Formsanté

Stres stres nereye kadar?

01022014 stres1

Stres yoksa performans da yok ama çalışan bir kadınsanız taşıdığınız roller bazen o kadar çatışıyor ki yoğun stresin etkisi ile hiçbir şey yapmak istemiyorsunuz. Çözüm, stresinizi yönetmeyi öğrenmekte…

Kadın iş hayatında daha fazla öne geçiyor, kadınlar artık ara kademelerle yetinmiyor, yönetici olmak istiyor ve bunu başarıyor. Ancak diğer yandan kadınların ev kadınlığı, annelik, eş olma, gelin olma, evlat olma gibi rolleri aynen yerinde duruyor ve bu rol çatışması stresi getiriyor. Oysa profesyonel hayat şunu söylüyor; bir sorun varsa şikayet etme ve hemen çöz! Peki bize yazık değil mi? Yıllar sonra en verimli çağlarımıza dönüp baktığımızda her şeyi aynı anda mükemmel yapmaya çalışan ve belki de hepsini yarım yamalak yapan mutsuz, huzursuz kadınlar görmek istemiyoruz. Neyse ki bu konuda elimizden tutanlar var. Onlardan biri de Dr. Özlen Doğan. Training Development Center’da “Stres Yönetimi” eğitimleri veren, Eğitim Yönetim Danışmanı ve Yönetici Koçu Dr. Doğan ile stresle baş etmenin yollarını konuştuk. 

Kurumlara verdikleri eğitimlerde çalışanların bireysel eğitim gereksinimlerinin saptanması ve gelişimlerinin sağlanmasını amaçladıklarını belirten Dr. Özlen Doğan, bu kapsamda verilen eğitimlerden en coşkulu olanların stres yönetim eğitimleri olduğunu söylüyor. Stres eğitimine talebin her geçen gün arttığının altını çizen Dr. Doğan şunları söylüyor: “Birçok eğitim seçeneğimiz olsa da katılımcılar çoğunlukla stresi tercih ediyorlar. Yakında koçu, psikoloğu ya da psikiyatristi olmayan kimse kalmayacağını düşünüyorum. Bu duruma olumlu bakıyorum çünkü dişimiz ağrıyınca doktora gidiyoruz, ruhumuz ağrıdığında neden gitmiyoruz? Bugün hala koçluk hizmeti alıp bunu söylemekten çekinenler de var ama bu durum zamanla değişecek çünkü profesyonel hayat; ‘Bir eksiğin varsa şikayet etme ve hemen çöz’ diyor.”

 

Stres yaşamayan paslanıyor

Stres aslında bizim için olmazsa olmaz. Bütün araştırmalar stresin bittiği noktayı ölüm anı olarak gösteriyor. Stres bizi savaşçı hale getiriyor ama önemli olan onu işe yarayacak seviyede tutabilmek… Stres yok denecek kadar az olduğunda (hipo stres) kişi dünya yansa umurunda olmayacak hale geliyor ve buna paslanma deniliyor. Bu kişilerin daha uzun yaşadığı bilinse de uzun ömürleri performans göstermeden geçiyor. Hiper streste ise hırs, kaygı, korku kişileri öyle eziyor ki sonunda patlama noktasına geliyorlar. Tıpkı içinde suyu bittiği için düdüğü çalan bir düdüklü tencere gibi oluyorsunuz ama kendinizi duymaz hale geliyorsunuz. Oysa iş hayatı sizin altınızdan ateşi sürekli yakıyor, yapmanız gereken ise stresinizi yönetebilmek. Stres optimal seviyede kaldığında yani gerektiği kadar yaşandığında ise performansınız da en yüksek seviyeye çıkıyor.

 

Sizin kişiliğiniz hangisi?

Birlikte çalıştığınız bir arkadaşınız genelde sakin kalmayı başarırken sizin neden uykularınız kaçıyor diye düşündünüz mü? Burada kişilik özellikleri ön plana çıkıyor. Dr. Özlen Doğan, “Özellikle pasif karakterlerin daha fazla stres yaşadığını görüyoruz. Bu kişilerde geri çekilme, kendini sorgulama, suçu kendisinde arama ve zannetme eğilimi oluyor. Örneğin karşısındaki kişi için ‘Beni zaten hiç beğenmedi’ diyor ama gerçekte karşı taraf hiç böyle düşünmüyor. Pasif karakterler bu tür döngülerin içinde o kadar çok kalıyor ki sonunda kimsenin onları anlamadığını düşünmeye başlıyorlar” diyor. 

İkinci tip ise agresif saldırganlar… Onlar stres anında bağırıp çağırıyor ve sonra hiçbir şey olmamış gibi davranabiliyor. Duygularını kontrol edemiyorlar, öfke sorunu yaşıyorlar ve kendilerinden çok karşılarındakine zarar veriyorlar çünkü kendileri hiçbir şey biriktirmiyor. 

Üçüncü ve en korkulan tip ise pasif agresifler… Onlar olayları günlerce, aylarca hatta uzun yıllar boyunca biriktiriyor ve bu birikim intikamı tetikliyor. Bekleme eylemi arttıkça intikam almak uğruna hem kendilerine hem de karşılarındakilere zarar verebiliyorlar. Örneğin beş yaşındayken annesinin attığı tokadı unutmayan ve hayatı boyunca annesi ile ilişkisini bunun üzerine koyan insanlar pasif agresiflerden çıkıyor.

En ideali ise güvenli davranış sergileyen, yani gerektiğinde agresif saldırgan olan, bağırıp çağıran, elini masaya vuran; gerektiğinde ise geri çekilen ve “Tamam haklısın” diyebilen olmak oluyor. Güvenli davranış sergileyenler stresi yönetmekte de çok başarılı oluyor.

 

01022014 stres2Güvenli davranış

Dr. Özlen Doğan, güvenli davranış sergileyenlerin özsaygı ve özgüven dengesini kuranlar olduğunu belirterek bu kavramları şöyle açıklıyor: “Özgüven, kişinin kendine güveni, özsaygı ise kendine saygısı gibi düşünülüyor. Biz bu kavramları farklı yorumluyoruz. Özgüven kişinin kendisini nasıl gördüğü, özsaygı ise diğerlerinin onu nasıl gördüğüne dair düşüncesi oluyor. Kişiler genellikle ya özsaygıyı çok benimsiyor ve ‘Beni beğenecekler mi, başarılı bulacaklar mı?’ sorularını önemsiyor. Ya da tam tersi ‘Ben kendimi çok iyi görüyorum, mükemmelim’ diyorlar. Bunların arasındaki dengeyi kuranlar ise güvenli davranış sergilemiş oluyor.” 

İş hayatında yapılan en büyük hatalardan biri de kendi değer algımızı başkalarının üzerinden değer biçerek algılamak. Oysa biri bizi beğenmezse beğenilmeyeceğimiz anlamına gelmiyor. Başarılı bulunmazsak bu başarısız olduğumuz anlamına gelmiyor. İşte bu özgüven ve özsaygının terazide eşit olmamasından kaynaklanıyor.

 

Kaçan mısınız savaşan mı?

Konfor ortamındayken olağanüstü bir durumla karşılaştığımızda iki davranış seçeneğimiz var; ya kaçacağız ya savaşacağız. Dr. Doğan da stresi “Konfor ortamındayken olağanüstü bir durumla karşılaştığınızdaki davranış tepkiniz strestir” diyerek açıklıyor. Bazı durumlarda kaçmayı bazılarında ise savaşmayı tercih ediyoruz. Erkekler genelde savaştıklarını söyleseler de onlar kendilerini ifade etmekten, duygularını açıklamaktan kaçıyor. Erkekler kaçma eylemine ‘depresyondayım’ gibi bir kılıf uyduruyor. Bir kadın başaramadığı için kaçarken erkek ise genelde yapmak istemediği için kaçıyor. Kadının kaçma eyleminde bahanesi “Yapamıyorum, baş edemiyorum, ilişkime devam edemeyeceğim” oluyor. Savaşmayı seçtiği zaman ise gözü kara şekilde dik duruyor ve bedeli neyse ödüyor.

 

Stres nasıl ortaya çıkıyor?

Stres önce zihinde olumsuz düşüncelerle başlıyor, ardından zihin duyguları tetikliyor ve kendimizi çok hassas, kırılgan, incinmiş hissediyoruz. Sonra bu hisler davranışlarımıza yansıyor ve ne söylense ağlayacak hale geliyoruz. Stresin etkileri uzun vadede ise fiziksele dönüyor; saç dökülmesi, ciltte kabartılar, yüksek tansiyon ve hatta çok daha ciddi hastalıklar ortaya çıkıyor. Stresin ortaya çıkışında bireysel faktörlerin yanı sıra örgütsel ve çevresel faktörler de rol oynuyor. Bireysel faktörler; kendi üzüntülerimizden ve çocukluğumuzdan gelen korku ve kaygıları içeren içsel faktörler ile dışarıdan sürekli gelen kötü arkadaş, kötü patron gibi dışsal faktörlerden oluşuyor. Örgütsel faktörlerde zaman baskısı, çalışma koşulları ve ortamı, kuruma, sosyal şartlara ve maaşa duyulan güven yer alıyor. Hava sıcaklığı, kişinin çektiği fiziksel ağrı gibi durumlar da çevresel faktörlere giriyor.

 

01022014 stres3Hepimizin bir kuyusu var

Dr. Özlen Doğan, herkesin kendi kuyusunda bazı sorunlarla karşılaştığını ve dünyanın sadece bu kuyudan ibaret olduğunu sandığını belirtiyor ve ekliyor: “Bilinçaltı çok değişik işliyor; sen kovaladıkça kendini saklıyor. Farkında olmadan üzerine eklenenlerle öyle kapanıyor ki kişi yeterince uğraşmadan o kuyudan çıkamıyor. Birçok sorun yaşıyorsunuz, bu kuyudan çıkmak istiyorsunuz ama çıkamaz hale geliyorsunuz. Bazen bir uzmanın sizi bu kuyudan çekip çıkartması gerekebiliyor. Eğer çıkmayı başarırsanız dönüp kuyuya baktığınızda ‘Bunun için mi bu kadar üzülmüşüm?’ diyorsunuz. Ama kuyunun içinde bunu fark etmeniz mümkün olmuyor.”

Stresin kaynağını bulup kuyudan çıkmak için iki yol bulunuyor: Akılcı yöntem ve duygusal yöntem. Akılcı yöntemde kişi başkaları üzerinden kendine değer biçmiyor, stresinin önündeki işlerden kaynaklandığını fark ediyor. Duygusal yöntemde ise kişi stresinin işten değil, kendisinden kaynaklandığını fark ediyor. Eğer stres işten kaynaklanıyorsa kişinin kendisine şu soruları sorması gerekiyor: “Bu işi çözmek için neye ihtiyacım var? Daha fazla kaynağa mı, daha fazla zamana mı? Daha önce hiç yapmadığım bir iş olduğu için mi? Kendin için doğru işi mi yapıyorsun? Bu iş için yeterli miyim?” Bu soruların yanıtlarında kişi bazen aslında kendisi için doğru işi yapmadığını ya da yeterli değilken terfi ettiğini fark ediyor. Bu sorular kişinin kendine bir yol çizmesine fayda sağlıyor. Ancak duygusal yöntemde kişinin suçu diğer kişilerde araması daha mümkün oluyor. Bu aşamada kişinin aynayı kendine çevirmesini istediklerini belirten Dr. Özlen Doğan, “Hep mi başkaları suçlu, sen hiç mi bir şey yapmadın diye soruyoruz. İnsanlar düşünmeye başlayınca da kendi hatalarını daha rahat görüyor” diyor.

 

Önce kaynağı bulun

Stresin kaynağını bulmadan ilacını vermek işe yaramıyor. Dr. Özlen Doğan, kişinin sakladığı, alta attığı, fabrika ayarlarına ters düşen ve çocukluktan gelen zihinsel tutumları görmeden pansuman yapmanın faydasız olduğunu belirterek, “Kişi bu asıl nedenin farkında olmayabiliyor. Örneğin durup dururken moralinin bozulduğunu söylüyor. Soruyoruz; ‘Hemen öncesinde ne oldu?’ Mail’lerine bakarken kredi kartı ekstresine baktığını hatırlıyor. Kendisi farkında değil ama beyin almış, analiz etmiş ve ekonomik olarak iyi durumda değilsin diye sinyal veriyor. Kişi sanıyor ki üzerinden başka olaylar geçti ve beyin onu unuttu. Oysa stresi o anda başlamış oluyor.”

 

Süper kadınlıktan vazgeçin

İş hayatında eskiden pasif kısımda görülen kadınlar artık daha çok güvenli davranış sergiliyor hatta zaman zaman agresif saldırgan oluyor. Ancak kadın evliyse, çocuğu varsa rol çatışmaları ve stres de başlıyor. Eğitimlerde kadınlara rolleri sorulduğunda önce “anne” denildiğini, erkeklerin ise ilk “işadamı” rolünü hatırladıklarını belirten Dr. Doğan sözlerini şöyle sürdürüyor: “Kadınlar annelikten sonra eş, işkadını, ev hanımı, evlat, hala, teyze, arkadaş, komşu gibi birçok rol söylüyor. Hangi rolünü ihmal ettikleri sorulduğunda ise çoğunlukla annelik yanıtı geliyor. Ardından evini ihmal ettiklerini, annelerini uzun zamandır aramadıklarını söylüyorlar. Eşini ihmal ettiğini söyleyen kadın pek olmuyor. Bu rollerin hepsinin mükemmel olmasının gerekip gerekmediğini sorduğumuzda ise hepsinin mükemmel olmasını istiyorlar. Oysa bu mümkün değil; süper kadınlıktan vazgeçmek gerekiyor. Bırakın bazen eviniz pis olsun, bazen eşinizi bazen de çocuğunuzu ihmal edin. Çünkü tüm bu rollerin ortasındaki siz olmadığınızda diğerleri hiçbir anlam ifade etmiyor. İşte kadınların en önemli stres faktörlerinden biri de kendi mutlulukları yerine başkalarının mutluluğu ile ilgilenmeleri…”

01022014 stres4

Duygu&düşünce dengesi

Öyle bir olay yaşıyorsunuz ki içinizde bir duygu büyüdükçe büyüyor ve düşünemez hale geliyorsunuz. Ya da öyle bir olay yaşıyorsunuz ki çok düşüncelisiniz ve duygularınız küçücük oluyor. Dr. Özlen Doğan, “Duygunuz büyükken size nasıl hissettiğinizi sormanın bir anlamı yok, zaten duygulara boğulmuş durumdasınız. Ama ne düşündüğünüzü sorarsak duyguyu bırakmaya başlıyorsunuz ve böylece beyin ve kalp dengesinde sizi bir yerde tutmaya çalışıyoruz. Ya da çok düşünceliyken ne hissettiğinizi sorunca yine duygu ve düşünceler arasında bir denge oluşuyor. Denge oluşunca az önce neden o kadar düşünceli olduğunuza şaşırıyorsunuz çünkü odağınızı o konudan çekmiş oluyorsunuz. Bunu, çok duygusal ya da çok düşünceli olduğunuz anlarda kendi kendinize de uygulayabilirsiniz” diyor.

 

Anlaşmaları sessizce imzalamayın

Kadınlar olarak bizi strese sokan rol karmaşalarından kaçınmanın bir yolu tüm rollerde mükemmel olmaya çalışmamak ise diğer yolu da sessiz anlaşmalar imzalamamak… Çocuğunuz ödevini yalnız yapamadığını söyleyip sizden yardım istediğinde eğer onu ödevini yapma yollarını araştırmaya yöneltmek yerine ödevini kolayca yapmasını sağlarsanız onunla sessiz bir anlaşma imzalamış oluyorsunuz. Çocuğunuz “Demek ki ödevlerimi annemle böyle kolayca yapabilirim” diye düşünüyor ve bunu talep etmeye devam ediyor. Bir düşünün; benzer sessiz anlaşmaları iş arkadaşlarınızla, yöneticilerinizle, eşinizle, annenizle ya da kayınvalidenizle kaç kere yapmış olabilirsiniz?

 

Yumurta&sepet formülü

Çok sık yaptığımız ve stresimizin kaynağı olan kötü bir alışkanlığımız var; tüm değerlerimizi aynı sepete koymak! Kaybettiğinizde üzüleceğiniz değerler sorulsaydı ne derdiniz? Çocuk, eş, iş, ev, araba, takılar, koleksiyonlarınız… Çoğumuz bu değerlerin hepsini bir sepete koyuyoruz ve biri zarar gördüğünde diğerlerini de göremez hale geliyoruz. Tıpkı bir sepetteki yumurtalardan biri kırıldığında zamanla diğerlerinin de bozulması gibi… Oysa her birini ayrı sepetlere koysak diğerlerinin farkına varacağız. Örneğin işimizi kaybettiğimizde sahip olduğumuz diğer değerlere tutunabileceğiz. 

Stres anında yaptığımız bir diğer hata da hıncımızı en yakınlarımızdan almak. Oysa değerlerimizin içinde yeri doldurulmayacak olanlar da onlar…

 

Yaprak ÇETİNKAYA

Formsanté Dergisi Ocak 2014 sayısı

 

Exit mobile version