyorsunız. “Sahne”den kastedilen bir terapi odası aslında… Herkes eşit, herkes oyunun içinde, herkes herkese yardımcı ve haftalar sonra herkes birbiri ile bağ kurmuş durumda… 

Deneyimlemeden yazmanın mümkün olmadığını bildiğimiz için EnaTherapia’dan Klinik Psikolog Esin Nur Akyıldız’un daveti ile “Boğa ile Matadorun Karşılaşması” başlıklı psikodrama çalışmasına katıldık. 

Konunun seçiliş amacı davetiyede şöyle açıklanıyordu: “Yeryüzünde her canlının birtakım zayıf yönleri vardır. Bunlar keşfedildiğinde o canlıya zarar vermek isteyen herkes bir formül bulabilir. Bu bazen yöneticiniz tarafından, bazen kadın ya da erkeğin ilişkide hissettiği zafiyetten, bazen kimsenin alt etmesine izin vermeyeceğiniz egonuzdan, bazen hayatınızda çok net hissettiğiniz boşluktan, bazen takıntılarınızdan, bazen aşkınızdan bazen de sorumluluklarınızdan gelebilir. Konu ya da neden ne olursa olsun zafiyetlerinizin sizi götürdüğü yer aynıdır: Öfke, kontrolsüzlük ve yenilgi… Tıpkı devasa gücüne rağmen kontrolsüzlüğünden dolayı bütün oklara maruz kalarak kendi kendini öldürüp yok eden boğa gibi…”

Ve ardından şu soru geliyordu: Ya o boğa, tüm zayıf noktalarını ve zaaflarını çözerse, matadorun her türlü şarlatanlığına rağmen hiç öfkelenmeyen bir duruma gelirse sonuç ne olur? Matadorun oklarını yemeye devam eder mi?

Amacımız belliydi; matador karşısında kontrolünü kaybetmeyen akıllı boğalardan biri olmak. 

İlk çalışmada birbirini tanımayan yedi kişiydik. Herkesin farklı hikayeleri, farklı matadorları olduğunu düşünüyorduk. Ve oyun başladı… Haftalar sonra artık hepimiz hem yalnız olmadığımızı fark etmiş hem de bakış açılarımızı değiştirerek matadorlarımızla nasıl başa çıkabileceğimizi somut olarak görmüştük. Somut olarak görmüştük çünkü geçmişimizde çaresiz boğalar olduğumuz olayları grup arkadaşlarımızın da desteği ile tekrar yaşamış, bazen olayın içinden, bazen karşı taraf olarak bazen de sadece dışardan izleyerek olayları tekrar görmüştük. Ve dışarıdan izleyince her şey o kadar farklı gözüküyordu ki… 

 

Psikodramanın kilit noktası: Somutlaştırma ve dışarıdan izleme anı

Klinik Psikolog Esin Nur Akyıldız, altı yıl boyunca eğitimini aldığı psikodramayı, “Bilinçaltında saklı olan ve kişiyi olumlu ya da olumsuz etkileyen konuların somut olarak gösterilmesi ve terapistin de desteği ile bu olumsuz etkileyen her yönü olumlu hale getirmek” olarak tanımlıyor. Örneğin bir kadın ilişkisindeki sorunlardan bahsederken terapist ona “Göster ilişkini” diyor. Kadın gruptan bir kadın ve bir erkek seçerek ilişkisini onlar üzerinden gösteriyor. Onları yan yana yerleştirebilir, birini öne birini arkaya koyabilir ya da karşı karşıya gelmelerini isteyebilir. Bunların hepsi çeşitli anlamlar içeriyor. Kişi temsilci olarak gruptan kimleri seçeceğini ve onları ilişki heykeli olarak nasıl tasarlayacağını zihniyle değil, hızlıca ve tamamen bilinçaltı süreçlerle yapıyor. Bu sırada seçilenin “Neden beni seçti?” diye düşünmesi de kendisi için başka farkındalıklar sağlayabiliyor. Örneğin kadın danışan, temsilci seçtiği kadını yine temsilci seçtiği erkeğin arkasında durur ve onun kolunu tutar halde canlandırıyor. İlişki heykeli tamamlandıktan sonra terapist “Sen gerçekten böyle bir ilişki mi istiyorsun?” diye sorduğunda kadın “Hayır, ben erkeğimin yanımda olmasını istiyorum” diyebiliyor. Aslında o anda ilişkisinde yanlış gidenin ne olduğunu somut olarak görmüş oluyor: Bağlı olduğu ve her zaman destek vermek zorunda hissettiği bir erkekle birlikte. Oysa gerçekten istediği, yeri geldiğinde koltuğunun altına girebileceği bir erkek… Bunu görebilmek kadın için yeni pencereler açıyor ve artık gerçekten ne istediğine odaklanabiliyor, onu da somutlaştırıyor. 

Klinik Psikolog Akyıldız her uygulayıcının kendine özel bir yaklaşımı olduğunu, kendisinin psikodramayı, danışanları bir hayal alemine sokmak için kullanmadığının altını çiziyor ve “İnsanın özellikle annesi, babası gibi değiştiremeyeceği şeyleri olduğu gibi kabul edip o sınırlar içinde nasıl mutlu olabileceğini fark etmesini, değiştirebileceği konular için de korkmadan neler yapabileceğini görmesini istiyorum. Psikodrama, sizi mutsuz eden bir şeyi bilinçaltından çıkarıp somutlaştırmanızı ve onu size iyi gelecek bir şekilde çözmenizi sağlıyor” diyor. 

 

01092014 psikodrama02Hayatında ne varsa grupta da o var

Psikodramada gruplar “Boğa ve Matador” örneğinde olduğu gibi belirli bir tema bağlamında oluşturuluyor. Bir başlık oluşturuluyor ve o başlığa insanlar akıp geliyor. Bazen de bağımlılık, meslek seçimi ve spor psikolojisi gibi konular açılıyor. “Kim gelirse gelsin konu kendiliğinden oluşacak” da denilebiliyor. Birbirini hiç tanımayan insanlar bir araya geliyor ve ilginç bir şekilde kişi dışarıdaki hayatında ne yaşıyorsa grupta da onu yaşıyor. Örneğin ona otoriter davranan biriyle ilgili meselesi varsa grupta da bir kişi ona otoriter davranıyor ve gündelik hayatındakinin benzeri bir tepki veriyor. Yani hayatın bir örneklemi oluşuyor. Bu olaydan yola çıkarak terapistin de önderliğinde problem tespit ediliyor. Otoriter kişi ile yaşadığı problem bir çağrışım yapıyor. Terapist, “Haydi bunu sahnelendirelim” diyor. 

“Sahnelendirme ile birlikte kişiye bilinçaltında onu etkileyen şeyi somutlaştırma hakkı veriyorsunuz. Dışardan baktığında değişim vakti geldiğini görüyor. Nasıl değiştirebiliriz? Örneğin daha güçlü şeylere konsantre olarak… Amacımız daha güçlüye konsantre olmak olursa kimse bizi ezemez” diyor Psk. Akyıldız ve devam ediyor: “Grup şans eseri oluşsa da herkesin hikayesi birbiri ile örtüşüyor çünkü insanız ve hepimizin hayatında bir anne ve baba var. Hepimizin insani korkuları var. Bizi ortak noktada oluşturan o kadar çok şey varken ortak paydalarda buluşmamak imkansız. Hayatta hiçbir şey tesadüf değil ve bu gruplarda da insanlar birbirlerini buluyorlar.” 

Bir psikodrama çalışmasında aslında hiç ortak noktanız olmadığını düşündüğünüz hatta karşı cinsten bir katılımcı babası ile olan ilişkisinde çocukluğunda bir sahneyi somutlaştırırken bir an geliyor siz orada kendinizi görüyorsunuz. Üstelik de kendi çocukluğunuzu değil, bugünkü anne ya da baba olan halinizi. İşte o an silkeleniyorsunuz ve şöyle düşünüyorsunuz: “Yıllar sonra benim çocuğum da bir psikodrama çalışmasında beni böyle mi canlandıracak? Kendime gelmeliyim ve çocuğum ile olan ilişkilerimi, ona yaklaşımımı gözden geçirmeliyim.” Tabii ki elimizden geleni yapsak da çocuklarımız üzerinde çeşitli etkilerimiz olacaktır ancak bir psikodrama çalışmasında kendi yansımasını gören birinin hayatını gözden geçirmemesi ve açılımlar yaşamaması imkansız gibi. Psk. Akyıldız, “Gerçek hayatta geçmişe gidip yaşanan hiçbir şeyi değiştiremezsiniz ancak psikodrama ile bunu gerçekçi boyutlarda kalarak yapabilirsiniz. Yani eğer 1.90 metre boyunda değilseniz öyle gibi davranmazsınız ama 1.70 ile nasıl mutlu olacağınızı öğrenirsiniz” diyor.

 

Önce tedirgin sonra dost

Bu grup çalışmasının başlangıcında her katılımcıda biraz güvensizlik ve tedirginlik olabiliyor. Hatta çeşitli bahanelerle daha en başta gruptan ayrılanlar da… Aslında onlar sadece kendileri için daha doğru zamanı beklemek üzere bahaneler üretiyorlar. Devam eden her katılımcı önceleri sadece terapist ile temas halinde olmayı tercih ediyor ancak zaman içinde grup üyeleri arasında bağ kuruluyor. Bazen bir katılımcının bilinçdışı, sahnelenen konu ile kendi arasında bağlantı kurmayı reddedebiliyor ve bunu uykusu gelerek ya da tuvalete gitmek isteyerek gösteriyor. Ama zamanla her katılımcı anlıyor ki insan olup da benzer konuları yaşamayan yok. Hepimiz bazen aşk acısı çekiyoruz, hatalar yapıyoruz, parasız kalıyoruz. Her şey insanlar için ve bu konuları paylaştıkça bağlar kuruluyor. Bunun sonucunda da çalışmaya giren ile çıkan kişi aynı olmuyor. Terapi odasından çıkıp şehrin kalabalığına karıştığınızda kendinizi, kendiniz hakkında yeni bir şeyler öğrenmiş olmanız nedeniyle daha “aydınlık” hissediyorsunuz. Üstelik artık yalnız da değilsiniz… Biliyorsunuz ki bir sonraki çalışmada olmazsanız arkadaşlarınız eksikliğinizi hissedecek ya da siz onlarınkini… 

Psikolog Esin Nur Akyıldız, “Yaşadığı problemde yalnız olmadığını fark eden kişi bir başkasının çözümlerinden esinleniyor, benzer çözümler denemek isteyebiliyor. Gruba bir şeyler aktardıkça ve dinledikçe kuvvetli bağ ve aidiyet duygusu oluşuyor. Grupta eksikliğinin hissedileceğini bilmek hem özel hem değerli hissettiriyor. Kişi adeta kendini tamamlıyor. Sonradan oluşan bir aile gibi olunuyor. Bu o kadar değerli ki… Burada bir elçi olabilmek bana da büyük bir enerji veriyor, o gün dışarda kar yağıyor olsa bile benim içim alev alev yanıyor” diyor.

 

01092014 psikodrama03Kaybetme korkusunu yenen kadın

44 yaşındaki bir kadın çocukları olduğu için katılamadığı bir gezide yaşanan trafik kazasında babasını, halasını, ablasını ve yeğenini kaybediyor. Bu olaydan sonra hep kaybetme korkusu yaşıyor. Kaybetmemek için herkese sarılmaya başlıyor. Psikodrama grubuna da böyle sarılıyor ve gruptan biri hasta olduğunda travması ortaya çıkıyor. Olaylar tekrar sahneleniyor. Otobüs, diğer yolcular ve kaybedilen aile üyeleri; hepsi orada. Olaya dışardan bakması istendiğinde ve “Senin yapabileceğin bir şey var mıydı?” diye sorulduğunda kadın somut olarak bu sahneye bakıyor ve “Yoktu” diye cevap veriyor. İleride birisini kaybetmekle ilgili konularda da aslında yapabileceği bir şey olmadığını fark ediyor. Olumluya konsantre olması, kaybettiklerinin yanında kaybetmediklerinin de olduğunu fark etmesi sağlanıyor.

 

Hep almadan veren Eda’nın hikayesi

42 yaşındaki Eda hayatına hep aynı tip erkekleri çekmekten mutsuz olduğunu söylüyor, “Geliyorlar, beni kullanıyorlar, benim için hiçbir şey yapmıyorlar. Artık ben mutlu olmak istiyorum” diyor. Aile dinamiğine bakınca anne-babanın o 24 yaşındayken boşandığı ve evi Eda’nın geçindirdiği görülüyor. Eda sürekli almadan veriyor. “Nasıl olsa ailem beni seviyor, nasıl olsa kazanıyorum” diyor. Aile ise hiç takdir etmiyor. Eve geldiğinde “Hoş geldin” bile denmiyor ve ondan sadece “alınıyor”. Eda ilişkilerinde de sürekli almadan veren, “Senin için şunu yaparım, bunu yaparım” diyen taraf oluyor. Psk. Esin Nur Akyıldız, “Oysa bir erkek güçlü olduğu yönlerini ön plana çıkaramadığı sürece o kadınla birlikte olmak istemez. Erkek koruyup kollayandır. Ama böyle kadını gören erkek onu anne olarak alıp dışarıda kendini iyi hissettirecek kadınlara gidiyor” diyor. 

Eda’nın almadan vermekle ilgili hatırladığı ilk sahne şu: Kardeşi olacağı için başka bir eve taşınacaklar. Eda 7 yaşında. Annesi arkası dönük bir şekilde ağlıyor. Eda annesine “Ağlama, ben büyüdüğüm zaman çok para kazanacağım ve bu evi sana alacağım.” Anne diyor ki “Söz veriyor musun?” Eda söz veriyor. 

Psikodrama seansında Eda’nın bu olaya dışardan bakması sağlanıyor. Eda grup üyeleri arasından annesini ve kendisini temsil edecek kişileri seçiyor. Sahne Eda’nın anlattığı şekilde tekrar canlandırılıyor. Terapist soruyor: “Burada ne yanlış sence?” Eda, “Ufacık bir çocuktan böyle söz istenir mi?” diyor. “Sen olsan ne yapardın?” denildiğinde Eda, “Kaç yaşındasın evladım, bu senin sorumluluğunda değil, senin düşünmen gerekmiyor. Ben hallederim derdim” diyor.

Ama yaşanan yaşanmış olduğuna ve o anneyi değiştirme şansı olmadığına göre başka bir yol deneniyor; o sahnede Eda kendi rolüne giriyor ve “Anne seni ağlarken görünce üzülüyorum” diyor. Anne de ona konunun kendisi ile ilgili olmadığını, sorumluluğunun olmadığını söylüyor. Bu sahnede almadan veren, rol dengesini şaşırtan olmuyor. Eda sadece kendi hayatına odaklanıyor. 

Psk. Akyıldız şunları söylüyor: “Geçmişi değiştiremiyoruz. Anneyi değiştiremiyoruz. Ama artık anne onun için ne yapabiliyorsa Eda onu alıyor. Annesinin aklı onu yanlış yönlendiriyorsa artık başka akıl hocalarına ya da terapiste gidiyor. Ama annesi onun için güzel yemek yapabiliyorsa onu da kabul ediyor çünkü anne aslında onu çok seviyor. Eda’yı o sevgiden de mahrum etmemek gerekiyor. Bu çalışmadan sonra Eda’nın duruşu, davranış şekli değişiyor. Erkeğin hayatındaki kurtarıcı olmaktan çıkıyor, ‘Senin için elimden geleni yaparım ama fazlasını yapamam çünkü ben de insanım ve benim de ilgiye ihtiyacım var’ diyebiliyor.” 

 

Yaprak ÇETİNKAYA

Formsanté Dergisi Ağustos 2014 sayısı

Exit mobile version