İlişkilerin belki de en sancılı dönemi olan ayrılık süreçleri iyi yönetilebilirse, partnerler bundan daha az zarar görüyor. Ancak türlü kafa karışıklıkları ve sosyal baskıları üzerinde hisseden taraflar ikileme düşebiliyor. Bu da hem ayrılmak isteyen hem de terk edilen tarafın omuzlarında ağır bir yük oluyor.
Kimse, günün birinde biteceğini düşünerek bir ilişkiye başlamıyor. Fakat iki kişi arasındaki en güzel ve özel duyguların, anıların yaşandığı birliktelikler günün birinde içinden çıkılması zor durumlarla karşı karşıya kalabiliyor. Yeterince çaba gösterilse de sorunlar çözülemiyor. O zaman da ayrılık kaçınılmaz oluyor. Ama bu kararı almak her zaman çok kolay olmuyor. Alıştığı düzeni bozmak istemeyenler olduğu gibi, partneriyle aynı çatı altında bir dakika daha kalmaya tahammülü olmayanlar da çıkabiliyor karşımıza. Bu durumda “Gitmek mi zor, yoksa kalmak mı?” diye bir soru gündeme geliyor. Konuyla ilgili merak ettiklerimizi İlişki ve Aile Terapisti Ebru Üzümcü’den öğrendik…
PARTNERLERDEN BİRİ İLİŞKİYİ BİTİRMEK İSTEDİĞİNDE EN TİPİK DAVRANIŞLAR NELER OLUYOR?
Bu kişiler temelde iki duygu yaşıyor. Biri rahatlama, diğeri de kızgınlık. Bunların birbiriyle zıt durumlar olması ise kişinin davranışlarında tutarsızlığa yol açabiliyor. Bir an anlayışlıyken, birden tepkisel davranabiliyor. Karar almış olmaktan, ne yapacak olduğunu bilmekten dolayı rahatlama yaşasa da aslında bunu nasıl yapacağını bilmemek kişide gerilim yaratabiliyor. Bunun sorumluluğunu almakla ilgili yaşanan sıkıntı ise kızgınlık olarak açığa çıkıyor. İlişkiyi bitiren taraf olmak kişide biraz suçluluk, biraz da haksızlığa uğramışlık hissi yaratabiliyor. Örneğin bu kararı açıkladığında partnerinin nasıl davranacağı konusunda kaygılanabiliyor. Davranışlara gelince… İlişkiyi bitirmek isteyen kişi, bu kararın doğru olduğunu ispatlamak istercesine birlikteliği sabote edebiliyor. Bile bile partnerini rahatsız edecek davranışlar sergiliyor. İlişkiye dair yaşanacak olumlu paylaşımlara karşı direnç geliştirmeye başlıyor. Beraber zaman geçirmek istemiyor. Vazgeçiş davranışı gösteriyor yani yaşanan bir problemin ardından ilişkiyi tamir etmeye çalışmıyor.
Her şey çocuğum için (!)
Evliliklerin bitmesinde bazen yalnızca iki tarafın ayrılığı yeterli olmuyor. Eğer çiftin ortak çocukları varsa ayrılma kararı daha zor alınıyor. Çünkü bunun etki alanı daha geniş, kayıpları daha fazla oluyor. Bu tür durumlarda sorumluluk duygusunun daha fazla hissedildiğini belirten İlişki Terapisti Ebru Üzümcü, “Yönetilmesi gereken konular ve duygular sayıca daha çoğalıyor, nitelik olarak karmaşıklaşıyor. Mal paylaşımından tutun da çocuklara aile ortamı sağlayamamanın suçluluk duygusuna, boşanmış olma etiketiyle yaşamaktan ortak arkadaşlarla ilişkilerin düzenlenmesine kadar baş edilmesi gereken birçok konu ortaya çıkıyor” diyor.
Bazı çiftler tam da bu nedenlerden ötürü aslında hiç iyi gitmeyen ilişkisini sürdürmeye çalışıyor. Peki çocuğunun iyiliği için ayrılmaktan vazgeçen çift, düşündüğünün aksine ona daha çok zarar veriyor olabilir mi? Üzümcü, bu soruyu şöyle yanıtlıyor: “Eğer çift ilişkisini iyileştirmek için hiçbir şey yapmıyor, sadece çocuk için bir arada kalıyorsa, bu ona büyük bir yük oluyor. Çocuk ilişkinin hamallığını yapıyor. İlişki modellerken de anlamlı ve coşkulu bir ilişkiyi öğrenmiyor. Birbirimizle konuşurken ‘canım, cicim’ desek bile iletişimin çok büyük bir kısmı sözsüz gerçekleşiyor. Çocuk ortamda sevgi, dayanışma, empati olup olmadığını hissediyor ve bu havayı soluyor. Böylesi durumlarda anne ve babanın sahiplenmediği hayatları ile kararları yani boşvermişlikleri çocukta da baş gösteriyor.”
Bu tür aile ortamlarında büyüyen çocuklar yetişkinliklerinde depresyona daha meyilli oluyor. Tepkisel, kaygı düzeyleri yüksek olmanın yanı sıra kolaylıkla suçluluk duygusuna kapılıyorlar. Dolayısıyla kendileri de anlamlı ilişkiler geliştirmekte zorlanıyor. Bu durum hem kendileri hem partnerleriyle ilişkilerinde de ortaya çıkıyor.
Bir şans daha!
Beraberliğinde sorun yaşayan çiftler günümüzde sıklıkla ilişkiye bir şans daha tanımak, sıkıntılarını çözmek için ilişki terapistlerinin kapısını çalıyor. Çift terapisi olarak adlandırılan bu yöntem, ilişkiyi sağlıklı bir alan haline getirebilmek için yapılan bilinçli bir müdahaleyi ifade ediyor. Kimsenin bir hareketi durup dururken ya da tesadüfen yapmadığını belirten İlişki Terapisti Üzümcü, “İnsan davranışının bir sebep-sonuç ilişkisi, ilişkilerin de tıpkı makineler gibi bir sistematiği var. Terapistler de bu alanda uzmanlaşmış kişiler olduğu için davranış kalıplarını, iletişim ve paylaşım tarzlarının altında yatabilecek nedenleri daha iyi tahlil edebiliyor. İki kişi birbiriyle ilişkiye devam etmek istiyorsa yani birbirinden bir tiksinme, küçümseme, ilgiyi tamamen kaybetmiş olma, umursamama, nefret etme durumu yoksa ilişkiler hızla tamir olabiliyor” diyor.
PEKİ BU KARARI PARTNERİNE NE ŞEKİLDE SÖYLEMESİ GEREKİYOR?
Ayrılmak isteyen tarafın kararı paylaşma sorumluluğunu üstlenmesi, kendisiyle olan ilişkisini dürüstçe yaşayabilmesi için önem taşıyor. Eğer ilişkiyi çekilmez hale getirmeye çalışıp, sonra da “Bak işte olmuyor!” derse bu kez kendine ihanet ediyor. “Ben mutlu değilim, ayrılmak istiyorum” gibi basit ve kesin bir ifade kullanması, her iki tarafa acı verse de aslında bir yandan da rahatlatıcı olabiliyor. Ayrıca böylesi sade bir ifade bu kararın bir cezalandırma değil, seçim olduğu mesajını da taşıyor. Bu da her iki tarafın hayatlarına devam etmede güç toplamasına yardımcı oluyor.
VARSAYALIM, KİŞİ BİR SEBEPTEN AYRILMAKTAN VAZGEÇİYOR. BU DURUMDA İLİŞKİDE NELER DEĞİŞİYOR?
Büyük bir tedirginlik ve alınganlık baş gösteriyor. Tedirginlik, ilişkiye olan güveni kaybetmekten geliyor. Düşünün ki evinizden taşındınız, sonra vazgeçip geri yerleştiniz. Ev aynı ev fakat duvarları yok. Hava gayet sıcak, perdeler duruyor ama cam ve duvarlar yok. Nasıl hissedersiniz? İşte ilk başta buna benzer bir durum yaşanıyor. Yeniden o sınırları belirlemek, ilişkinin etrafına o camı, duvarı örmek gerekiyor. Bu süreç içinde birbirinden şüphe duymak, kendini rahat hissedememek, tartışmalar yaşayınca ayrılık zamanını çağrıştıran korkuyu hatırlamak ve yeniden korkuyu yaşamak gibi duyguları süreçlemek gerekiyor.
SAĞLIKLI OLARAK DEVAM ETMEYECEĞİNİ BİLE BİLE İLİŞKİYİ SÜRDÜRMEK NELERE YOL AÇIYOR?
Kişinin doğru bildiğini yapmaması, üstelik yanlış olduğunu düşündüğü şeyi yaşaması, özsaygısını zedeliyor hatta yok ediyor. Doğru bildiğini yapamaması, ilişki içindeki özgüvenini ortadan kaldırıyor. Kendisi için iyi olanı seçememek, benlik imajını zedeliyor, depresyonu tetikliyor. Bu durum mide, cilt, bağırsak rahatsızlıkları gibi çeşitli psikosomatik hastalıklara da yol açıyor. Kişi kendini değersizleştirmeye başlıyor. Sonuçta ya kendini ya da ilişkiyi öldürüyor. İlişkisi devam edercesine yaşamını sürdürüp, kendine başka bir hayat kuruyor. Bu bazen bir başka ilişki, bazen de tüm varlığıyla işine odaklanmak oluyor. Örneğin böylesi durumlarda bazı ev kadınları kendilerini ev işlerine veriyor, çocuğu olanlar bütün ilgisini onlara yöneltiyor. Bu şekilde ilişkiyi yürütmeye çalışıyorlar.
ÖRNEĞİN AYRILMAK İSTEYEN TARAF, PARTNERİNİ SEVİYOR AMA YİNE DE AYRILMAKTA KARARLI. BUNUN TEMELİNDE NE OLABİLİR?
Bu bir imdat çağrısı olabilir. Yani “Beni kaybediyorsun, bir şeyler yap” demenin bir yoludur belki de. Umutsuzluk duygusu hakimse, kişi başka çaresi kalmadığına inanmışsa, sevdiği halde ayrılmak isteyebiliyor. Yani partnerini sevse de ilişkiye inancını kaybediyor. Kişi, kendine acıyan yani kendini zavallı olarak duyumsayan ve üzüntüden beslenen bir yapıdaysa, sevdiği halde ayrılmak isteyebiliyor. Bir sebep de bilgi eksikliği olabiliyor. Nasıl yoluna koyacağını bilememek de bazen oradan uzaklaşmak istemeye yol açabiliyor. Bazen de kişi partnerini seviyor fakat bu sevginin yıkıcı bir tarafı oluyor. O ilişki içinde olmanın kendisini bedenen ya da ruhen tehlikeye soktuğunu fark ederek, ayrılıyor. Kültürel ve sosyal baskılar da ayrılıklara neden olabiliyor.
Mutsuz bir birliktelik mi insana daha iyi gelir, yoksa mutlu bir yalnızlık mı?
İkisi de iyi gelmiyor. Biz birbirini var eden bir türüz. İnsan yavrusu bir başka insan olmadan insanlaşamıyor. Bu nedenle ilişki içinde olmaya ihtiyacımız var. Tabii bu mutlaka romantik bir ilişki olmak zorunda değil. Yakın dostlar, aile, diğer insanlarla yakın ilişkiler içinde de mutlu olunabiliyor. Bu şekilde bakarsak mutsuz partner ilişkisi içinde olmaktansa, mutlu dostane ilişkiler içinde olmak daha iyi sonuçlar doğuruyor.
DİĞER TARAFTAN BAKMAK GEREKİRSE, AYRILMAK İSTEYEN PARTNERİNDEN BİR ŞANS DAHA YAKALAYAN KİŞİLERIN RUH HALİ NASIL OLUYOR?
İlk başta minnettar, sonradan isyankar oluyorlar. Çünkü ilişki bir kişinin çektiği, diğerinin oturduğu bir araç değil. “Şansı yakalayan” kişi bir süre sonra doğal olarak “ilişkinin tüm sorumluluğu benim değil ki!” duygusunu yaşamaya başlıyor.
KARŞI TARAFIN KENDİNİ ISTEMEMESINE RAĞMEN AYRILMAMAK İÇİN AYAK DİREMEK YERİNE, AYRILIĞI KABULLENMEK DAHA DOĞRU BİR DAVRANIŞ MI?
Bu bağlama göre değişiyor. Yani istememe durumu bir cezalandırma ya da bir tepki olarak gelişmişse, buna karşı direnmek gerekebiliyor. Ancak bu bir ayrılık kararıysa ve karşı taraf aslında duygusal olarak ilişkiden zaten çıkmışsa, o zaman ayrılığı kabullenmek sağlıklı oluyor.
GİDEN TARAF KENDİNİ İYİ HİSSEDERKEN, KALAN BÜYÜK BİR ÜZÜNTÜ YAŞIYOR. BUNUN ÜSTESİNDEN GELMEK İÇİN NE YAPILABİLİR?
Bu durumu mutlaka yaşamak gerekiyor. Önce üzüntüyü ve kaybı kabullenme safhası var. Belki çok acı veriyor ancak bunu yaşamadan hayata devam edilemiyor. Süreç, bir kayıp sonrası hissedilen duyguları kapsıyor. Umutsuzluk, çaresizlik, kayıp, yas, yaşamaya isteksizlik, mutsuzluk, karamsarlık gibi… Bu duyguları yaşarken iki konu büyük önem taşıyor. İlki, mutlaka sevdiğimiz insanlarla paylaşım halinde olmak ve ailemizin, dostlarımızın şefkatine sığınmak. Diğeri de resim, dans, şiir, spor gibi hobilerle duygularımızı ifade edebileceğimiz yollar bulmak. Bu yıkıcı duyguları yapıcı bir ürüne dönüştürebilmek kişi için iyileştirici etki sağlıyor. Ayrıca böyle bir dönemde açık havada olmak, fiziksel açıdan aktif kalmaya çalışmak da süreci atlatmaya yardımcı oluyor.
Yapmam gerekeni yaptım!
“Yaklaşık beş yıllık bir ilişkim vardı. Tahmin edersiniz ki geçirilen yıllar uzun oldukça ayrılık ve buna alışma süresi de bir hayli zor geçiyor. İlişkimiz ilk yıllarda oldukça iyi gidiyordu. Arada huysuzlanmalarımız dışında problemimiz de yoktu. Ancak yıllar geçtikçe artan sorumluluklarla beraber, erkek arkadaşım stresli ve mutsuz biri olmaya başladı. Hiçbir şekilde onu mutlu edemiyordum. Zaman içinde benden uzaklaşmaya başladığını fark ettim. Ama kondurmak istemedim. Kondurmak istemedikçe, ortaya çıkan problemleri hep halının altına ittim. Biriken sorunlar küçük de olsa zaman içinde büyük mesafeleri doğurdu. Görmezden geldim, ilişkimiz bozulmasın, keyfimiz kaçmasın diye sustum. Ama daha sonraları bu durumun üstesinden gelemediğimi fark ettim. Hayatta bırakmam dediğim erkek arkadaşımdan ayrılmayı, böyle problemli şekilde yaşamaktansa, onun hayatımda olmamasını tercih ederim diye düşündüm. Kolay olmadı tabii. İlk başlarda büyük acılar çektim çünkü çok seviyordum. Ben ona gayet ilgili, samimi ve sevgi dolu davranırken, onun ilgisiz ve umursamaz olduğunu görmek beni daha çok yaralıyordu. En sonunda da yapmam gerekeni yaptım, zor olsa da…”
Esra G.
Ayşegül Uyanık Örnekal
Formsanté 2015 – Aralık sayısı