Uzun soluklu dizisi “Sen Anlat Karadeniz” ile geniş kitlelerin beğenisini kazanan güzel oyuncu İrem Helvacıoğlu, şimdi yeni projesi için kolları sıvadı. Kerem Bürsin ile başrolü paylaşacağı bağımsız film için heyecanlanan oyuncunun yanında soluğu aldık.
Sadece kendi işine bakıp, yoluna devam edenlerden değil İrem Helvacıoğlu. Zaten kadına şiddete dikkat çeken bir dizide büyük başarı yakalaması da tesadüf olmamalı. Hatta bu özelliğiyle çalıştığı setlerde aktivist yanıyla biliniyormuş. İnsan hakları kadar hayvanlara karşı da hassasiyet gösteren Helvacıoğlu, pesketaryen beslenmeyi tercih eden isimlerden.
Hayatı boyunca hep incecikmiş gibi bir izlenim oluştursa da kiloyla başının derde girdiği zamanlar olmuş. Çocukluğunda fotoğraf çektirmekten hiç hoşlanmayan Helvacıoğlu, şimdi de anı yaşamanın peşinde. İrem Helvacıoğlu ile tatlı mı tatlı bir sohbet gerçekleştirdik.
Diziyle birlikte uzun soluklu bir Karadeniz macerası yaşadınız. Neler söylemek istersiniz Karadeniz’e dair?
Karadeniz’de üç yıla yakın bir süre geçirdim ancak gezecek vaktimiz ne yazık ki olamadı. Sadece teknik aksaklıklar yüzünden çekimlere ara verildiğinde Batum’u gezme fırsatı yakaladım. Başta Trabzon olmak üzere Karadeniz’i gerçekten dolu dolu gezmek istiyorum. Karadeniz insanı için çabuk sinirlenir derler ya, sanırım bu havanın değişkenliğinden kaynaklanıyor.
Hatta iyotun sinir yaptığını söyleyenler bile var. Havanın gün içerisindeki değişkenliği beni de gerçekten dengesizleştirmişti. Sabah bir kalkıyorsun, hava sıcacık, günlük güneşlik; ne güzel diyorsun. Üç saat geçiyor, deli bir fırtına ve beraberinde yağmur; sonra hiç yağmamış gibi güneş açıyor ve akşama buz kesiyor. İnsan yanında içerisinde yağmurluk, kar botu, şemsiye ve güneş gözlüğünün olduğu kocaman bir çantayla dolaşmak zorunda kalıyor. Bir süre sonra bu hava koşullarına da alışıyorsun ve insanlarla nasıl konuşman gerektiğini öğreniyorsun. Her anlattıkları fıkra niteliğinde ve bazen karşımdakinin anlattığı fıkra mıydı gerçek miydi diye düşündüğüm çok oldu.
Sizi en çok güldüren olay neydi?
Küçükken yaşadığım bir olay yüzünden asansörlere binemiyorum, korkuyorum. Bir gün otele gittim. Elimde de kocaman bir bavul vardı ve yedinci kata çıkacaktım. Otelde çalışan görevliye “Sen bavulumu çıkartabilir misin, ben asansöre binemiyorum” dedim. Tamam deyince merdivenlere gittim, çıkmaya başladım. Arkadan dangur dungur diye ses gelince tekrar aşağı indim. Bir baktım çocuk bavulla arkamdan geliyor. “Sen niye asansörle çıkmıyorsun?” diye sorunca anladı ne yapması gerektiğini… Aslında çok temizce ve safça bir şeydi.
Bir yandan gülerken bir yandan da şiddet gören bir kadını canlandırdınız. Oyuncu olarak nasıl etkiledi sizi bu durum?
Role hazırlanırken şiddet gören bir kadının davranışları, ruh hali üzerine danışmanlık aldım. Sonuçta çocuğum yok, herhangi bir şiddet yaşamadım; bilmediğim done o kadar fazlaydı ki… Tüm dünya üzerinde kadın olmak çok zor. Hepimiz yolda yürürken bile taciz veya mobbinge maruz kalıyoruz. Dolayısıyla bir kadın olarak empati yapmakta zorlanmadım. Ne tuhaftır ki bereket ve bolluğu dünya üzerinde bir kadının (tanrıçanın) simgelediği tek topluluk Anadolu uygarlığı. Ama zamanla kadını hor görmeyi normalize etmişiz… Dizi çekimleri sırasında şiddet görmüş kadınlardan çok fazla mesaj geliyordu. İnanılmaz hikayeler dinledim. Hatta geçenlerde bir kadın gelip “Sizinle ağladım, sizinle üzüldüm çünkü ben de benzerlerini yaşadım” dedi. Kocasından boşanmış ve çalışıyormuş. Hayatına devam edebilmiş olmasına o kadar çok sevindim ki… Ama tabii hem evimden uzakta, hem de bu kadar şiddet içeren sahneleri oynuyor olmak beni epey etkiledi. Üçüncü ayın sonunda yönetmenim bana biraz kafa izni vermek durumunda kaldı. Sonuçta ekranda sunduğumuz şeyler hayal ürünü değil, yanı başımızda her gün gerçekleşiyor.
Sizce bir yerlere dokunabildiniz mi?
Kesinlikle pek çok kişiye dokunabildiğimizi düşünüyorum. Ancak yine de içimde ukde kalan bir şey var; dizideki Vedat ölmeseydi de cezasını gerçekten çekebilseydi. Çünkü yaptıklarının yanında ölüm o karakter için aslında ödül gibiydi. Ama baktığınız zaman hayatta da böyle… Mesela tecavüzden içeri girmiş, sonra da öldürülmüş diye haber okuduğumda üzülüyorum. Ben bu kişilerin her gün yatıp kalktığında ölüm korkusuyla yaşamasını isterdim. Çünkü şiddete, tecavüze maruz kalan kadınların hepsi hayatları boyunca bu korkuyla yaşamak zorunda kalıyor.
Sizi izleyebileceğimiz yeni bir proje var mı?
“Eflatun” adında bağımsız bir filmde rol alacağım. Çok heyecanlıyım, harika bir senaryosu var. Doğru bir karakteri oynayabilmek için insanın önce bunu evrene salması gerektiğini düşünüyorum. Evrenden geri gelip bu rolün seninle birleşebilmesi lazım. “Sen Anlat Karadeniz”de ilk olarak Eyşan karakteri için görüşmeye gittim. Ama okuyunca Nefes’i oynamam gerektiğini hissettim, istedim. Hatta Osman Sınav’a da “Ben bunu oynamak istiyorum, bir kere göstereyim” dedim ve o rolü bu şekilde aldım.
“Eflatun”da kimler olacak?
Yönetmenimiz Cüneyt Karakuş, Kerem Bürsin ile beraber oynayacağız. Şu an çok fazla şey söyleyemiyorum ama yine beni çok heyecanlandıran bir karakter.
Hayranlarınız da çok heyecanlanacak demek ki, çok fazla takipçiniz varmış ve sizi sahipleniyorlarmış, doğru mu?
Sosyal medya gerçekten tuhaf bir mecra. Bir şey söylemek istiyorsun ama farklı anlaşılıyor. Bazen yorumlar veya karşıt fikirler öyle bir noktaya geliyor ki açıklama yapmak anlamsız kalıyor.
Hesabınızı kendiniz mi yönetiyorsunuz?
Kendim yönetiyorum, zaten çok ilgilenmiyorum açıkçası. Sanırım babam bile sosyal medyayı benden daha fazla kullanıyor. Bir yandan da sevmiyorum aslında sürekli telefon başında olmayı. İnternette dolaşan bir fotoğraf var; sanırım İspanya’da bir koşunun bitiş çizgisinin olduğu yer ve fotoğraftaki herkes elinde cep telefonuyla fotoğraf çekiyor. Sadece tek bir yaşlı teyze başını koluna yaslamış, yüzünde bir gülümsemeyle seyrediyor. İşte orada, anı yaşayan tek insan o teyze. O benim işte… Hayatı telefon kamerasından görmek istemiyorum. Zaten benim dışımda çeken o kadar insan var ki, o kare bana mutlaka ulaşır. Anı kaçırmak istemiyorum, o anı anlatırken her bir detayına hakim olmak istiyorum.
En yakın arkadaşımla veya erkek arkadaşımla fotoğrafım yoktur. Benden asla “Haydi fotoğraf çekelim” diye bir cümle duyamazsınız. Bu arada babam fotoğraf çekmeyi çok sever ve eski albümlerimizi karıştırmayı çok severim. Ve inanır mısınız o fotoğrafların hepsini hatırlıyorum. Yani o fotoğraf sanki hareketleniyor, videoya dönüşüyor ve o günü tekrar yaşıyorum. Yaşıtlarıma göre çok fazla fotoğrafım vardır.
Babanızın hobisi miydi fotoğrafçılık?
Babam askerdi ve işi dolayısıyla da gezerdik. Fotoğraf çekmek hobisiydi. Bu arada tüm çocukluk fotoğraflarımda nadiren güldüğüm kareler var. Şimdiki gibi değil ki, negatif filmlerle çekiliyor ve o filmler çok kıymetli. Dolayısıyla babam sürekli “Başını kaldır, çeneni düşür” gibi komutlar verirdi. Pilli bebek gibi giydirilip, sürekli poz verirdim. O yüzden de ya gözüm dolu ya da yeni ağlamışım gözlerim kırmızı…
Anne ve babanızla hangi konularda benzersiniz?
Bence onlardan aldığım hiçbir şey yok… Annem aşırı sakin bir kadındır. Hatta onun bu sakinliği insanı çileden çıkartabilir. Babam inanılmaz programlı bir karakter. Bense hiçbir zaman programlı yaşayamadım; hep anı yaşayım isterim. Ama Murphy de beni çok sever; yanıma şemsiye alırım yağmur yağmaz. Şemsiye almam, sağanak yağar, kirpiklerimden damla akacak kadar ıslanırım.
Evde olduğunuz zamanlar ne yapmaktan hoşlanırsınız?
Kedimle vakit geçirmekten çok hoşlanıyorum. Benimkinin ismi Lokum. İki tane de annemlerde var. Adları, Gofret ve Kaymak. İsim ruhunu yansıtır derler ya o yüzden isimlerini böyle tatlı tatlı koydum.
Güzellik denilince aklınıza ne geliyor?
Anne tarafım Balıkesirli, zeytinin cennetinde doğdum. Çocukluğum da Gömeç’te geçti. Anneannemlerin zeytinlikleri var, zeytinyağları bidonlarla gelirdi. Yara oldu zeytinyağı sür, başın ağrıdı zeytinyağı sür durumu yaşanırdı. Bu yüzden zeytinyağlı doğal sabun kullanmak benim için bir alışkanlık. Sabunla yıkandığım zaman gerçekten mutlu oluyorum. Sadece zeytinyağlı da değil, keçi sütü, eşek sütü, lavantalı her türlü sabun ilgi alanıma giriyor. Yurt dışına gittiğimde de deli gibi sabun alırım. Fazla sabunun zararı olmaz diye evimde her yer sabun dolu.
İREM HELVACIOĞLU FORMUNU NASIL KORUYOR?
Sağlıklı beslenmek sizin için önemli mi?
Kolay hasta olmam, kahvaltımı çok sağlam yaparım. Kahvaltı benim için çok değerlidir. Çikolatalı kahvaltılık gibi yapay şeyleri sevmem, daha doğal bal-kaymak, tahin-pekmez tüketirim. Bir de pesketaryenim yani sadece hayvansal olarak balık tüketiyorum. Bağ kurduğum canlıları yiyemiyorum gibi bir durum var. Neden balık yiyorsun derseniz balığı tam kafamda oturtamadım demek ki. Evimde kedim var, kuzuyu da koyunu da aynı görüyorum. Dedemler çiftçiydi ve hayvanlarla beraber büyüdüm.
Hep zayıf mıydınız?
Hayır. Ergenlik döneminden sonra 20 kilo aldım. Hiçbir kıyafetimin içerisine girememeye başladım, sinirlerim de bozuldu. Üç ana öğün, üç ara öğün beslenmenin bana göre olmadığını biliyordum çünkü denedim ve verdiğimi geri aldım. Kendime sordum, neyi seviyorum? Kahvaltı. Kahvaltımı eksiksiz bir şekilde yaptım, baldan tereyağına yumurtadan peynire kadar. Hayatım boyunca öğle yemeği pek yememişimdir, ben de bu öğünü tamamen kaldırdım. Abur cuburu hemen hayatımdan çıkarttım, saat akşam altıdan sonra da hiçbir şey yemedim. Önce gözüm doymalı diye düşündüm ve tabağımı doldurdum.
Tabağa bakıp “Tamam çok güzel, şimdi gözüm doydu” dedikten sonra o tabakların hep yarısını yedim. Bazen çok acıkıyordum; düşünmemek için ya su içiyordum ya da erkenden yatıyordum. O dönem yoga da yapıyordum, uyku düzenim de çok iyiydi ve iki öğün beslenmeyle hem kilolarımı verdim hem de kendimi çok iyi hissettim. 20 kiloyu vermem altı ay sürdü ve kendime sağlıklı yeme düzeni oluşturmuş oldum.
Erkek arkadaşınız sağlıklı beslenme konusunda size uyum sağlıyor mu?
Çocukluğumdan beri pek abur cubur tüketmem ama bir bakıyorum erkek arkadaşımın elinde çikolata var, bazen canım çekiyor tabii… Benim kadar az yemiyor ama sağlığına çok dikkat eder, düzenli spor yapar.
Birlikte spor yapar mısınız? O ne iş yapıyor?
Düzensiz bir şey yapmaktansa hiç yapmamayı tercih eden biriyim. Dolayısıyla dizi, film derken o işe hakettiği özeni gösteremiyorum. Bir de zaten o Ankara’da yaşıyor, birlikte spor yapmamız çok zor. Eser’in proje tasarım ofisi var, birbiriyle hiç alakası olmayan işler yapıyoruz. Birbirimize daha rahat vakit ayırabiliyoruz aslında. Ayrı şehirlerdeyiz ama bir araya geldiğimizde hiç iş konuşmuyoruz.
Gelecekte kendinizi İstanbul’da bir yaşam sürerken mi görüyorsunuz?
Çok küçük yaştan beri sevdiğim insanlarla bir arazi alalım, o arazide birlikte yiyelim, içelim, yaşayalım isterim. Süt bitince gidip yan evdeki arkadaşımdan alabileyim veya akşamları hep beraber masaya oturalım diye hayalim var. Yine ileride çocuğumun ağaçlara tırmanabilmesini, hayvanlarla bir arada olmasını düşlüyorum. Sokakta oyun oynarken acıktım diyip komşunun evine girip karnını doyurabilsin. Merhaba demediğim veya asansörde “Günaydın” demekten imtina eden insanlarla birlikte yaşamak istemiyorum.
EBRU ŞAHİN FORMUNU NASIL KORUYOR?
TUVANA TÜRKAY FİZİĞİNİ NASIL KORUYOR?
Röportaj: Deran Çetinsaraç
Fotoğraflar: Murat Sargın
Fotoğraf asistanı: Zehra Sargın
Styling: Tülin Demir
Makyaj: Alp Kavasoğlu
Saç: Akın Ünal