Hayat kaçırılan bir şey mi? Zamanını boşa harcamak diye bir şey var mı? Gençliğimiz elden mi gidiyor? Hakikaten kötü bir döneme mi denk geldik? Soracak o kadar çok soru var ki…
Hep daha iyisi var, bunu her zaman biliyoruz. Bir de kendi elimizde olanı görsek ve bunun hakkını versek nasıl olur? Her şey illa bir başarı hikayesine dönüşmek zorunda değil! Sabah kalktığımızda iyi hissedip günün kalanıyla boğuşmak yerine onu yaşamayı seçiyorsak geleceğe en büyük yatırımı yapmışız demektir.
Kafanızda hayatı kaçırdığınıza dair sorular varsa ya da hiçbir şeye yetişemediğinizi düşünüyorsanız, birincisi anda yaşamayı deneyin. İkincisi arkanıza yaslanın ve Psikolog Emel Aner Aktan’ın sorularımıza verdiği yanıtları okuyun.
Hayatı kaçırmak mümkün mü gerçekten? Var mı böyle bir şey?
Bir evdesiniz farz edin. Evin bir sürü penceresi var, bu pencerelerin hepsi aynı yöne ve aynı manzaraya bakıyor. Pencerelerin tek farkı hepsinin farklı renkte camlardan yapılmış olması. Sarı bir pencereden baktığınızda manzarayı sarı tonlarda görüyorsunuz, pembe bir pencereden baktığınızda manzarayı pembe tonlarda görüyorsunuz. Hangi renk pencereden bakıyorsanız manzarayı o şekilde algılıyorsunuz.
Hayatı kaçırma düşüncesi de tıpkı bunun gibi. Eğer siz hayatı kaçırıyormuş filtresi ile hayata bakıyorsanız hayatı kaçırdığınızı düşünürsünüz ama o pencereden bakmıyorsanız hayatı kaçırdığınızı düşünmezsiniz. Durum, sizin düşüncenize göre değişir. Cevap ise kişiliğimizde ve yaşama nasıl baktığımızda gizlidir.
Hep daha iyi bir alternatif olduğunu düşünerek bulunduğu konumda hayatı kaçırdığını hissedenler var. Neden böyle hissederiz?
Yaşam elimden akıp gidiyor ve ben istediğim şeyleri yapamıyorum diye kendimizi acımasızca eleştiriyor olabiliriz. Aslında böyle hissetmemizin nedeni bizim kendimizle ilgili net kararlar almamış olmamızdan, kendimizi tam olarak tanımadığımızdan kaynaklanır. Kendimi yeterince iyi tanıyor muyum? Eğer yeterince kendimizi keşfetmemişsek, nelerin bizi mutlu edip nelerin etmeyeceğini tam olarak kavrayamamışsak isteklerimizle ilgili karar vermekte zorluk çekeriz.
Karar vermek, seçim yapmak ve tercihlerle ilgilidir. Zaten yaşamımızda her şey bir tercih ve karar vermekten ibaret değil mi? Yaşamın kendisi tercih ve kararlardan oluşur. Biz hangi tercihlerimizin bizi mutlu edeceğini tam olarak bilemiyorsak işte sıkıntı bu noktada başlar. Düşünün ki bir kahve dükkanına girdiniz. Çok sayıda seçenek var. Ve hepsinin tadını bilmiyorsunuz. Kahve içeceksiniz evet. Kahve zevki, tarzımız ve ihtiyaçlarımız konusunda tam olarak düşünmemişsek, hangi kahvenin daha iyi hissettireceği konusunda bir fikrimiz oluşmamışsa her zaman seçtiğinizin dışındaki diğer seçeneklerin daha mı iyi olacağı sorusuna bizi sürükleyeceği kesin. Bu noktada kendimizi keşfetmenin tam zamanı.
Ben nelerden hoşlanırım? Duygusal ve fiziksel ihtiyaçlarım nedir? Ne yapmak ve ne olmak beni mutlu eder? Bu soruları hiç acele etmeden düşüne düşüne cevaplayın. Hatta bu süreci bir haftaya yayın. Önem sırasına göre kağıda yazın. Vereceğiniz cevaplar size büyük ölçüde yol gösterici olacak.
Hayatı kaçıracağız diye her şeyi yapmaya çalıştığımızda da hiçbir şeye yetişemiyoruz; nedir bunun dengesi?
Her insanın fiziksel ve ruhsal olarak bir kapasitesi vardır. Kimimiz stres altında çok başarılı işler çıkarabilir, kimimiz ise stres karşısında kontrolünü kaybedip hiçbir şey yapamayabilir. Bu tamamen bizim yapımızla, kapasitemizle ilgili bir durum. Ama kendimizi tamamen keşfedememişsek neyi ne kadar yapabileceğimiz konusunda yeterince fikir sahibi değilsek bazen beklentilerimizi çok yüksek tutabiliriz.
İşte bu beklentileri yüksek tutmak sürekli hayatta bir şeyleri kaçırdığımız hissini yaratır. Bazen yerinde kullanılmadığı zaman sıkıntı yaratan cümleler vardır. “İstersen yaparsın!” “İstersen olursun!” gibi. Aslında bunlar insanın iç motivasyonunu arttırıcı olumlamalardır.
Yerinde ve dozunda kullanıldığında gerçekten harikalar yaratabilir ama her iyi şey olumsuzu her olumsuz da iyiyi içinde barındırır. Yani her şeyin hem iyi hem de olumsuz bir yönü vardır. İşte bunun gibi her şeyi yaparsın gibi sınırsız bir beklentiye bizi iten cümleler de bir yandan bizi motive ederken bir yandan da aşırı yüksek beklentiye girmemize neden olabilir.
Kendimizin koyduğu yüksek çıtaları aşamazsak bu döner dolaşır kendimizi yetersiz görmemize neden olur. Bu durumda gerçekten biz başarısız mı olmuş oluyoruz? Yoksa hedefimizi ve beklentimizi çok yüksek tuttuğumuz için mi başarısız oluyoruz? işte bu da, elimden gelen her şeyi yapıyorum ama yine de yetişemiyorum, hayat akıp gidiyor ben bir yerinden tutamıyorum gibi aşırı olumsuz genellemelere iter.
Kendimizi acımasızca eleştiririz ve yetersiz hissederiz. Mutsuz ve öfkeli hissederiz. Onun için hedeflerimiz her zaman ulaşılabilir olmalı ve çıtayı ufak ufak yükseltmeliyiz, aşamadığımız noktada durmayı bilmeliyiz. Böylece kendi iç dengemizi sağlamış oluruz.
Zaman akıp gidiyormuş ve biz yetişemiyormuşuz gibi hissettiğimizde ne yapmalıyız?
Aslında bu günümüzün en büyük sorunlarından biri. Çevremizde radyo televizyon, internet gibi iletişim araçları, sosyal medya ağları gibi bizi etkileyen, zihnimizi ele geçiren, andan kopartan o kadar çok uyaran var ki bunlardan etkilenmemek mümkün değil. Üstelik tüm bunlar her an üzerimizde taşıyabileceğimiz tabletlerimizde, telefonlarımızda hatta saatlerimizde.
Her şeyden haberdar olma isteği, günlük sorumluluklarımız, koşuşturmalarımız, karşılaştığımız güçlükler de eklenince bir de bakıyorsunuz ki saatler geçmiş bitmiş ve hayatınızdan birgün daha eksilmiş. O zaman yapmamız gereken ana odaklanmak. Peki nasıl odaklanacağız?
İsterseniz bunu şimdi bu yazıyı okurken birlikte yapalım. ister ofiste, ister evde, isterseniz toplu taşıma aracında olun kolaylıkla yapabilirsiniz. Gözlerinizi kapatıp, aldığınız nefesin sesine odaklanın. Bu nefesle ciğerlerinizin nasıl dolduğunu hissedin. Ayaklarınızı ve ayaklarınızın altındaki zemini hissedin. Çevreden gelen seslere, kokulara odaklanın. Teninizde hissettiğiniz ısıya, esintiye ya da ürperme hissine odaklanın.
Tüm bunlar sizin sadece 1-2 dakikanızı alacak ama etkisi büyük olacak. Çünkü bu küçük dakikalar sizi geleceğin kaygılarından, geçmişin hüzünlerinden sıyırıp yaşadığınız anda olmanızı sağlayacak. Bir nevi sizi kendinize getirecek. Bu yöntemi kendinizi sıkışmış hissettiğiniz her zaman istediğiniz sıklıkta rahatlıkla kullanabilirsiniz.
Bir de yapacağım da ne olacak diyen bir grup var. Onlar ne yapmalı?
Ivan Gonçarov’un Oblomov karakteri vardır romanında. Oblomov’un yapmak istedikleri vardır, hedefleri vardır fakat tembelliğinden bir türlü bunları gerçekleştiremez. Hep bir boşvermişlik içindedir ve sonunda hem sevgilisini hem de sahip olduğu serveti kaybeder.
Aslında bu noktanın özüne inmekte fayda olduğunu düşünüyorum. Neden bazılarımız aşırı beklenti etkisiyle hedefleri için kendisini heba ederken bazılarımız da parmağının ucunu kıpırdatmaz. Aslında her iki durum da, iki uç noktadır. Bunun şifresi aslında kişiliğimizde saklı. Tüm insanların zorluklar karşısında üç ana tepkisi vardır. Savaşmak, kaçmak, dona kalmak. Kendinden aşırı beklenti de olanlar savaşan gruptur.
Sürekli yeni hedefleri vardır ve bunun için mücadele ederler. Parmağının ucunu kıpırdatmak istemeyen, tembellik edenler ise kaçmayı tercih eden gruptur. Bizim kişiliğimiz ile ilişkili bir durumdur. Kişilik denen şey ise, hem genetik hem biyolojik, hem de büyürken anne baba ve çevremizden öğrendiklerimizle oluşur.
Yıllar içinde oluşmuş, bizim bir parçamız olan yapımızı değiştirmemiz için, önce fark etmemiz gerekir. Fark ettikten sonra çok küçük egzersizlerle sindire sindire üstesinden gelmeye çalışmalı. Çünkü kişi özünde bu hedeflere ulaşamayacağını düşünür ve gözünde büyütür bunun için de hiçbir aksiyon almamayı tercih eder. Bunu kırmanın yolu kişinin kendisine küçük hedefler koyup bunları gerçekleştirerek kendisini kendisine ispatlamaktır.
Hepimize, özellikle de kadınlara belli yaşlarda, belli şeyler yapılması gerektiği öğretildi. Evlenmek, çocuk doğurmak işte başarılı olmak gibi… Bunlardan birini yapmayınca hayatı ıskalamış gibi hisseden çok insan var. Bu hisle nasıl başa çıkılabilir?
önceki nesillerin bize öğrettiği bu deneyimler ne kadar bize ve yaşadığımız döneme uyuyor? Eğer bize öğretilenleri kendimizi tanımadan kendimizi keşfetmeden olduğu gibi kabullenip benimsersek günün birinde bunlardan çok da mutlu olmayabiliriz. Bu bizim için gerçekten küçük bir kıyamettir.
Sarsılırız ne yapacağımızı bilemeyiz döner kendimizi suçlarız, çevreyi suçlarız, yakınırız kısacası kendimizi çok kötü hissederiz. Ama hiç şunu durup düşünmeyiz: Gerçekten benim istediklerim de bunlar mı? Eğitim hayatımız başlar büyüklerimiz bizi o ya da bu mesleği seçmemiz konusunda yönlendirir. Peki eğitimini almak istediğimiz meslek gerçekten kendi isteğimiz mi? Bu meslek bize uygun mu? Bizi beklentilerimiz konusunda tatmin edecek mi? Sonrasında o veya bu şekilde okul biter meslek sahibi oluruz sıra evlenmeye gelir. O yaşta evlenmek bizim için uygun mu? Yoksa evlilik sorumluluğunu almadan önce gerçekleştirmek istediğimiz başka idealler mi var? Diyelim ki evlendik; evlilikte çocuk sahibi olmak bizi ne kadar mutlu eder? Bu sorumluluğu almaya eşiniz ve siz ne kadar hazırsınız? Ama nesiller boyu öğretilen şeyler içimize işlemiştir. Kafamıza kazınmıştır.
Durup düşünmez ve ben ne istiyorum aslında sorusuna cevap vermemişsek biz kendi hayatımızı değil başkalarının bize öğrettiği hayatı yaşamış oluruz. Oysa biz onlar değiliz ve onların zamanında da yaşamıyoruz. Teknoloji değişiyor kültür değişiyor hayat şartları değişiyor ama bize öğretilen sıralama hep aynı kalıyor. Bu ne kadar doğru işte içimizde bunu sorgulamamız ve terzi dikim elbise gibi kendi tarzımızı oluşturmalıyız.
Kontrol duygumuz hayatı kaçırma hissini körükler mi?
Plan yapmak ve bu planlara uymak düşünce olarak çok güzel ve rahatlatıcı bir şey gibi görünse de şunu hiçbir zaman unutmamak lazım, “Hayat her zaman bizim planladığımız gibi gitmez ve hayat adil değildir.” Aslında bu cümleyi gerçekten içimize sindirirsek çok daha rahat hissederiz. Kendi kontrolümüzde olan şeyler vardır bir de asla kontrol edemeyip ön göremediğimiz şeyler vardır. Örneğin geçen kış, bu yaz tatil için çok güzel planlar yapmış olabilirsiniz hayatı kaçırmamak adına. Ama pandemi nedeniyle bu planlar belki de rafa kalkmak zorunda kaldı. Siz gerçekten çok çalışmış, çok yorulmuş ve bu tatili sonuna kadar hak etmişsinizdir adil olan planladığınız tatili yapmaktır ama hayat önümüze çok farklı engeller ve senaryolar koyabiliyor. Ama hayat böyle bir şey. Bu noktada eğer biz sürekli neden böyle oldu sorusuna takılı kalırsak işte o zaman hem kendimizi hem de hayatı gerçekten kaçırırız.
Evet bir planımız hedefimiz gerçekleşmedi ama yaşamda başka seçenek ve olanaklar da var. Sürekli neden böyle oldu sorusuna takılı kalmak pek çok fırsatı kaçırmamıza neden olur ve hayatı bize zehir eder. Çünkü ben neyi eksik yaptım da olmadı? Neden beni istemedi beğenmedi? Neden gidemedim? Neden bu fırsatı kaçırdım? Oysa bu neden sorularının cevaplarının çoğu bizimle ilgili değil karşı tarafın ihtiyaç ve hayat görüşü ile ilgilidir. Bunlar bizimki ile örtüşmemiş olabilir.
Bu bizim daha az yetenekli daha kötü daha başarısız olduğumuzu veya kötü bir plan yaptığımızı göstermez. Neden sorusuna odaklanmak kendimize yapacağımız en acımasız şeylerden biri. Bazen bu soruya o kadar odaklanırız ki canımız sıkılır, içimize kapanırız. Arkadaşlarımızdan şuraya gidelim diye teklif gelir. Fakat biz neden sorusuna o kadar takılmışızdır ki bu sorunun cevabını bulmaya çalışırız dolayısıyla bütün bu teklifleri reddedip sürekli kurmaya başlarız. Bu gerçekten çok eziyetli ve acılı bir süreçtir. Bu eziyeti kendimize çektirmeye hakkımız var mı? O zaman neden sorusunu böyle sormak yerine ‘evet bu olanak fırsat gerçekleşmedi hayat adil değil bunu kabulleniyorum ama şimdi ben başka ne yapabilirim?’ sorusuna odaklanmak lazım. Bazen kontrolü gevşetmek hayatın akışına göre pozisyon almak çok daha iyi yerlere bizi getirebilir. Aslında daha esnek olmak ve yeniliklere açık olmak sorunlarla baş etmemizi de kolaylaştırır.
Hayatı kaçırıyormuş hissi bize neler kaybettirir, neler kazandırır? Nasıl davranmak gerekir?
Günde ortalama aklımızdan altmış bin düşünce gelip geçer. Bunların çoğunu fark etmeyiz bile. Bilinçli olarak fark etmeyiz ama kimi zaman kendimizi kaygılı kimi zaman neşeli kimi zaman hüzünlü veya öfkeli hissetmemizin nedenleridir bunlar. Ama biz içsel bağlantımızı sık sık kurduğumuzda bu düşünceler daha olumlu yapılar olarak şekillenecektir. Dolayısıyla her nerede olursanız olun bir iki dakikalığına gözünüzü kapatıp bulunduğunuz ortama kendi bedeninizi ve ruhsal arzularınızı hissederseniz. Bu hem yaşadığınız gerçekliğe hem de sizi mutlu edecek keşifler yapmanıza yardımcı olacaktır. Yaşamdan doyasıya tat almak tatmin olmak için bir çaba içerisinde olmak gerekir. Çünkü çoğu şey kendiliğinden olmaz. Ama tat almak için neden tat aldığımızı keşfetmemiz lazım. Aslında hedefe ulaştığımızda alınacak tat kadar, hedefe giderken ilerlediğimiz yoldan da tat almayı bilmek gerekir.
İSTİNYE ÜNİVERSİTESİ PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK BİRİMİ KURUM PSİKOLOĞU SAİME SERPİL ÖZGÜL, HAYATI KAÇIRMA DÜŞÜNCESİNDEN SIYRILMAYI KOLAYLAŞTIRACAK TÜYOLAR VERDİ.
İKİ FARKLI HAYAT
Toplumsal değerlerimiz bazen olmak istediğimiz halden daha çok olması gerekene bizi zorlayabilir. 30 yaşında iki kadın hayal edelim. Biri işinde oldukça başarılı ve bekar bir kadın. Bir diğeri ise evli ve iki çocuğu olan bir kadın. İkisinin de bireysel olarak 30 yaşına gelene kadar yaptığı birden fazla şey var. Peki ya hangi kadın hayatta hangi şeyi ıskaladı? Ya da şöyle soralım ıskalamak olarak söylediğimiz durum kime göre bir durum? Evli ve iki çocuk annesine mi? Kariyer sahibi olana göre bir durum mu? Aldığımız karar eyleme geçene kadar çoğu kez bizi zorlayabilir. O an içerisinde kararın bize getirdiklerine ve gelecekte getireceklerine adapte olduğumuzda hissettiğimiz olumsuz duygular daha az olur. Aldığımız kararın bize kattığı ya da bize zarar verdiği yönleri ele aldığımızda o hisle başa çıkabiliriz. Çünkü aldığımız kararın sorumluluğunu üstlenmiş oluruz. Aynı 30 yaşında evli olan kadının bu kararın sorumluluğunu üstlenerek, kariyer sahibi olmayı hayatında daha alt sıralara yerleştirmesi gibi. Kişinin kendi ihtiyaçları toplumun ihtiyaçlarından daha önemlidir.
MUTLU OLMAK İÇİN NEDEN ARAMAYIN
Mutlu olmak için hayatımızı sürekli emniyet kemeri takıyor gibi kontrol ederek geçiremeyiz. Bu durum hayatı kaçırma hissimizi körükler. Bir hafta içerisinde beş kilo vereceğim ve mutlu olacağım. Bir hafta içerisinde tatile gideceğim ve mutlu olacağım. Bu gibi şartlanmalar mutluluk duygusunun bir nedene bağlı olmasına sebebiyet verir. Hâlbuki hayatın bize sunduklarına eşlik ederek mutluluk duygusunun bize geldiğini fark ediyor oluruz.
İPLERİ GEVŞETİN
Bazen düşüp dizlerimizin yara alması gerekir, bazen o yaranın tekrar tekrar kanaması gerekir ki kabuk bağladığında o yaranın izi bizi diğer hatalardan koruyabilsin. Ama başta kontrol ederek deneyimlersek, diğer alanlarda öğrenmemiz gerekenleri kaçırıyor oluruz. Bugünden yapmamız gereken anın bize getirdiklerine uyum sağlayabilmekten geçer. İnsan olmanın en doğal süreçlerinden biri olan uyum sağlama kapasitesi bizi zorluklar karşısında belirli bir süre sonra uyum sağlamaya iter. Bugüne dair hayatımızla sağladığımız uyum gerçekten anın bize getirdiklerini yaşayabilmemizi sağlayarak yaşam kalitemizin daha sağlıklı olmasını sağlar.
ALAN AÇIN
Sürekli tetikte olmak kişinin kaygı seviyesini arttırarak olumlu duygular hissetmesini engeller. Olumsuz düşüncelerin varlığı kişi de korku duygusu hissetmesine neden olur. Bu da kişinin güvende değilim düşüncesini tetikler. Olumsuz bir durumun olma ihtimalinin sürekli olması korku duygusunun kişinin hayatını keyifsiz ve mutsuz bir hale girmesine neden olur. Örneğin iyi gelmediğini düşündüğü bir ilişkinin devamlılığı için kişinin o ilişki de bulunma isteği. Çünkü ilişkiden çıkarsa hayatı kaçırır ve bir şeyler kontrolü dışında gerçekleşir. Hâlbuki iyi gelmeyen bir durumu bırakıp yeniye alan açtığımızda, hayatın bize sunduklarının daha farklı olduğunu deneyimliyor olacağız. Hayatta hayatı erteleme lüksümüz olmadığını hatırlamak kendimize en güzel hediyedir.
Yazı: Irmak Yaşar