Daha muhteşem bir hayat için eril ve dişil enerjinin özelliklerini keşfetmek, zihnimizin sesini sakinleştirip gönlümüzün sesini duyabilmek ve akışa güvenmek önemli. İletişim ve İlişki Uzmanı, Kuantum Terapist Hande Akın’la kadın olmayı, ilişkileri ve mutluluğun formülünü konuştuk…
DİŞİL ENERİYİ TANIMLAYABİLİR MİSİNİZ?
Kadın-erkek ayırmayalım, herkesin içinde eril ve dişil enerji var. Her şeyin enerji olduğundan yola çıkarsak bu iki enerji tam ve dengede olduğunda, yin yang gibi bütün olduğunda, biz de dengedeyiz. Ama kadınların ekonomik hayata girmesi, sosyal hayatta daha aktif olması, kendi maddi güçlerini eline almasıyla ve aynı zamanda iş hayatında kadın-erkek arasında rekabetin de çok fazla artmasıyla kadın biraz hoşgörü, sevgi, şefkat gibi dişil enerjiden gelen özellikleri bastırıyor. Eril enerjinin rekabetçi, atak, rasyonel özellikleri ağır basıyor. İş hayatında bu biraz işinize yarayabiliyor ama eninde sonunda iş hayatında da size mutluluk ve başarı getirecek olan dişil enerjidir. Sadece dekolte giymek ile olan bir şey değil. Dişil enerji, hiçbir şekilde yargılamaz, her zaman anlayışla bakmaya çalışır ve dişil enerjide öyle bir inanç sistemi var ki kendi içindeki Tanrı’yı ve Tanrıça’yı arar, onunla bir bütün olmak ister. Sol beyini aktif kullanmanın getirisi eril enerji ise bir cezalar, ayıplar, günahlar çerçevesinde algılar yaşamı.
İLETİŞİM VE İLİŞKİ KONULARINA YÖNELMENİZ NASIL OLDU?
Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunuyum. Radyo-Televizyon ve Sinema okudum. Öğrencilikle birlikte başlayan iş hayatım çok fazla insan tanımama vesile oldu. İletişim, ilişki uzmanlığı kısmı 15 yıl reklam sektöründe çalıştıktan sonra geldi. 28 yaşında hayatı biraz farklı görmeye, sorgulamaya başladım. “Gerçekten ne istiyorum, ben kimim, hayatımda mutlu muyum?” gibi sorulara kendi cevaplarımı arama yolculuğuna çıktım. Cevaplar teker teker gelmeye başladığında da hayatımda radikal bir karar alıp değişim yaratma gücü, isteği ve dürtüsü geldi. Mesleğimin çok güzel bir noktasındayken reklamcılıkla vedalaştım. Yaşam koçluğu eğitimi almıştım ama o zaman ajanstaki ekibimi motive etmek için aldığım bir eğitimdi. Bir yandan da “Ajanslarda çok yoğun bir tempo var, ben 40 yaşımdan sonra bu tempoda çalışmak istemem, koçluk yaparım” diye bir hayalim vardı. O hayal, o niyet, o istek o kadar güçlüymüş ki, 33 yaşında gerçek oldu. Reklamcılıkla vedalaşınca koçluk başladı. Ardından fark ettim ki sadece koçlukla insanları motive edebiliyorsunuz ama bir yere kadar gelebiliyorsunuz. Esas önemli olan bilinçaltlarıyla çalışmak. Ben de kendi bilinçaltımı keşfetmeye başladım. 0-7 yaş, 7-14 yaş arasında yaşadıklarımızın, bugünkü davranışlarımızı, kararlarımızı etkilediğini, aslında içimizdeki yedi yaşındaki çocuğun her şeyi kararlaştırdığını fark ettim. EFT ve regresyon tekniklerinin eğitimlerini aldım. Şimdi bunu koçlukla, iletişim, ilişki uzmanı sıfatıyla harmanlayarak danışanlarımla çalışıyorum. Eğitimler, seminerler veriyorum. Bu regresyon seanslarından bir de kitap çıktı ortaya; “Kadın Olmak”…
BU KİTABI YAZMA İSTEĞİNİ OLUŞTURAN NEYDİ?
Kitabı yazalı iki sene oldu. 2014’te, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde kadın-erkek ilişkilerini şifalandırsın, her kadının içindeki küçük kızla buluşmasını sağlasın, herkes kadın olmayı sevsin diye yazdığım bir kitap. Benim kendi kadın olma maceramla başlıyor zaten hikayenin başı. Kadın bedenindeyiz ama gerçekten “kadın nedir?” bilmiyoruz. Bir öğrenme sürecindeyiz. Ben bu süreçte yaklaşık son 10 yılda çok şey öğrendim. Bizim kadını ilk tanıdığımız yer annemiz. Annemizin davranışları, onun giyimi-kuşamı, hali-tavrı kafamızda kadını kodluyor. Sonra toplumdan birtakım kodlamalar alıyoruz. “Kadın şöyle giyinirse şu olur, böyle giyinirse bu olur” gibi o kadar çok kodlamamız var ki kadın kavramı kafamızda her birimize göre farklı şekilleniyor. Bir de güçlü kadın olmak şu anda erkeksi olmakla eşdeğer oldu. Bu da kadın-erkek ilişkilerine çok sağlıksız yansıyor.
SİZ GÜÇLÜ KADINI NASIL TARİF EDİYORSUNUZ?
Güçlü kadın bence son derece sevgide, hoşgörüde olan kadındır ve kadın olmak aslında almaktır. Ama kadınlar her anlamda o kadar verici oldu ki… Verici olduğu için de kadınlığının çok da fazla farkında değil. Bana gelen danışanlarımın birçoğu “erkek gibiyim” diyor ve hatta bazıları bununla övünüyor.
HER AN İLETİŞİM HALİNDEYİZ. İLETİŞİM ŞEKLİMİZ İLİŞKİLERİMİZİ, HAYATIMIZIN KALİTESİNİ ETKİLİYOR. PEKİ SAĞLIKLI İLETİŞİM İÇİN NELER YAPMALIYIZ?
Gün içinde karşılaştığımız mesaj oranı o kadar fazla ki kendimizle olan iletişimimiz ve ilişkimiz çok azalıyor. İşte sorun da burada başlıyor. O yüzden kendimizle iletişim kurmak için kendimize hep sorular sormalıyız. Kendimizi dinlemeliyiz ama bu zihni dinleme değil. Zihnimizin sesini sakinleştirip, dinginleştirip esas gönlümüzün sesini duyabilmek…. Kalbimiz bize ne diyor? Kalbimizle iletişim kurmaya, onu duymaya başladığımızda kendimizle olan ilişkimiz muhteşem oluyor. Kendimizle olan ilişkimiz muhteşem olunca, herkesle olan ilişkimiz çok güzelleşiyor. Bütün mesele bu.
EN SIK YAPILAN İLETİŞİM HATALARI NELER?
Karşımızdakini “Benim için gerçekten önemlisin ve değerlisin” duygusu olmadan dinlediğimizde iletişim kazalarına yol açıyoruz. Bir de hepimizin bir algı filtresi var. Aynı kelimeleri kullansak da o kelimelere karşı hepimizin farklı algılamaları, bakış açıları var. Örnekleri değiştirebiliriz ve çoğaltabiliriz tabii ama örneğin yağmur yağdığında birisi diyor ki, “Ne güzel yağmur yağıyor!”, “Oh bereket yağıyor, bolluk oluyor, toprak sulanıyor!.” Başka birisi de “Aman yine yağmur yağıyor, çamur olacak, ıslanacağım!” diyor. İşte hayatın içinde de böyleyiz. İnsanlara olan bakış açımız, iletişim kazaları yapmamızı belirliyor. Çünkü kendi algılarımız farklı ve çok fazla yargımız var toplumda. Önyargılarımızla kişileri değerlendiriyoruz. Bunlar da iletişim kazası yaratıyor. Önyargılardan özgürleştiğimizde, yargısız, tarafsız alana geçtiğimizde o zaman iletişimlerimiz de, ilişkilerimiz de sağlıklı oluyor.
“BEN ZAMANI”NDAN DA BİRAZ BAHSEDEBİLİR MİSİNİZ?
Reklamcılığı bıraktığımda dedim ki, “Yeni bir alana geçiyorum ve burada aslında insanlar neye ihtiyaç duyuyor?” Yoğun tempoda çalışmaktan dolayı birçok kişinin kendine ayırdığı zaman neredeyse yok. Boş vaktimizde ya ailemiz, ya arkadaşlarımız, ya çocuklarımız ya da iş hayatının getirdiği eylemler oluyor. Yani ben yok ortada. Dedim ki “Hande’ye gidiyorum, bir yaşam koçuna gidiyorum, bir danışmanlık alıyorum” demesin insanlar, “Ben kendime ben zamanı yaratıyorum” desinler. Ve o ben zamanı içinde kendiyle buluşmanın keyfini yaşasınlar. Çünkü insanın en yakın arkadaşı kendisi. İnsan kendisiyle buluştuğunda, kendisiyle dostluk kurduğunda yaşamındaki bütün sorunlarını çözebilecek bakış açısına sahip oluyor. O yüzden zaten burada yaptığımıza seans değil, “ben zamanı” diyoruz. Ben zamanlarında kişi kendiyle yüzleşiyor, kendini dinliyor, kendiyle konuşuyor, cevaplarını buluyor ve harekete geçiyor. Ben zamanı aslında kendimizde zihinden gönlümüze yaptığımız bir yolculuk.
MUTLULUK TANIMINIZ NEDİR?
Anda olduğum zaman, gerçekten akışta olduğum, her olanı olduğu gibi kabul edip, teslimiyete geçtiğimde zaten gönlüme tatlı bir huzur geliyor. O huzur da mutluluk. Dışarıda aradığımız veya koşullara bağlı bir şey değil mutluluk. Bir de gerçekten şunu söyleyebilirim, mutluluk kendini olduğu gibi kabul edip sevmekten geçiyor.
KORKULAR HAYATIMIZI NASIL ETKİLİYOR?
Korkular sınırlandırır, adım atmamızı engeller, korkular aslında bizi bir hapishaneye koyar ve o korkuları aşmak mümkündür. Çünkü korku elle tutulur bir şey değil; gözünle görüyor musun, çantana atabilir misin, bir el arabasına koyup taşıyabilir misin? Korku soyuttur ve soyut olan bu kavram çok somutmuş, çok gerçekmiş gibi hayatımıza hükmeder. Önce bu farkındalığa gelmemiz gerek: “Gerçek olmayan bir şey benim hayatımı yönetiyor.” Sonra da cesaretle ve kararlılıkla korkuları aşmak için belki biraz destek alınabilir.
NE TARZ DESTEKLER ALINABİLİR?
Ben regresyon ve EFT tekniklerini kullanıyorum.
REGRESYONU BİRAZ ANLATABILIR MİSİNİZ?
Anne karnından itibaren şu yaşımıza kadar yaşadığımız her olayı bilinçaltımız kaydetti. Acı, öfke, üzüntü, çaresizlik, pişmanlık, utanç, kin, nefret gibi duygu ve korkularımızla… Bu duyguları ve korkularımızı tekrar yaşamayalım diye üzerini kapadı, olayları örttü. Regresyonda bilinçaltı hayalle gerçeği ayırt edemediği, zaman kavramı olmadığı için sanki bir filmde flashback olur ya bilinçaltında o duygu ve korkuların yerleştiği anlara gidiyoruz.
BUNUN İÇİN KİŞİNİN İNANMASI ŞART MI?
İzin vermesi ve niyet etmesi yeterli. “Ben hayatımda şöyle bir olay yaşıyorum, bundan dolayı da sıkıntı duyuyorum” ya da “Bu davranışımdan mutsuzum” diyorsa yani kişinin gerçekten fark ettiği ve değiştirmek istediği bir şey varsa, buna niyet etmesi yeterli. Çünkü her şey niyetin gücüyle başlıyor. Niyet ettikten sonra gerçekten vakit geldiyse o zaman regresyon tekniği aracılığıyla bilinçaltı bize tıpkı film gibi oradaki olayın, davranışın esas kaynağı neresi onu gösteriyor.
AKIŞA GÜVENMEK NEDEN ÖNEMLİ?
Akışa güvendiğinde, hayatın sonsuz hediyelerine açılıyorsun. Gerçek bir örnek vereyim. İki yıl önce bir arkadaşım davet etti, Norveç’e gideceğim ve giderken de uçağım Paris’te aktarma yapacak. Bayağı da zaman var. Paris’e geldim ve uçağı kaçırdım. Görevli bana el salladı. Bir an dedim ki, “Eyvah, ne yapacağım? Beni orada bekliyorlar, başka uçak ne zaman var” derken “Bir dakika Hande” dedim, “Aslında sen Paris’i görmemiştin ve çok görmek istiyordun. Belki bu senin için bir hediye”. O bakış açısına gittiğiniz anda çok şey değişiyor. Gittim bilet gişesine, akşam uçağı için yer ayırttım ve Paris’i gezmek için 16 saatim vardı. Akışa güvendiğinizde sonrası sizin için çok özel bir hediye olabiliyor. Olması gereken her zaman, en güzel haliyle oluyor. Biz sadece o an istediğimiz olmadığında zannediyoruz ki kötü bir şey oldu. Böyle değil, her zaman en güzeli oluyor.
Formsante 2016 – Nisan sayısı
Burçin Öztınaz