Diğer
    Ana SayfaGezi3 farklı seçenek

    3 farklı seçenek

    -

    amazan Bayramı, hafta sonuyla birleşerek bize üç günlük tatil imkanı sunuyor. Siz de bu bayram değişik yerler gezip, farklı kültürler tanımaya ne dersiniz? Cevabınız evet ise yazımızı okuyarak Prag, Mauritius ve Toscana turlarından birini seçin…

    İPEK KOŞAN

    Çek Cumhuriyetinin Altın Şehri
    PRAG

    Türkiye’ye göre güneşi 1 saat geç doğan bir şehirde uyandım… Burası binlerce yıl önce Vltava nehrinde, kuzey ile güney Avrupa’yı bağlayan ticaret yolu üzerinde kurulmuş olan Prag. Efsanelere göre; Premyslid Hanedanı’nın kurucusu Prenses Libuşe’nin ”yıldızlara doğru yükselen bir şehir istiyorum”sözü üzerine, Libuşe ve kocası Oroj tarafından kurulmuş bu şehir. Ardından da politik ve ticari bir merkez haline getirilmiş. Nüfusun büyük çoğunluğu Katolik Protestan.
    Hemen hazırlanıp kaldığım otelden dışarı fırlıyorum. Görülecek çok yer olduğunda eminim. Çıkmadan önce yanıma kredi kartlarımı ve nakit para almayı unutmuyorum. (Yanınızda Euro ya da Dolar olmasına dikkat etmelisiniz.) Caddeye çıktığımda 7 ayrı taksi tarifesi olduğunu ve yoldan bulacağım taksilerin çok pahalı olabileceğini duydum. En ucuz ve güvenli olanının Radio Taxi olduğunu ama istersem, otobüs, tramvay ve 3 hatlı metro ağını kullanabileceğimi öğrendim. İlk bileti attıktan sonra 1 saat boyunca istediğim kadar indi-bindi yapma şansım olduğunu da…
    İlk durağım Prag’a 45 dakikalık mesafede olan Terezin. Bölgedeki en büyük Nazi toplama kampı olan bu yerde tarihin izleri hala ilk günkü gibi hissediliyor. 15 dakikalık bir yol daha kat ederek Kunta Hora Kemikli Kilisesini ziyaret ediyorum. İnsan kafatası ve kemiklerden yapılmış heykelleri gördükten sonra, 17.yy barok tarzda Protestan kilisesi olarak yapılan fakat daha sonra Katolik kilisesi olarak değiştirilen Loreta Meydanı’na geliyorum.
    18.yy’da Alman mimarlarca tasarlanan bu kilisenin içerisinde göreceğiniz Katolik papazların törenlerde taşıdıkları büyük, altından yapılmış ve üzerinde 6200 değerli taş olan ‘Monstrenz’e hayran kalacaksınız.
    Sarayları ve köprüleriyle ünlü Eski hükümet binalarının önüne geldiğimde nöbet tutan askerlerin kaldıkları merkez binasını, Dış İşleri Bakanlığı’nın ek binasını ve Başpispokosluk Sarayı’nı görüyorum.
    Bir süre sonra istediğim ana kavuşmuş oluyorum çünkü çok merak ettiğim Charles Köprüsü karşımda duruyor. Bu köprü, 1170’de Vltava nehri üzerine yapılan ilk taş köprü olan Judith Köprüsünün 1342’de nehrin taşması ile hasar görmesi üzerine 1342’de 4. Charles tarafından yaptırılmış.
    Üzeri Aziz heykelleriyle süslenen köprüde en çok dikkatimi çeken Hz. İsa’nın çarmıha geriliş figürü oluyor. 1410 yılına ait olan Orfoj Saati de görülmeye değer yerlerden. Bu yapı ileride ustasının aynı mükemmellikte başka bir eser yapmasına meydan vermemek için kör edilmesine sebep olacak kadar güzel bir eser. Mekanizması sadece bir kez olarak 1550’de ayarlanan bu saatin çanı her saat başı çalıyor ve çan çaldığında açılan pencerelerden, iyilik, kötülük, ölüm, yaşam gibi kavramları temsil eden azizlerin sembolleri görünüyor.

    Ufak bir yemek molası…
    Çek Yemekleri, bizim mutfağımıza benzemekle beraber, genellikle et yemeklerinin üzerinde reçele benzeyen bir sosları var. Diğer ülke mutfaklarını da kolayca bulabileceğiniz Prag’da en yaygın mutfak, Italyan mutfağı. Hemen hemen her sokakta bir pizzacı çıkıyor karşınıza. Yaygın fastfood ağları da merkezde oldukça fazla. Prag’daki yemek ücretleri, İstanbul’la kıyaslandığında yarı yarıya daha az.
    Alışveriş yapmak isterseniz merkezdeki her sokak alışveriş dükkânları ile dolu. İçlerinde en ünlüleri Vaslavske Namesti (Bulvarı) , Na Prikope ve Pariska. Alışveriş sırasında gözünüze çarpacak birkaç önemli şey: Bohemia kristalleri, porselen, tahta oyuncaklar, ayakkabı ve şarap…
    Dikkat etmeniz gereken en önemli ayrıntı ise turistik dükkânların akşam 20:00’ye kadar açık olması.

    Prag sokaklarında eğlence…
    Tatile gitmişken eğlenmeden dönmek olmaz. Merkezde çokça bulabileceğiniz Cafe, Bar, Restoran ve Disko Kulüpleri’nden en popülerleri Mis Mas disko, Solidni Neistuta ve Bombay Kokteyl Bar.
    Ayrıca klasik müzik konserleri, kiliselerdeki konserleri, Laterna Magika’yı ve sadece bu ülkede görebileceğiniz Black&Light Tiyatrosunu görmeden geri dönmemelisiniz.

    - Advertisement -

    Hint Okyanusundaki cennet
    MAURITIUS…

    Şekerkamışı tarlaları, palmiyeler, beyaz kumsallar ve turkuvaz tonlarında bir deniz. Afrika kıtasının en ucunda, Madagaskar’ın komşusu olan bu küçük ada Abanoz ağaçları ile dolu. Dünyada en fazla beş yıldızlı otel kompleksine sahip Mauritius’a adaya ilk olarak Arap tüccarlar 1000 yılında ayak basmış. Daha sonra gelen Hollandalılar adaya kendi prenslerinin adı olan “Maurice”in ismini vermişler. Dodo kuşunu neslini tüketinceye kadar yemişler. Dodo kuşu Mauritius adasına özel bir kuş, Hollandalılar bu kuşa Dodo (aptal) adını kuş kaçamadığı için koymuşlar. Sokak tezgâhlarından şık mağazaların vitrinlerine kadar her yerde Dodo kuşu hediyelik eşyaları ile karşılaşabilirsiniz. Hollandalıların ardından adaya gelen Fransızlar yollar ve binalar inşa etmişler. Bu yüzden mimaride hala Fransız esintisini görmek mümkün. Ayrıca ada halkının kullandıkları dil olan Creole Fransızca’ya çok benziyor. Şu anda ada halkının yüzde ellisini Hindular, yüzde otuz ikisini Katolik olan Mauritiuslular, yüzde on yedisini de Müslümanlar oluşturuyor. Adanın para birimi Rupi. Seyahat çekleri, kredi kartları ve belli başlı bütün para birimleri adada geçerli.

    Macera sevenlere
    Burası imkânları ve atmosferiyle tam bir balayı cenneti. Adadaki otellerde düzenlenen düğün seremonileri bu seçimde büyük rol oynuyor. Bu otellerin her birinde “Gazebo” adı verilen özel evlilik bölümleri düzenlenmiş. İsteyen çiftler rengarenk kuşlar ve çiçeklerle süslü büyülü bir ortamda evlenerek balayına başlayabiliyorlar.
    ‘Biraz macera arıyorum’ derseniz, Blue Safariye çıkabilir, bir saat boyunca dört yanı şeffaf, klimalı denizaltıyla gemi enkazlarından, mercan kayalıklara kadar bambaşka bir dünyanın içinde yol alabilirsiniz. Su altı yürüyüşü yapmak isterseniz tekneyle açıldıktan sonra, belinize ağırlık, başınıza da içi hava dolu cam bir kask takıp iki profesyonel eşliğinde dibe inmeniz gerekiyor. Yaklaşık yarım saat süren yürüyüşün en heyecan verici anı, rehberin elinize tutuşturduğu ekmek parçasıyla balıkları beslemek ve hatıra fotoğrafı çektirmek.
    Eğer dalmaktan hoşlanmıyorsanız, cam zeminli tekne tam size göre. Bir yandan tekne gezintisi yapıp bir yandan da aşağıdan suyun zeminini seyretmek çok zevkli.

    Ne zaman gidilir?
    Mauritius her zaman canlı bir şehir. Bu şehrin kışı Temmuz ile Eylül arasına rastlıyor. Ocak ile Nisan arası hava oldukça sıcak. Aralık’tan Mart’a kadar olan dönem, deniz suyunun en berrak dönemi ve dalış tutkunları için ideal. Haziran Ağustos arası, sörf sevenler için en uygun zaman. Ekim’den Nisan’a kadar olan dönem ise, dev balıkların kıyıya en yakın dolaştığı zaman ve açık deniz balıkçılığı için ideal.

    İlham verici bir bölge
    TOSKANA

    İtalya’nın 20 bölgesinden birisi olan Toskana, 15. yy’dan beri İtalyan Rönesansı’nın merkezi sayılıyor. Sanatın dolup taştığı bu bölgeyi daha iyi dolaşabilmek için surlarla çevrili küçük ve sempatik bir ortaçağ kasabası olan Siena’da kalmaya karar verdim. Efsaneye göre Siena, Remus’un oğlu Senius tarafından kurulmuş ve onu emziren Romalı dişi kurt şehrin sembolü olmuş.

    Mutlaka görmelisiniz!
    Bölgenin en meşhur yeri ve bir deniz kabuğu gibi hafif eğik olan Piazza del Campo. 102 metrelik Torre del Mangia kulesine sahip Palazzo Pubblico gibi birbirinden güzel tuğla binalarla çevrilen bu yerde bulunan Campo Meydanı, 16. yüzyıldan beri her sene iki kere yapılan geleneksel Palio at yarışlarına ev sahipliği yapıyor. Taş ve renkli mermerden yapılmış olan görkemli Duomo Katedrali’ni de bu ihtişamlı meydanın hemen arkasında görebilirsiniz. Sokaklarda yürürken hemen hemen her yerde 13. ve 16. yüzyıla ait sanat şaheserleri gözünüze çarpıyor. Argenterio Ulusal Parkı ve Elba Adası gibi sıra dışı natürel sahnelerin bol olduğu bu bölge, Siena şirin Piazza del Campo’su ile bilinirken, Toskana’nın idare merkezi Floransa’da ise Ponte Vecchio üzerindeki 15. yüzyıl dükkanları çok meşhur.
    Buraya kadar gelmişken Piza gezisi yapmadan dönmemelisiniz.. Ressamlar, heykeltıraşlar, mimarlar, yazarlar ve şairler, bölgenin tabii güzelliği ve tabiatının armonisinden o kadar etkilenmişler ki; bu dönemde yapılan sayısız saray, kilise ve tarihi yapı arasında, dış duvarları yeşil, kırmızı ve beyaz mermerlerle kaplı olan ve büyük kubbesi ile tanınan Duomo Santa Maria del Fiore Katedralı, Piazza della Signoria Meydanı’nda bulunan Palazzo Vecchio Sarayı, Offici Sarayı, Santa Croce Kilisesi, Arno Nehri üzerinde kurulu Ponte Vecchio köprüsü hala etkisini sürdürüyor. Mutlaka görmelisiniz!

    Nerede ne yenir?
    Lezzetli yemeklerin yanı sıra, tüm İtalya’daki gibi “pasta” diye adlandırdıkları makarna çeşitleri de bu mutfağın vazgeçilmezlerinden. “ Bana kalırsa yöreye özgü taze bir makarna olan, et, domates sosu veya kremalı porcini mantarı ile hazırlanan “pici”leri denemek lazım. Zeytinyağı, şarap ve peynir üretimi yapan“Agriturismo” diye adlandırılan çiftliklerde sebze ağırlıklı lezzetli yemekler yiyebilirsiniz. Bu bölgede hemen her yemek zeytinyağı ile hazırlanıyor. Üzerine sarımsak ve zeytinyağı gezdirilerek kızartılan bir dilim ekmek olan “bruschetta” veya Toskana’nın ulusal yemeği olan sığır bifteği “Bistecca alla Fiorentina”yı denemelisiniz.



    Önceki İçerik
    Sonraki İçerik

    CEVAP VER

    Lütfen yorumunuzu giriniz!
    Lütfen isminizi buraya giriniz