Diğer
    Ana SayfaPsikolojiDepremin ardından travma sonrası stres bozukluğu ile nasıl baş edilir?

    Depremin ardından travma sonrası stres bozukluğu ile nasıl baş edilir?

    -

    Doğal afetler sayılara indirgenemeyecek kayıplara yol açarken, geride kalanlarda travma sürecini başlatıyor. 6 Şubat günü, Kahramanmaraş’ı merkez alarak 10 ilde etkisini gösteren iki büyük deprem sonucunda hepimiz büyük kayıplar yaşadık. Deprem anını yaşayanlar, depremin yıkımına tanıklık edenler ve gelişmeleri takip edenlerde korku, öfke, çaresizlik, keder, suçluluk hissi ve şok gibi tarifi imkansız duygular kendini gösteriyor. Hiçbirimiz bu duyguları kelimelere dökecek kuvveti dahi henüz kendimizde bulamıyoruz.

    Yazı: Seda Özdemir Şimşek

    Uzmanlar duygusal dünyalarımızda derin yaralar açan bu travmatik olayın ve ardından yaşanan olumsuz deneyimlerin bireysel ve toplumsal stres bozukluğuna neden olabileceği konusunda hemfikir. Doğal afetler gibi aniden gelişen ve bizleri çaresiz hissettiren yıkıcı olaylar karşısında kendini gösteren ve “travma sonrası stres bozukluğu” olarak adlandırılan bu durumu Çift ve Aile Terapisti Psikoterapist Beyhan Özpar’a sorduk. Uzmanımız bize bu boyuttaki bir doğal afetin travmatik boyutunu, sonrasında verilen stres tepkisini ve travmayla olası baş etme yollarını anlattı.

    TRAVMA DEDİĞİMİZ…

    TRAVMA TAM OLARAK NEDİR?

    Travma temelde tıp biliminin bir terimidir ve “yara”, “açık yara” ya da “kırık” için kullanılır. Terimin psikolojide kullanımı ise 19. yüzyılın son çeyreğine denk gelir ve “katlanılamayan, ruhsallık tarafından işlenememiş ya da bastırılmış” deneyimleri ifade etmek için kullanılır. Psikolojik travma, günümüzde önemli bir çatı kavram olarak düşünülebilir. Ancak özel olarak psikolojik travma kavramı “ani, öngörülemeyen, yaşamsal bir tehlike duygusu yaratan, kişiyi karşısında etkisiz ve çaresiz hissettiren tehdit edici deneyimler sonucu oluşan bir durum” olarak tanımlanır.

    HANGİ TÜR TRAVMATİK OLAYLARDAN BAHSEDEBİLİRİZ?

    Travmatik olay, kişinin baş etme becerilerini zorlayan durumlar olarak değerlendirildiğinde pek çok travmatik deneyimden bahsedebiliriz. Bu, baş etme becerileri, ruhsal sağlamlık kavramları ile düşünülmesi gereken bir konu. Dolayısıyla travmatik olay, bireysel yönü de olan bir kavram; yani aynı deneyim içindeki kişiler farklı tepkiler verebilir ve bir kişi deneyimden travmatize olmuşken diğeri deneyimle etkili biçimde baş edebilir.

    - Advertisement -

    Aslında daha geniş düşünüldüğü zaman gelişimin kendisinin travmatik olaylardan ibaret olduğu bile söylenebilir. İnsan yavrusu diğer canlılara göre daha az beceri ile donatılmış ve daha savunmasız olarak doğduğu için karşılaştığı her yeni deneyim baş etme gücünü zorlar. Bu baş etme gücünü zorlayan ve uyaran deneyimlere maruz kaldığında baş etmesi konusunda desteklendiği ölçüde olay “travmatik” olmaktan çıkar. Bu bağlamda, bir olayın travmatik olmasının nedenlerinden bir diğerinin, desteklenme ya da yardım gelme olanağının ya da umudunun yokluğu olduğu da söylenebilir. Kategori olarak bireysel travmatik olaylardan ve toplumsal/kolektif travmatik deneyimlerden bahsedebiliriz.

    Travmatik etkiye sahip güçlü deneyimleri ise doğal afetler, savaş durumları, göç, tehcir, inanç, ırk ve ideolojik farklılıklara karşı tehditler, silahlı saldırı veya tehdit, kazalar, cinsel ve fiziksel saldırılar ve tehditler gibi varoluşu zorlayan, kişisel yaşam alanına saldıran, bireysel hak ve özgürlükleri sınırlayan deneyimler olarak düşünebiliriz. Tüm bunlarla birlikte insanların kaynak olduğu deneyimler, tabiatın kaynak olduğu deneyimlere göre daha çok travmatik etki bırakma gücüne sahiptir.

    TRAVMANIN ARDINDAN GELEN RUHSAL YARALANMA…

    TRAVMA SONRASI STRES BOZUKLUĞU (TSSB) NEDİR?

    Travmaya verilen tepkileri, anormal bir duruma verilen normal tepkiler olarak ele alıyoruz. Sonrasında da “akut dönem tepkiler” ve “uzun dönem tepkiler” olarak değerlendirmeye tabi tutuyoruz. Akut tepkiler travmatik deneyimin hemen sonrasında gelişen tepkilerdir. Dört ile sekiz hafta arasında sürmeleri beklenir ve kişiden kişiye farklılık göstereceği de hesaba katılır. Bu sürecin sonunda kişilerin öz bakım becerileri, kendini ifade edişleri, gündelik hayata katılımları gibi süreçlerde zorlanmalar yaşasalar da yaşamın sürekliliğine dahil olmaları beklenir. Tabi ki bu durum travmatik deneyimin tam olarak aşıldığı anlamına gelmez ancak kişi için bir normalizasyon süreci başlamış kabul edilir. Bununla birlikte asıl iyileşme kişinin baş etme kapasitesi, ruhsal dayanıklılığı ile kişiye sağlanan ruhsal ve sosyal destek ve yardımlar sonucu sağlanabilir. Destek sistemlerinin varlığı sürecinde altı ay ile iki sene arasında görülen tepkiler de uzun dönem tepkileri olarak ele alınır.

    TSSB, travma tepkilerinin beklenmedik bir zamanda, öngörülmeyen bir şiddetle ortaya çıkmasını ifade eder. Bazı durumlarda kişiler akut dönemi atlattıkları zaman travmatize olmadığı ve ruhsal sağlıklarının düzeldiğini varsayar. Ancak ruhsal olarak işlenmemiş travmatik bir deneyim, tetikleyici bir deneyimle birleşirse de TSSB ortaya çıkar. Deneyimin şiddeti, türü, süresi ve etkisi gibi olaya özgü faktörler ile kişinin baş etme becerilerinin yetersizliği, psikolojik kırılganlığı, destek sistemlerinin yetersizliği ve olumsuz çevresel etkenler gibi diğer bileşenler de hesaba katılarak, ruhsal olarak işlenmemiş ya da iyileşme olanaklarının eksik olduğu deneyimler sonrasında, kişi için hayatta kalmak ve gündelik yaşantıyı sürdürmek ancak bilinç dışı bir ruhsal bölünme ile mümkün olur. Kişinin bir parçası hayatta katılım gösterip her şey normalmiş gibi yaşamı sürdürürken, bir parçası travma anında kalır ve travmatik deneyim bu parçaya hapsolur. Başka bir deyişle, bu parça hayatta kalmak için sürekli bir tehdit arayışında ve aşırı uyarılmış şekilde görünenin altında varlık gösterir. Daha önceki travmatik deneyimi hatırlatan bir tetikleyici ya da yeni bir travmatik deneyim ile tekrar yüzeye çıkabilir. Bu etkilerin hem dip akıntısı şeklinde kişiyi gündelik yaşamında bir var olan bir tehlike ya da olası bir tehlike algısıyla tetikte tutması hem de tetikleyici bir olay sonucunda tekrar yüzeye çıkarak, şiddetli travmatik tepkilere neden olması TSSB tanımına girer.

    Ayırt edici olansa tetikleyicinin herhangi bir şey olabilmesi ya da yeni travmatik deneyimin görece “daha az şiddetli” olmasına rağmen travma tepkilerinin daha önceki akut tepkilerden daha şiddetli olması ya da yaşam kalitesini bozacak şekilde uzun sürmesi. Kısacası, tanılamayı sağlayan önemli kriterler var. Öncelikle öz bakım becerilerinde ve kendini koruma becerilerinde azalma, aşırı uyarılmışlık, uyku-yeme-cinsellik gibi işlevlerde, ilişkilerde bozulma gibi yaşamsal faaliyetlerin nasıl etkilendiğine bakılır. Ardından yaşam öyküsü araştırılır çünkü TSSB, benzer semptomlar gösteren DEHB ya da öfke sorunları ile sıklıkla karışır. Dolayısıyla kişinin yaşam öyküsü önemli bir tanılayıcı kaynak sağlar. Son olarak semptomların süresi üçüncü temel veri kaynağını oluşturur.

    HANGİ SEMPTOMLARLA KENDİNİ GÖSTERİR?

    Deprem gibi toplumsal ölçeği geniş, doğal bir felaketin ardından en sık rastlanan semptomlar nelerdir?

    Daha önce belirttiğim gibi travma tepkileri, anormal bir duruma verilen normal tepkiler. Dolayısıyla akut dönemde pek çok tepki normal ve semptom sınıfında yer almaz. Ağlama nöbetlerinden hiçbir şey olmamış gibi davranmaya, aşırı yemekten az yemeye kadar her tepki beklenti dahilinde. Burada “peki ayırt edici semptom nedir” sorusu sorulabilir. Akut dönemde dahi ayırt edici semptom, yaşamdan tamamen çekilmek ya da dürtüsel ve yüksek riskli eylemlerde bulunmak olarak kategorize edilebilir. Hiç uyumamak, yemek yememek, öz bakım ve hayatta kalım işlevlerinden vazgeçmek ya da intihar girişimi, riskli araç kullanmak, kendini ya da başkasını tehlikeye atacak şekilde davranmak bu semptomlar arasında sayılabilir. Bu semptomları gösteren kişinin yakından izlenmesi ve hatta acil yardıma yönlendirilmesi gerekir.

    Depremi doğrudan yaşamayanlarda da aynı bozukluğa rastlamak mümkün mü? Toplumsal ya da Kolektif Travma Sonrası Stres Bozukluğu şeklinde bir kavram var mı?

    Travmatik bir deneyimden herkes farklı etkilenir. Bizzat yaşamış olmak da tanık olmak da travmatize olmaya neden olabilir. Genellikle travmatize olmanın şiddetini, merkeze doğrudan deneyimi yaşayanları, ikinci çembere yakınlar ve ilk tanıkları, üçüncü çembere alana ilk ulaşan yardım ekipleri, çevresine de sonradan gelen destek birimlerini koyduğumuz sürekli genişleyen çemberler şeklinde ölçülecek şekilde düşünebiliriz. Ancak uzakta olmak ve hiçbir yakınlık bağının bulunmaması travmatize olmayı engellemez. Yakın dönemde bir kayba, travmatik bir deneyime, ötekileştirmenin yarattığı suçluluğa sahip olmak, görüntülere aşırı maruz kalmak, başa çıkma becerilerinin yetersiz olması, yas ve en önemlisi aynı çaresizlik ile güvende olmama duygusunu derinden yaşamak hem travmatize olmayı kolaylaştırır hem de bunun konuşulabileceği, paylaşılabileceği, işlenebileceği güvenli bir alan bulamamaktan ötürü TSSB gelişimine zemin hazırlayabilir. Ve evet, buna bir topluluk maruz kalıyorsa ve ortak bir acı ile çaresizlik duygusunda, güvende hissetmemede birleşiyorsa, bunu konuşabilecekleri, paylaşabilecekleri güvenli bir alan bulunamıyorsa ve bir de bunun üzerine dayanışma arzu ve olanakları hem tehdit ediliyor hem de sabote ediliyorsa kolektif ve/ya toplumsal travmadan söz edebilir.

    TRAVMA SONRASI STRES BOZUKLUĞU ÖNLENEBİLİR Mİ?

    Travma Sonrası Stres Bozukluğu önlenebilir mi? Bizleri bu bozukluğa karşı savunmasız ya da dirençli kılan nedir?

    Travma ile ilgili pek çok araştırma, “travmatize olma” ya da TSSB’na sahip olmaya ilişkin pek çok faktör tanımlar. Ancak yakından bakıldığında bu faktörleri “kırılganlık düzeyi” üzerinden tanımlamak mümkün. Kırılganlığın boyutu erken dönem ilişkilerinin sağlıksız olmasından başlayarak, kuşaklararası travmanın mevcudiyeti, cinsiyet, yaş, aile yapısı, sosyo-kültürel normlar, sosyo-ekonomik yapı, destek sistemlerinin azlığı ya da yokluğu ile maruz kalınan travmanın türü, şiddeti süresi gibi pek çok faktörün etkileşimi ile artar ya da azalır. Yani hem bireysel faktörlerden hem toplumsal faktörlerden hem de travmatik olayın doğasına ilişkin faktörlerden bahsedebiliriz. Pek çok ruhsal sağlık sorunu, fiziksel sağlık sorunu gibi önlenebilir. Burada belirleyici olan ruh sağlığı politikalarının önleyici bir yapı içinde olması ve toplumsal ruh sağlığının birincil derece önemli olması. Toplumsal olarak güvenlik duygusunun olması, bireysel hak ve özgürlüklerinin korunması, sağlık, eğitim ve adalet gibi önemli yapıların erişilebilir ve etik standartlarda yürütülüyor olması, ekonomik olarak toplumun ortalama da olsa güçlü hissedebilmesi temelde hem travmatik deneyimler hem de TSSB için en önemli önleyiciler. Bunların sağlandığı bir düzende bireyler hem kendi kamusal haklarına hem de ötekilerin kamusal haklarına sahip çıkar. Sosyal yardımlaşma ve dayanışma önemli bir bileşen olarak kişileri destekler. Böylelikle olumsuz yaşam deneyimlerine sahip kişiler, umut etme kapasitelerini ve işlerin yoluna gireceği, yalnız olmadıkları inancını koruyabilirler. Bu işin toplumsal boyutu. Bireyselde ise destekleyici, gelişime açık, kötü olayları ve engellemeleri ortadan kaldırmak yerine bunlarla baş etme becerilerini öğretmeye çalışan ve kendi de sergileyen, çatışmadan kaçınmayan ve bununla birlikte uzlaşma kültürünü de dahil eden, yaşa uygun becerileri cesaretlendiren, her bireyin “öznelliğine” saygı duyulan, zor durumlarda dayanışmayı ve birlikteliği koruyan ailelerde yetişmek ya da böyle sosyal bir destek sistemine sahip olmak da psikolojik sağlamlığın gelişmesini destekler.

    Gündelik hayatta stres bozukluğunun ortaya çıkması ya da şiddetini artırmasına neden olan hangi tür tetikleyiciler bulunmaktadır?

    Güvenlik duygusunun zedelenmesi yeterli bir tetikleyici olarak gündelik hayatımızın içinde yer alır. Yani sadece etnik kökenimden dolayı işten çıkarılacağımı düşünmek, kadın olduğum için gece sokağa çıkmaktan çekinmek, çocuğumu gözümden ayırmayacağım bir mesafede tutmak, yardım isteyen birinden beni suistimal edecek diye kaçınmak gibi pek çok tepki güvenlik duygumuzun ne kadar zedelendiğinin açık göstergeleridir ve olası bir travma için tetikleyici olabilir.

    Tetikleyicileri fark edip bizi etkilemesine engel olabilir miyiz ve tetiklendiğimizde ne yapmalıyız?

    Tetikleyicileri fark edebilmek için öncelikle kendinizi tanımanız ve hikayenizin farkında olmanız gerekir. Bu sadece tetikleyicileri fark etmenizi değil, tetikleyicilerin üzerinizdeki etkisini manipüle etmenizi ya da bunlardan korunmanızı da sağlar. Ancak tetiklenme konusundaki sorun, zaten bunun olacağını öngörememekten veya bunun farkında olmamaktan kaynaklanır. Bu durumda hissedilen rahatsızlığın izini sürmek ve ne olduğu hakkında düşünebilmek tetikleyicileri keşfetmek konusunda yardımcı olabilir ancak bunu bireysel olarak yapmak çok güç. Bu yüzden uzman yardımı almak yararlı ve önemli. Tetikleyicilerin keşfi ve işlenmesi, travmatik deneyiminde işlenmesi anlamına gelir. Bununla birlikte travmatik deneyim ya da tetiklenme ilk önce bedensel regülasyonu bozduğundan, regüle olabilmek ve bedensel stabilizasyon öncelikli. Zemini hissetmek, bedeni hissetmek, nefesi izlemek ya da beden taraması yapmak ve bedenin farkında olmak, bir kontrol duygusu yaratıp “şimdi ve burada”ya davet ettiğinden destekleyici olabilir.

    TRAVMA SONRASI STRES BOZUKLUĞU İLE BAŞ EDEBİLME

    TSSB’na karşı en işe yarar bilimsel tedavi yöntemlerini açıklayabilir misiniz?

    Pek çok araştırmanın gösterdiği üzere tek bir tedaviden çok birleştirilmiş tedavilerden bahsetmek yararlı. EMDR, BDT çatısı altındaki tedaviler, beden psikoterapileri ya da somatik deneyimleme, varoluşçu yaklaşım ya da psikanalitik/psikodinamik yönelimli terapilere ek olarak psiko-farmakoloji gerekebilir. Travmatik deneyim çarpık ve dehşet verici anlamlarla örülmüş, tamamlanmamış bir hikaye gibidir. Dolayısıyla tedavinin kişiye özgü bir yönü olduğu unutulmamalı. Ve bununla birlikte tedaviden çok ilişkinin iyileştirici olduğu akıldan çıkmamalı. Çünkü travmatik deneyim insanlıktan çıkma duygusu yaratır. Bunu onarmanın en önemli yolu insan insana ilişki kurabilmek ve bu ilişki içinde kalabilmek. Bu sayede oluşan güven ilişkisi içinde hikaye parçalara ayrılır, her bir parça için anlamlar keşfedilir, kişi kendi hikayesini yeniden oluşturması için cesaretlendirilebilir ve bu hikayeyi farklı yönlerinden okuyabilir. Hem okuma olanaklarını hem de hikâyeyi yeniden kurduğunda kendi gücünü keşfederek iyileşme şansına sahip olur.

    Sağlıksız başa çıkma yöntemleri hakkında da bilgi verir misiniz?

    Bu biraz çetrefilli bir konu. İnsanlar başa çıkmak için ellerindeki en erişilebilir kaynağı kullanma eğilimindedir. Travmatik deneyim ancak acısının içinden geçilerek, kaybı kabul edip yası tutularak iyileşebilir. Ancak acı çekmek hoşnutsuzluk yaratır. Bu yüzden insanlar acıyı bastırmanın yollarını arar. Acıdan geçmek yerine onu bastırmak ya da yok saymak için başvurduğumuz her yöntem sağlıksız. Ancak, ölen bir çocuğun ardından hemen gebe kalıp yeni bir çocuk doğurmak sağlıksız olsa da işlevseldir ve toplumsal olarak hem kabul edilir hem de desteklenir. Aslında alkol kullanmaktan, dine adanmaya kadar her başa çıkma yöntemi belli bir işleve sahip. Dışarıdan sağlıksız olduğunu söylemek, buna başvuran kişi için bir anlam ifade etmez; kişi için önemli olan onu hayatta tutma işlevini yerine getirmesi. Buradan çıkmanın tek yolu da artık bu işlevin yetersiz gelmesi kişinin yeni bir arayışa girmesi ya da ikincil sorunlara neden olması ve sağlıklı işlevlere yönlenmesi için zorlanması.

    6 ŞUBAT VE SONRASI

    Büyük bir yıkıma yol açan 6 Şubat depreminden etkilenen yakınlarımıza biz nasıl yardım edebiliriz?

    Onlara kendi hızlarında hazır olduklarında, hazır oldukları kadar kendilerini açacakları güvenli, yargısız, tavsiyesiz, kucaklayıcı ancak boğmayan ve sakin bir alan sunarak; ihtiyaçlarını sorarak ancak kendi ihtiyacınızı onlara dayatmayarak, zaman vererek ve bununla birlikte aşırıya gittiğinden endişelendiğiniz durumlar için uzmanlardan görüş ve destek alarak, en önemlisi de yanlarında olup eşit ve saygı dolu bir ilişkiyi kurup sürdürerek yardımcı olabilirsiniz.

    TRAVMATİK BİR OLAY SIRASINDA BEYNİMİZDE NELER OLUYOR?

    Travma beynimizi doğrudan etkiliyor. Duyular uyarılıyor, hafızamız zorlanıyor ve beynimiz korkunç bir stres etkisine maruz kalıyor. Psikoterapist Beyhan Özpar, beynimizin travma deneyimini adım adım anlatıyor.

    Travmatik deneyiminin beynimizdeki yansıması nedir?

    İnsan diğer canlılar gibi hayatta kalmaya programlanmış bir organizma. Evrimsel olarak ilk gelişen ve sürüngen beyin olarak adlandırabileceğimiz bölge; yaşamsal fonksiyonlarımızın sürdürülmesini, örtük hafızanın kayıt tutmasını ve hayatta kalmak için duyusal uyaranların işlenmesini sağlayan beyin sapı, omurilik soğanı ve beyincik gibi organlardan oluşur. Bu ilkel/sürüngen beynimiz, evrimin sonraki aşamalarında gelişen ve duyguları işleme ve açık hafıza becerilerini yöneten limbik sistemi de barındıran memeli beyni ile düşünme, karar verme ve kontrollü olma gibi becerileri içeren, evrimin son aşamasında gelişen korteksi içeren insan beynine veri sağlayan bir ana kablo gibidir. Travmatik olaylar yaşamsal ve varoluşsal tehditler içeren deneyimler olduğundan ve duyusal veriler yoluyla algılandığından beynimizin başta bahsettiğim en ilkel tarafını uyarır. Burada da evrimsel olarak en eski savunmalarımıza çekilerek hayatta kalmayı sağlayacak savaşma, donma ya da kaçma refleksif davranışlarına yöneliriz. Örtük hafızamız da kayıt tutar. Bütün beynimize uyarım gider ancak bu uyarım yaşam tehlikesine karşı pek çok verinin akışını içerdiğinden çok fazla, şiddetli ve karmaşık uyarıma maruz kalırız. Duygu ve düşünme merkezleri algılanan tehdidin büyüklüğüne göre işlevini yerine getirme kapasitesini yitirir. Tüm beden, sürüngen beynimizin yönetiminde sadece hayatta kalmaya yönelik işlev gösterir. Ancak tehdit bittiğinde ya da güvende olduğumuz duyumuna ulaştığımızda beynin diğer bölgeleri etkinliklerine tekrar kavuşabilir. Önce deneyimle ilgili hissetmek, ardından deneyim üzerine düşünmek mümkün olabilir. Kısa süreli hafıza bu noktada verileri bir olay örgüsüne dönüştürmek için hikayenin parçalarını toplamaya çalışır. Ancak bu sürece kadar örtük hafıza tüm verileri toplamış ve travmatik deneyimin tüm hatları sinir sistemine duyusal uyarım olarak kaydedilmiş olur.

    Çok şiddetli bir tehditle karşılaştığımızda ya da şiddeti küçük veya orta derecede olan ancak belli bir zaman aralığını kapsayan bir tehditle karşılaştığımızda sürüngen beynimiz aktif olarak veri toplamaya başlar. Bu uyarılmışlık durumu, yaşamın sürdürülmesini sağladığından duyusal veriler sürekli bir akış halinde sinir sistemimizde dolaşımda olur. Beynimiz bu verileri biz farkında olmadan yoğun enerji sarf ederek tehdit ya da tehdit değil türünde bir incelemeye girer. Tüm bu süreç otomatik şekilde farkında olamadan devam eder. Dolayısıyla reelde bir tehlike ya da tehdit olmasa ve kişi yaşamını “normalmiş” gibi sürdürse de arka planda hayatta kalmak adına yoğun bir enerji harcar.

    TSSB, otomatik olarak sürdürülen bu eforun uzun bir zamana yayılması, beynin büyük enerjisinin tehlike uyaranlarını araştırması ve dolayısıyla nöral bağlantıların yanlış kurulması ve bozulması ile beynin sağlıklı işlev gösterebilmesini engellemesi olarak düşünülebilir. Tehlike çok belirsizdir ancak mutlaka bir yerlerde olduğu huzursuzluğu ile sürüngen beyin sürekli bunu arar. Daha önce duyusal izler olarak sinir sistemine kaydedilmiş travmatik deneyimin her biri de bu sebeple tetikleme gücüne sahip uyaranlara dönüşür. Dolayısıyla, mesela tecavüz mağduru biri için çok eğlendiği bir hafta sonu partisinde yanından geçen birinin parfümü, failin kokusunu hatırlatısa; örtük hafızası bu duyusal izin peşinden gider ve travmatize olan kişinin nedenini bilmeden ani bir sinir krizi yaşamasına, içe kapanmasına ya da uzun vadede nedenini bilmeden yoğun bir çaresizlik duygusuna ve öz bakımının bozulmasına neden olabilir.

    Bu süreç görüntülenebiliyor mu?

    TSSB, fMRI görüntülemeleri ile beynin aşırı uyarılmışlık hali olarak görüntülenebilir. Ancak bu görüntülenen verinin kaynağı her zaman belirsizdir. Olumsuz duygulanımlar ve duyusal izler ile olumlu duygulanımlar ve duyusal izler beynin farklı bölgelerini farklı şekillerde uyarırlar. fMRI görüntüleme bu farklılığı ve farklılığın yoğunluğunu tespit ederek teşhiste yardımcı bir araç olabilir ancak kişinin genel stresi ya da travmatik deneyimi hakkında bilgi sağlamaz.



    CEVAP VER

    Lütfen yorumunuzu giriniz!
    Lütfen isminizi buraya giriniz