Diğer
    Ana SayfaPsikolojiKıyas yapmanın dayanılmaz hafifliği

    Kıyas yapmanın dayanılmaz hafifliği

    -

    Zihnin doğuştan gelen işleyiş şekillerinden biri olan kıyaslamanın dozu iyi ayarlanırsa kişiye faydası dokunabiliyor. Aksi halde mutsuzluktan benliğe zarar vermeye varan türlü olumsuzluklara yol açıyor.

    Yazı: Ayşegül Uyanık Örnekal

    “Ben neden onun kadar güzel değilim?, Onun çocukları neden daha uslu?, Biz neden o otomobilden alamıyoruz?” Çoğu kişi bunlar gibi pek çok soruyu gün içinde aklından geçiriyor. Eğer siz de böyle düşünüyorsanız kendinizde bir sorun olduğunu zannetmeyin. Çünkü uzmanlar, maddi ya da manevi anlamda diğer insanlarla kendini kıyaslamayı, zihnin doğuştan gelen işleyiş şekillerinden biri olarak belirtiyor. İnsanoğlu, bu yolla kendisiyle ilgili değerlendirmeler yapıyor. Söz konusu durumun temelinde, kendimizi koruma ve tehditlere karşı önlem almaya dayalı evrimsel bir ihtiyacın yattığını belirten Klinik Psikolog Gonca Akkaya, “Başlangıçta hayatta kalmakla ilgili -güç, çeviklik, beden büyüklüğü gibi- özellikler kıyaslama konusu iken zaman içinde bunun alanı genişledi. Günümüz insanı kendini başkalarıyla fiziksel görünüm, çekicilik, sağlık, kariyer, başarı, zeka ve zenginlik gibi çok çeşitli zeminlerde karşılaştırıyor. Kişi bu karşılaştırmalar yoluyla kim olduğunu, hangi konularda iyi, hangilerinde pek de iyi olmadığını, sosyal dünyadaki yerinin ne olduğunu anlamaya çalışıyor. Kendini başkalarıyla karşılaştırma, kendiliğinden ve otomatik olarak ortaya çıkıyor yani bilinçli bir karar olmuyor” diyor.

    Klinik Psikolog Gonca Akkaya

    Zamanla sona eriyor
    En yaygın görülen kıyaslama özneleri, kendimize benzettiğimiz kişiler yani akranlarımız, meslektaşlarımız, çalışma arkadaşlarımız, aynı okuldan mezun olduğumuz kişiler oluyor. Kişi kendini bu gruptakilerle kıyaslayarak, geride kalıp kalmadığını görmeyi, eğer ilerideyse de bununla gurur duymayı istiyor. Sosyal medyanın hayatımıza girmesiyle beraber, karşılaştırmalarda ünlülerin de referans alınmaya başladığına, onları takip eden ve hayatlarına özenen büyük bir kesim olduğuna dikkat çeken Kln. Psk. Akkaya, buradaki kıyaslamanın daha çok öykünmekle ilgili olduğunu söylüyor: “Araştırmalar gösteriyor ki özsaygımız azaldığında, daha çok kendimizden aşağıda algıladığımız kişilerle benliğimizi kıyaslamaya yöneliyoruz. Böylesi karşılaştırmalar bize olumlu etki ederek, kendimizi daha iyi hissetmemizi sağlıyor. Bizden daha iyi durumda olanlar üzerinden karşılaştırma yapmak ise genelde kendimizi geliştirmek istediğimizde başvurduğumuz bir yol oluyor. Kişi yaş aldığında ise daha çok nereden nereye geldiğine bakıp, başkalarının durumuyla daha az ilgileniyor. Belli bir noktadan sonra kıyas öznesi kendisi oluyor. ‘Eski ben’ ile ‘şimdiki ben’ kıyaslanıyor.”

    Kıskançlıkla karıştırılabiliyor
    Peki sözünü ettiğimiz kıyaslamanın içinde biraz kıskançlık da var mı? Eğer yoksa hangi yönleriyle birbirinden ayrılıyorlar? Kln. Psk. Akkaya, “Kıskançlıkta karşılaştırma söz konusu olsa da bu iki kavram birebir eşlenik değil” diyerek kıskançlıkta bir başkasının kişinin istediği şeye sahip olduğu için mutsuz ve öfkeli olma hali bulunduğunu belirtiyor. “Yapılan karşılaştırma daima yukarı yönlü oluyor, kişiye eksikliklerini vurguluyor. Bir başkasının ondan daha iyi bir durumda olması kişiyi kışkırtarak, alevlendiriyor. Kıskançlık, saldırgan bir karakter taşıyor ve rekabet hisleri açıkça ortada oluyor. Kıyaslama yapmak ise yetersizlik duygusunu arttırıyor” sözleriyle iki durumun arasındaki farkı açıklıyor.

    - Advertisement -

    Sosyal medya, yetişkini ergene çeviriyor
    Kıyaslama söz konusu olduğunda, son yılların popüler mecrası sosyal medyayı da unutmamak gerekiyor. Çünkü bu mecra, insanların sosyal hayatlarıyla ilgili son derece çarpık bir resim ortaya koyuyor. Bu kanallarda çoğunlukla en iyi anlar ve olumlu haberler aktarılıyor. Sosyal medya kullanıcıları, gerçeklikten bu denli uzak veriler üzerinden yaptıkları kıyaslamalarda kendilerini sıklıkla yetersiz ve eksik hissediyor. Bu mecrada insanlar hakkında aşırı miktarda bilgiye maruz kalıp, ister istemez bir ölçme, değerlendirme ve kıyaslama içine giriliyor. Geçmişte nadiren duyulan başarı haberleri, artık bir parmak dokunuşu kadar yakınlaşıyor. Yakından tanımadığımız insanların hayatlarına dair bilgilerimiz bile anbean güncelleniyor. Sosyal medya, oldukça ergenvari bir tutum içinde kişinin başkalarıyla kendini kıyaslamasına yol açıyor. Sosyal ağların hayli geniş olduğunu ve kişinin tanımadığı birçok insanı da kapsadığını vurgulayan Kln. Psk. Akkaya, “Filtreleyerek, pembe gözlüklerden süzülen paylaşımlar yapılıyor. Bunlarla karşılaşanlar, kişinin karanlık taraflarını ve acılarını görmüyor. Sosyal medya illüzyonu içinde karşı taraf sadece paylaştıklarından ibaret sanılıyor. Bir şey paylaşırken kimse bunu kimin okuduğunu düşünmüyor. Seyirci bu kadar anonim olunca, paylaşımlarda da hassasiyet azalıyor. Empatiyi rafa kaldırıp sadece kendini sunmaya, idealize edilmiş hayat resimleri çizmeye ve bu yolla değerli hissetmeye odaklanılıyor. Kişiler paylaşırken idealisyonda, okurken de depresyonda oluyor” diyor.

    Aşırısı zarar veriyor
    Sosyal kıyaslamalar, kişinin benliğine zarar verebildiği gibi kendini sabote etmesine de yol açabiliyor. Ancak karşılaştırma yapmanın, ergenlikle başlayan kimlik oluşturma sürecinin doğal bir parçası olduğunun da unutulmaması gerekiyor. Çünkü kıyas yapmak bizler için bir referans noktası işlevi görüyor. Temel noktayı, ilerleyen süreçte bundan bağımsızlaşıp kişinin kendi olabilmesi şeklinde belirten Kln. Psk. Akkaya, şöyle devam ediyor: “Kişi kıyaslamalardan bağımsızlaşamadığında, kendilik saygısını yitirebiliyor. Kendisiyle ilgili oluşturduğu imaj ve ruh sağlığı olumsuz etkilenebiliyor. Özgüvensizlik ve başkalarının acılarından zevk alma gibi sağlıksız duygular tetiklenebiliyor. Kişi kendine acıyarak işlevsiz hale gelebiliyor. Sosyal kıyaslamanın bir boyutu da dış görünüş üzerine oluyor. Güzelliğe dair gerçekdışı, ulaşılmaz standartlar baz alındığında, insanların gerçeklik algısını bozma ve türlü semptomlar geliştirme riski ortaya çıkıyor.”

    Çözüm içinizde!
    Kıyaslamayı aşırı boyutlarda yaşamak, birçok sorunu da beraberinde getiriyor. Bu tuzağa düşmekten korunmanın en güvenilir yolu ise stabil, dengeli bir kendilik algısı geliştirmek ve bunu korumaktan geçiyor. Bu noktada; kendimizi her türlü dış referanstan bağımsız olarak nasıl tanımladığımıza, özsaygımızın neler üzerine inşa edildiğine, değerlerimizin ve tercihlerimizin neler olduğuna dikkat çekilmesi gerektiğini söyleyen Kln. Psk. Akkaya, kişinin seyirciye ve alkışa ihtiyaç duymadan bu seçimlerden memnun olduğunda doğru yola girdiğini anlayabileceğini vurgulayarak, “İlk adım; kendini tanımak, tanımlamak. Bunun önemli bir kısmı, hayatınızdaki artıları belirlemek. Hayatınızdaki iyi şeylere odaklandığınızda, nelere sahip olmadığınızı daha az düşünürsünüz ve başkalarıyla kendinizi kıyaslama refleksiniz geriler. Şükran çok önemli bir duygu. Sahip olduklarımıza şükran duymak gerekiyor. Başkalarıyla kıyaslama yapmanın toksik etkisi ancak şükran duygusunu geliştirmekle ortadan kalkıyor. Şükran, hasedin karşı kutbunu oluşturuyor. Sosyal medya, çağımızın reddedilemeyecek ve dışında kalınamayacak bir gerçeği artık. Ama onunla kurduğumuz ilişki bizim inisiyatifimizde. Bu mecrada kurulan ilişkilerde karşılaştırma yapmaya değil, ilişki kurmaya yönelmek gerekiyor. Sosyal medyada geçirilen zamanı sınırlayıp, daha iyi yönetmek de kişinin elinde! Pasif bir şekilde başkalarının paylaşımlarını okumak yerine, sosyal medyayı bir iletişim alanı olarak kullanmak, başkalarıyla temas kurmak, ortak deneyimleri paylaşmak sizi daha değerli hissettirecektir” diyor.

    Ergenlikte risk artıyor
    Her şeyin fazlası patolojik risk taşıyor. Dolayısıyla kıyaslamayı aşırıya kaçırmak da ciddi ruhsal sorunlara yol açabiliyor. Kişi kendini başkalarıyla kıyaslamakta aşırıya kaçtığında, mutsuzluğu ve performans kaygısı artıyor. İlerleyen zamanlarda ağır depresyon ve yoğun kaygı gibi psikopatolojik tablolar da ortaya çıkabiliyor. Yetersizlik duyguları ve özgüven kaybı çok artarsa, kişi sosyal hayattan çekilme yoluna gidebiliyor. Bunların tümünü oldukça zorlayıcı ve riskli tablolar olarak belirten Kln. Psk. Akkaya, “Özellikle vurgu yapmak istediğim bir başka risk alanı da beden imgesiyle ilgili. Bugün, başkalarının bedenlerinin nasıl olduğuyla ilgili sürekli bilgiye maruz kaldığımız bir dünyada yaşıyoruz. Dış görünüşle ilgili gerçeklik algısı bozulmaya başladığında yeme bozukluğu geliştirme riski ortaya çıkıyor. Yeme bozukluklarının farklı çeşitleri var ama hepsinin ortak paydası, ortaya son derece dramatik sonuçların çıkabileceği ile tedavinin hızlı ve basit olmadığı gerçeği! Bu tehlike herkes için geçerli olsa da ergenler daha büyük risk altında. Çünkü ergenlik dış görünümle fazlasıyla ilgili olunan bir gelişimsel süreç. Anne-babaların bunu akılda tutarak, çocuklarını bu açıdan gözlemlemesi büyük önem taşıyor. Çocukların sergilediği işaretler erkenden fark edilip uzman desteği alınırsa, sonrasında yaşanacak birçok zorluk ve acı önlenebiliyor” diyor.

    Bu hataya düşmeyin!
    Anne-babalar, zaman zaman çocuklarını başka çocuklarla kıyaslayabiliyor. Ancak başka akranlarıyla kıyaslanan çocuk, her şeyden önce olduğu gibi kabul edilmediği mesajını alıyor. Bu da bir çocuğa yapılabilecek en büyük kötülük oluyor. Böylece çocuğun ruhsal dünyası son derece güvensiz kılınıyor. Ruhsal enerjisi bu acıyla baş etmekle o kadar meşgul oluyor ki yaşamın diğer alanları daima geride kalıyor. Bu durum ne yazık ki yetişkinlik hayatına da taşınıyor. Böyle bir geçmişten gelen kişilerin hayatından stresin eksik olmadığının altını çizen Klinik Psikolog Gonca Akkaya, “Kişi ne kadar başarılı olursa olsun sürekli performans kaygısı yaşıyor. Ebeveynin hiç farkına varmadan sergilediği tutumlar, çocuklarının bir ömür cebelleştiği sorun yumaklarına dönüşüveriyor. Kabul görmediğini hisseden çocuk çeşitli semptomlar geliştiriyor: Yetersizlik hissi, mutsuzluk, öfke, saldırganlık, davranış bozuklukları, sosyal uyumsuzluk, akademik başarısızlık, içe kapanma gibi. Tablonun nasıl olacağı çocuktan çocuğa değişiklik gösteriyor. Doğuştan gelen özellikler ve eğilimler farklı olabiliyor. Dış dünyadan gelen uyaranları da her çocuk farklı yorumluyor. Ortaya çıkan semptom örüntüleri, aslında çocuğun bir şeylerin yanlış olduğunu anlatmak için ebeveynlerine verdiği sinyaller oluyor” diyor.

    Dozunu ayarlayın, pozitife çevirin
    Kıyaslama, evrensel bir insani tepki olduğu için bundan kaçmak pek de mümkün değil. Ancak bunun dozunu ayarlayarak, yapılan kıyaslamaların üzerinizdeki etkisini yönetmeniz de mümkün. Klinik Psikolog Gonca Akkaya, böyle davrandığında kişinin yalnızca sosyal kıyaslamanın olumsuz etkilerinden korunmakla kalmayıp, aynı zamanda kendini ileriye taşımak için zemin yarattığına da dikkat çekiyor.



    CEVAP VER

    Lütfen yorumunuzu giriniz!
    Lütfen isminizi buraya giriniz