“Aile içi şiddete hayır” derken bir durup düşünün; şiddet sizin için ne ifade ediyor? Aslında fiziksel şiddetin başlangıcı olan yüksek sesli kavgaları, alaycı sözleri, imaları ve çocuğun poposuna atılan bir şaplağı kabul edilebilir buluyorsanız siz de şiddete karşı duyarsızlaşmış olabilirsiniz.
Karısına okkalı bir tokat atan erkek ya da gözünün etrafındaki mor halkayı fondöten ile kapatmaya çalışan ve aynadaki aksine ağlayarak bakan bir kadın… Bunlar ‘şiddet’ deyince gözümüzde canlanan hatta şiddete dikkat çekmek için hazırlanan kısa filmlerde bize gösterilen sahneler. Peki böyle bir anda mı başlıyor her şey, yoksa adım adım mı yaklaşılıyor kara günlere? Dayağa hatta bazen ölüme varan bu karanlık yola ne zaman çıkılıyor peki? İşin uzmanı ile şiddetin nerede başladığını ve nasıl önlenebileceğini konuştuk. Kişiye kendini kötü hissettiren davranışların tamamının şiddet kapsamına girdiğini belirten Davranış Bilimleri Uzmanı ve Psikolojik Danışman Nur Meriç, “Daha çok fiziksel şiddeti konuşuyoruz oysa bunun başlangıcı duygusal şiddet ile oluyor. İncitici sözler, rencide eden, gurur kıran, kişinin kendini önemsiz değersiz hissetmesine neden olan söz ve davranışlar hatta eşi ihmal etmek dahi duygusal şiddetin kapsamına giriyor. Ancak sistematik olarak duyarsızlaşıyoruz ve bunların şiddet olduğunu düşünmüyoruz. ‘Bu da ne ki?’ diye sorduğumuz anda aslında şiddet başlamış oluyor, basamak basamak ve sinsice ilerliyor” diyor.
ŞİDDETİN KRONOLOJİSİ
İncitici sözler zaman içinde yerini ses yükseltmeye bırakıyor. Sesini yükselten kişi bu şekilde aslında karşısındakinin susmasını istiyor ve bağırarak onu baskılamaya çalışıyor. Bir süre sonra hakaret içeren sözcükler ve ardından itmeler, tokatlar ve bazen de öldürmeye kadar giden süreç başlıyor. Ancak şiddete karşı sistematik olarak duyarsızlaşmış olan bizler incitici bir sözün buraya varacağını düşünemediğimiz için sınırlarımızı koymakta ve korumakta zorlanıyor, sonunda da şiddet mağduru oluyoruz. Bu konuda fark edilmeyen bir diğer nokta ise fiziksel şiddet çoğunlukla erkekler tarafından uygulanırken, duygusal şiddetin daha çok kadınların başvurduğu bir yöntem oluşu… Davranış Bilimleri Uzmanı Meriç, özellikle annelerin çocuklarına duygusal şiddet uyguladığını vurguluyor.
DURDURMAK İÇİN ÖNCE FARK ETMEK GEREKİYOR
Toplumsal kabullenmelerimiz olduğunu ve bu nedenle şiddeti fark etmekte zorlandığımızı söyleyen Davranış Bilimleri Uzmanı ve Psikolojik Danışman Nur Meriç, “Kızını dövmeyen dizini döver, dayak cennetten çıkmadır diyen bir kültürden geliyoruz. Bu toplumsal yapı şiddet için altyapıyı hazırlıyor. Kadının toplumdaki algılanışı da bu durumu etkiliyor. Kadının fedakar olması, saçını süpürge etmesi gerektiğine dair yargılar şiddet uygulamaya da görmeye de zemin hazırlıyor” diyor. Meriç, fedakarlık-şiddet bağlantısını da şöyle açıklıyor, “Fedakar insanlar öncelikle karşısındaki insanı düşünmek eğiliminde oluyor. Karşısındakini kendinden önce tutan kişi şiddete uğradığı zaman eşinin bunu yapmaya hakkı olduğuna da inanıyor. Kendisine nasıl şiddet uygulanabildiğini sorgulamıyor ve eşinin davranışına, “Çok sinirliyken bunu yapabilir” gibi bahaneler bularak onu temize çıkarmaya çalışıyor.” Bu fikre sahip fedakar kadın, kendisi sinirli iken de çocuğuna şiddet uygulamaya hakkı olduğunu düşünüyor.
ÖFKEYİ KONTROL EDEMEMEK
Eşine şiddet uygulayan kişilerin ortak özelliği öfke kontrolünü başaramıyor olmaları. Ardından da gelenek ve görenekler geliyor. Eğer kişi şiddeti görerek büyümüş ise bir süre sonra şiddeti kafasında legalleştiriyor ve bazı durumlarda şiddetin uygulanabilir olduğunu düşünüyor. Şiddete maruz kalanların ortak özelliği ise şiddetin bazen hak edilebildiğini düşünmeleri… Ailesinden şiddet gören kişiler eşinden aynı davranışı gördüğünde de yadırgamıyor. Özellikle ailesi tarafından aşırı suçlama korkusu ile büyütülmüş çocuklar sonraki yıllarda da kendisini suçlayarak bunu hak ettiğini düşünüyor ve şiddeti daha kolay kabulleniyor. Davranış Bilimleri Uzmanı Nur Meriç, eşinden şiddet gördüğü için kendisini suçlu gören ve kendisinin tedaviye ihtiyacı olduğunu düşünen kadınlarla karşılaştığını da belirtiyor. Tarafların eğitim düzeyinin şiddet konusunda belirleyici olmadığını belirten Meriç, “Eğitim düzeyi yükseldikçe şiddet azalmıyor; çünkü okulda bir dalda öğretim veriliyor, ancak ne yazık ki eğitim eksik kalıyor. Şiddet daha çok yetişilen ailede öğreniliyor. Kişi orada ne görüyorsa yetişkin olduğunda da aynı davranışları uyguluyor. Eğitimli kesimde şiddeti saklama oranı yükseliyor. Bu kişiler şiddet uyguladıklarını ya da şiddete maruz kaldıklarını söylemekten çekiniyorlar” diyor. Meriç, büyük şehir hayatının da insanları daha gergin ve stresli yaptığını, metropolde yaşayan insanların öfke kontrolünde zorlandıklarını belirtiyor. Bir insanın şiddete yatkın olup olmadığının nasıl anlaşılacağını ise Nur Meriç şu sözlerle açıklıyor: “Kişinin sevgilisi ya da eşi dışındaki insanlara nasıl davrandığını izlemek çok önemli. Çünkü eşler başlangıçta duyguları çok kuvvetli iken birbirlerine karşı çok toleranslı olabiliyorlar. Oysa ilerleyen zamanda eş de diğer insanlardan biri oluyor. Bu nedenle kişinin diğer insanlara davranışları gelecek için de ipucu veriyor.”
SINIRLARINIZI ÇİZİN
Bir kişinin şiddete meyilli olmasının eşine de mutlaka şiddet uygulayacağı anlamına gelmediğini belirten Meriç, “Bir eşin diğerine şiddet uygulayabilmesi karşı tarafın sınır koyması ile de ilgilidir. Şiddete meyilli erkek evde karısını dövebilirken iş yerinde patronuna bunu yapmıyor çünkü orada sınırlarını biliyor. İlişkide sınırları baştan belirlemek ve bunu korumak bu nedenle önem taşıyor” diyor. Sınırları belirlemek için ise şiddetin farkında olmak ve ilk başta tepki göstermek gerekiyor. Tepki gösterirken dikkat edilmesi gereken nokta ise suçlayıcı olmamak ve ‘ben dili’ni kullanmak. ‘Ben böyle hissediyorum’ şeklinde duyguları ifade etmek ve karşı tarafı eleştirmemek iletişimin başarılı olmasını sağlıyor. Nur Meriç, bu şekilde kurulan iletişime rağmen öfke kontrolünün sağlanamadığı durumlarda uzman desteğinin faydalı olacağını söylüyor.
TERAPİYLE TEDAVİ
Şiddete başvurmaktan kendisini alamayan kişilerin psikolojik tedavilerinde geçmiş yaşantılarında şiddet görüp görmedikleri ve bu duruma bakış açılarının bilinmesi önem taşıyor. Ardından kişinin hangi koşullarda şiddete başvurduğu ortaya çıkarılıyor ve genel eğilimlerinin farkına varması sağlanıyor. Şiddet gören kişilerin ise maruz kaldığı durumu ve önceleri önemsemediği ayrıntıların nasıl sonuçlandığını fark etmesi sağlanıyor. Meriç bu basamaklara örnek olarak şunları söylüyor: “Taksitli alışveriş yaptığınızı düşünün. İlk ay 12 taksitle bir ürün alıyorsunuz. Ertesi ay yine 12 taksitle bir başka ürün alıyorsunuz. Bu böyle devam ederse bir süre sonra aylık taksit ödemeniz maaşınızın üzerine çıkıyor ve ödemekle baş edemez hale geliyorsunuz. Şiddet de böyle basamak basamak ilerliyor. Biz danışanlara minik olayların nasıl ilerlediğini göstermeye çalışıyoruz.” Peki bu basamakları oluşturan küçük olayları nasıl fark edeceğiz? Nur Meriç, “Kendinizi kötü ve mutsuz hissetmenize neden olan ve başkalarına anlatmakta güçlük çektiğiniz davranışlara maruz kalıyorsanız ortada bir sorun var demektir. Bir ilişkinin amacı hayat kalitesini artırmak olmalıdır. Eğer ilişki sizi aşağı çekmeye başladıysa orada bir sorun var demektir” diyor. Kişinin bu durumu sorgulamaya başlamasının, en önemli adım olduğunu belirten Meriç, “Biz kişinin düşüncesinin işlevsel olup olmadığına bakıyoruz. Kişi düşüncesini irdeleyip doğru yönde değiştirince doğal olarak eylem de değişiyor. İçinde şiddet barındıran evlilikler de tarafların çabası ve doğru terapi ile kurtarılabiliyor” diye konuşuyor. Şiddetin olduğu bir ailede yaşayan kişilerin ise yetişkin dönemde sağlıklı ilişkiler kurabilmeleri için mutlaka bir uzman desteği almaları öneriliyor.
TEKMELE BENİ SENDROMU
Birçok kadın huzurlu ve güvenli bir ilişki arayışındayken bazıları da aldatılacağını, terk edileceğini hatta şiddete maruz kalacağını bile bile tehlikeli ilişkilerin peşinde koşuyor. Davranış Bilimleri Uzmanı ve Psikolojik Danışman Nur Meriç, bu durumun ‘Tekmele Beni Sendromu’ ile açıklanabileceğini söylüyor. Meriç, bu sendromu şöyle açıklıyor: “Temel ihtiyaçlarımızdan biri de ilgi ve temas yoluyla varlığımızın onaylanması. Normal şartlarda varlığı onaylanmayan yani ailesinden sevgi ve ilgi görmeyen çocuk bunu illegal şartlarda elde etmeye çalışıyor. Babasından şiddet gören, babasının onu çok sevdiğini ancak kendi iyiliği için onu dövdüğüne inanan kız çocuğu ilerleyen yıllarda alışkın olduğu sevgi görme şartını arıyor ve farkında olmadan bu tip insanlara karşı meyil hissediyor. Kendisine şiddet uygulayan kişi tarafından önemsendiği yönünde bir çıkarımda bulunuyor. Çünkü bu kişi şiddeti kafasında farklı bir çerçeveye oturtmuş oluyor.”
Yaprak Çetinkaya
Formsante Dergisi Mayıs 2011 Sayısı