Ağrı kişisel deneyimdir. Ağrı, hoş olmayan duyusal ve emosyonel deneyim olarak tanımlanır, dolayısıyla vücudumuza etkisi ve bu etkiye verdiğimiz yanıt günlük hayatımıza doğrudan etki etmektedir. Fizyolojik etkilenimlerin yanında psikolojik durumlardan da etkilenen ağrı kavramı ve yanıtı kişiden kişiye farklılık gösterir. Bunun için sadece biyolojik değil davranışsal yaklaşım da ağrı yönetiminin içinde olmalı.
Ağrı, süresine göre kendi içinde ikiye ayrılır. Akut ağrı mevcut doku hasarı uyarısıdır. Kronik ağrı ise uzun süreli, ısrarcı ağırlar olarak tanımlanır. Kronik ağrı, uzun süreli devam eden duygu durumundan etkilenen, gelip giden ve lokalize edilemeyen (geniş alana yayılan yeri tam olarak tariflenemeyen) ağrılardır. Kronik ağrıyı akut ağrıdan ayıran en önemli özellik kronik ağrının psikolojik, davranışsal ve çevresel değişimlerden etkilenmesidir. Bunun için değerlendirmesinde ve yönetilmesinde kişinin yaşam standartları oldukça büyük önem taşır.
AĞRIMIZI NASIL YÖNETMELİYİZ?
Duygu durum merkezine yerleşen kronik ağrı döngüsü, kaygıyla ve stresle tetiklenir. Doku hasarı olmaksızın, stres anlarında da hafızalanmış ağrıyı hissederiz. Dolayısıyla kaygılı durumlar kişide ağrı yanıtı oluşturarak kasları spazma sokar. Ağrı yönetiminde stresi uzaklaştırmak, kendimizi olumlu duygu durumuna getirecek ortamda bulunmak oldukça önemlidir. Bunun için kişi iyileşme sorumluluğunun farkında olmalıdır. Bu farkındalık bilişsel iyileşme sürecini başlatmış olur. Kronik ağrı gelişiminde akut olarak başlayan ağrı aylarca hatta yıllarca sürebilir. Bu da kişilerin fonksiyonelliğine dair duygusal, kişisel ve mesleki durumunu etkileyebilir. Bunun için tedavi yaklaşımında bütüncül yaklaşım olan biyopsikososyal modeli ele alırız. Kısaca, tedavi sadece mekanik ve fizyolojik iyileşmeyi değil, psikolojik ve sosyal etmenleri de kapsar. Bu süreçte önemli olan, kişinin tedavi yolculuğunda liderin kendisi olduğunu anlayarak gelip giden ağrılı durumlarda bunu nasıl yönetmesi gerektiğinin bilincinde olmasıdır. Bilişsel davranışçı teknik kişinin ağrı davranışının öğrenmesi ve değiştirilmesi tekniğine dayanır. Kişiyi ilaç bağımlılığından uzaklaştırır.
NE ZAMAN EGZERSİZ YAPMALIYIZ?
Yapılan çalışmalarda egzersizin anti-inflamatuar etkisinin olduğu kanıtlanmıştır yani egzersiz ilaç gibidir. Ağrımız olduğu zaman aktivite kısıtlaması yapmamalı aksine bize verilen egzersizleri yapmalıyız. Fizyoterapistler kişiye ağrısı ile ilgili durumları tanıtır, ilgili bölgeye özgü egzersizleri vererek kişiye uygun olumlu duygu ile değiştirmesini hedefler. Bunu hedeflerken odağı başka bölgeye çekerek ağrının yarattığı korkuyu ortadan kaldırmayı hedefleriz. Dans terapi, gevşeme teknikleri, klinik pilates, yoga… gibi teknikleri kişiye uygun egzersizle harmanlayarak ısrarcı ağrı döngüsünü kırarız. Örneğin Dans Terapide müziğin olumlu etkisi korkulu sandığımız hareketleri otantik olarak ortaya çıkartır, vücudumuza güveni arttırır. Israrcı ağrının en önemli parametresi, uzun süreli ağrı sonucu korkuya bağlı olarak aktivitelerden kaçınma şeklinde görülen davranışsal değişimdir. Bu da kişiyi hareketsizliğe sürükleyerek sosyal izolasyona sebebiyet verebilir. Ayrıca hareketten uzaklaşmak o bölgedeki kaslarda zayıflamaya ve fonksiyonel yetersizliğe sebebiyet verir. Kaygı, stres, korku döngüsünü kırmada egzersiz, hem olumsuza takılı olan odağı dağıtmak hem de fiziksel uygunluk düzeyini arttırmak için tedavide oldukça önemli yer taşır. Ayrıca egzersizin ağrı kesici etkisi kullanarak aktiviteye dönüşü sağlamak sosyal izolasyon sebebiyle oluşan depresyonun da önüne geçer.
Kronik ağrının yaşam kalitesi üzerine doğrudan etkisi olduğunu biliyoruz. Yaşam kalitemizi arttırmak için tedavi yolculuğunda ağrımızı tanımalı ve fizyoterapistlerin hazırladığı bireysel egzersiz programlarını düzenli uygulamalıyız.
HAMAM RİTÜELİ
Tarihi yüzyıllar öncesine dayanan hamam ritüeli sadece bakım amaçlı yapılmıyor. Sıcak buhar ve suyun; yorgun, ağrıyan kasları eski haline getirme konusunda gerçekten dönüştürücü etkisi bulunuyor.
Yaz tatiline gitmeden şehirde yapabileceğiniz en iyi şeylerden biri de hamam ritüeli yaşamak. Hürrem Sultan’ın isteği ile 1556 yılında Mimar Sinan tarafından yapılan Hürrem Sultan Hamamı, tarihi yapısı ve uzman ekibiyle tercih edebileceğiniz yerlerden biri. Geçmişten günümüze gelen Türk hamam ritüeli, geleneksel kese uygulaması ile başlıyor, göbek taşında dinlendirici köpük, baş ve boyun masajı ile devam ediyor. Erguvan özlü nemlendirici ve sıkılaştırıcı tüm vücut kil maskesi ile sonlanıyor. Böyle anlatınca kısa gibi gelse de aslında bu tarihi binaların içerisinde zaman yavaşlıyor. Hamamın büyük salonunda suyun sesi ve akustiğin etkisiyle deyim yerindeyse yumuşuyorsunuz. Sıcak su ve buharın etkisiyle terleyerek toksinleri vücuttan atmaya başlıyorsunuz. Kese masajının ardından yapılan köpük masajı hem dolaşımı uyarıyor hem de derinlemesine temizlik sağlıyor. Ve en önemlisi hamam ritüeli zihni ve bedeni rahatlatıyor. Çalışan kadınların en büyük sorunu her şeye yetememe duygusu üzerine de çekilen ağrılara az da olsa bir çözüm sunan hamamı mutlaka aylık yapılacaklar listenize ekleyin.