Güzellik tanımımızı belirten kelimeler; doğallık, samimiyet ve iyi enerji… İşte bunların hepsi son zamanların popüler oyuncularından Deniz Baysal’da var! Onu daha yakından tanımaya hazır mısınız?
Röportaj: Elif Gürsoy
Fotoğraf: Murat Sargın
Styling: Tülin Demir
Makyaj: Alp Kavasoğlu
Saç: Akın Ünal
İşine olan tutkusu ve saygısı, etrafına saçtığı gülücükler, pozitif enerjisi, güzel gören gözleriyle Fazilet Hanım ve Kızları dizisi oyuncusu Deniz Baysal’a bir kez daha hayran kaldık. Egosuz tavrı, kendiyle barışık duruşu ve duru güzelliğiyle, insanların onu neden bu kadar çok sevdiğini anlamış olduk. Şu sıralar spora yoğun set programından dolayı çok vakit ayıramasa da sporla arasının küçüklüğünden beri iyi olduğunu söyleyen Deniz Baysal, tam bir pilates aşığı!
Mesleğinizin temellerini çok küçük yaşta atmaya başladığınızı biliyoruz. Sizi o yaşlarda oyunculukla ilgili neler cezbetti?
Aslında ilk başlarda cesaretim pek yoktu. Hayal ediyordum ama uygulamaya geçirmek için cesur hissetmiyordum. Ama küçüklüğümde annem beni her zaman sosyal aktivitelere yönlendirmişti. Halk oyunlarına gidiyordum. Basketbol bile oynadım. Ama basketbol için çok çelimsiz olduğumu fark ettim. Akabinde tiyatroya başladım. İşte bu çok hoşuma gitmişti! Dönemin dizilerinden Melekler Korusun’da Özge Özpirinçci’nin oyunculuk kursuna gitme hikayesi beni çok cezbetmişti. İşte o zamanlar, oyunculuğun hayalini kurmaya başlamıştım. Derken, dokuz yıl boyunca tiyatroyla ilgilendim. Bu dokuz yılın sonunda tiyatro öğretmenim İzmir’de açılan yeni bir ajansa beni zorla yazdırdı. O olmasa, ben cesaret edip de böyle bir adım atamazdım. Daha sonra İzmir’de başlayacağı söylenen bir dizi projesi haberi geldi. Onun için seçmelere gittim. Tiyatro ile televizyon birbirinden bambaşka dünyalar olduğu için, diziye seçilme konusunda pek olumlu hissetmiyordum. Ama şansım yaver gitti ve kabul edildim.
İşinizi severek yaptığınız belli. Her işin de bir zorluğu var tabii… Siz en çok hangi noktada zorluk çektiniz?
Oyunculuğa başladığın zaman tutunabilmek gerek. Benim yıldızım aniden parlamadı. Ellerimle kazıyarak geldim şu an olduğum yere. İyi projeler ve işler için sabırla bekledim. Bu bekleme süreçleri beni biraz yıprattı. Aylarca beklediğim zamanlar oldu. Seçmelere gidiyorum, dönüş alamıyorum, olmuyor vs… Kafamdan sürekli “Ne yapacağım, olmayacak mı hiç?” diye soruyorum. Maddi olarak değil ama manevi olarak doymak istiyor insan. Çünkü ben boş kalmayı seven bir kadın değilim. Hareket halinde olmam, iş yapmam gerek. Şükür ki şu an için böyle dertlerim, kafamda soru işaretleri yok. Çünkü işin içinde piştikçe daha iyi hissediyorum ve kendime güvenimi kazanıyorum.
Kariyerinizi şekillendirirken plan yaparak mı ilerlersiniz, yoksa akışa mı bırakırsınız?
Hiç plancı, programcı değilim. Bir tek iş konusunda değil, özel hayatımda da böyleyim. Sürekli plan yaparak, çizerek ilerlemeye çalışmanın işin büyüsünü bozduğunu düşünüyorum. Çünkü hayatın da bizim için çizdiği planlar var. Kendimizi programa uydurmaya çalıştıkça daha fazla üzülmeye ortam sağlıyoruz aslında. Beklenti içine girdiğimizde, beklenen şey gerçekleşmediğinde hayal kırıklıkları ortaya çıkıyor. Bu hepsinden kötü… “Su akar, yolunu bulur” dan yanayım ben!
Tiyatro sahnesinde olmak nasıl hissettiriyor?
Çok özgür hissediyorum! Kamera önünde robotik ve ölçülen noktalar var. Küçük hareketlerle oynamak gerekiyor. Halbuki tiyatro büyük oynamayı gerektirir. Bu yüzden dizi projelerinde biraz hapsolmuşluk hissi geliyor. Kariyerimin çoğu da tiyatro sahnesinde geçtiği için zaman zaman ekran işinde yaşadığım sıkışmışlık beni zorluyor. Ama alışıyorum.
Kapak çekimi gününü ayarlarken bile tatil gününüzü öğrenmek çok zor oldu. Hal böyleyken kendinize nasıl vakit ayırabiliyorsunuz?
Eskiden bunu çok dert etmeyen biriydim. Sürekli çalışmak, çalışmak diyerek motive oluyordum. Ama artık tam tersine işliyor gibi. İşime olan tutkumdan sonra, hayatıma Barış girince, ona da çok bağlandım. İlk başlarda çok zorlanmıştık hatta. Aynı evin içinde, vakit yokluğundan görüşemiyorduk. O da bu duruma pek alışkın değil. Neyse ki telefon ve mesajlaşmalar derken gitgide alışıyoruz. Mesela uyumayı çok severim. Sürekli uyuyabilirim! Gece oturmayı da çok severim. Ama baktım ki vakit yok, fazla uykuyla geçireceğim zamanı Barış’la değerlendiriyorum. Yoksa gider yatardım! (gülüyor)
Sporla aranız nasıl? En çok hangi spor dalıyla ilgilenirken daha mutlu oluyorsunuz?
Çocukluğumda iki yıl boyunca basketbol oynadım. Ama o dönem öyle çelimsizdim ki… Yemek konusunda da çok seçiciydim. Antrenmanlardan perişan halde gelirdim. Annem sürekli portakal suyu içirerek, kendime gelmeye zorlardı. Ama sonra anladım ki basketbol bana göre değil, bıraktım ve tiyatroya geçtim. Şu sıralar set programım nedeniyle pek bir şey yapamıyorum ama bir dönem çok sıkı aletli pilates yaptım. Duruş bozukluğum da vardı. Bırakmadan, düzenli bir şekilde devam ettiğim dönemde pilatesin çok faydasını gördüm. Bedenimdeki değişimi görmek de bana ayrı bir motivasyon kattı. Ama maalesef tek gün izinle devam ettiğim tempoda, evde olmayı seven biri olarak, spora “şu sıralar” vakit ayıramıyorum.
Spora gidemediğinizde vicdan azabı çekip, “bari beslenmeme dikkat edeyim”
diyor musunuz?
Elimden geldiğince dikkat ediyorum. Zaten bir İzmirli olarak zeytinyağlılara bayılıyorum! Ama kişisel olarak bir takıntım var ki eti her yerde yiyemiyorum. Bir ara sete kendi yemeğimi götürüyordum. Yulafına kadar hazırlayıp, yanıma alıyordum. Ama son zamanlarda sete gitmek için çok erken saatlerde evden alınıyorum. Hazırlamak için yeteri kadar erken kalkamıyorum. Çünkü sabah insanı değilim sanırım. Tüm hazırlığını akşamdan yapanlardanım. Akşam, bir sonraki gün ne giyeceğimi ayarlarım, duşumu alırım. Çünkü biliyorum ki bunların hiçbirini sabah yapamayacağım! Sabah uykusuna çok düşkünüm, gece geç yatsam da olur! Bazı arkadaşlarım sete gelmeden kahvaltı yapabiliyor. Şaşkınlık içerisinde “Ne ara yapabildin?!” demekten kendimi alamıyorum.
Gün içinde canınız elbette ki bir şeylere sıkılıyordur. Ne yaparak ya da düşünerek motive olup, tekrar iyi hissedebiliyorsunuz?
Modum düştüğünde toparlamam biraz zor oluyor. Sinirliysem mutlaka yansıtıyorum ama insanları kırmadan tabi… Kendi kendime oluyor zararım aslında. Kimseye karışmadan, telefonu elime alır oyun oynarım. Anneme çok kızardım, çocuk gibi oyunlar oynuyorsun derdim… Ama sonra baktım ki kafa dağıtmaya iyi geliyor, ben de oynamaya başladım. Zaman zaman canım sıkılınca, bir şeylere sinirlenince menajerim Kahraman ya da erkek arkadaşım Barış, imdadıma yetişiyor sağ olsunlar!
Doğal güzelliğinize yakından tanık olduk! Kullandığınız kozmetik bakım ürünleri dışında farklı olarak uyguladığınız karışımlar, maskeler var mı?
Nemlendiriciyi düzenli kullanmaya özen gösteriyorum. Çünkü yüzümde işim gereği sürekli makyaj oluyor. Önceden pek umursamazdım ama artık ciltte etkilerini göstermeye başlıyor. Boya, beklet, sil derken cilt yoruluyor. Geceleri yüzümü temizledikten sonra nemlendiricimi sürüp yatıyorum. Küçükken saç maskelerine karşı ilgim vardı. Zeytinyağından sarımsağa kadar farklı malzemeleri karıştırıp, saçıma sürer bekletirdim.
Kendinize dışarıdan baktığınız zaman, sizce nasıl bir kadınsınız?
Kendime dışarıdan baktığım pek olmuyor ama insanlar çok samimi, içten ve güleryüzlü olduğumu söylüyor. Çünkü ben buyum, olduğum gibi davranıyorum. Oyuncuyum, birçok kişi tarafından tanınıyorum, biliniyorum diye neden kendimden vazgeçeyim? Ben kimseden üstün değilim ki neyin havasına gireyim? Sadece işimi yapmaya, her şekilde iyi olmaya çalışıyorum.
Sizi bu hayatta en çok ne üzer?
Hak yemek ve iftira! Bu iki noktada başıma çok büyük şeyler gelmedi ama çevremdeki herhangi birinin başına gelse de müdahele edebilirim. Bir tek kendi başıma gelmesini beklemem.
Ne zaman ‘Galiba artık büyüdüm, olgunlaşıyorum…’ demeye başladınız? Bunu size söyleten deneyimler nelerdi?
Sanırım sette sesimin çıkmaya başladığı zaman… Ben bir zamanlar, haklı olduğum durumlarda bile, “Neyse Deniz, sus söyleme…” diyen bir yapıya sahiptim. Ama sonra baktım ki bir şeyler ters gidiyor, böyle olmayacak. Menajerim Kahraman da sağ olsun bana çok yardımcı oldu bu konuda. O bana sürekli dik durmamı, eğilmemem gerektiğini hatırlattı. Hayır diyebilmeyi öğrendiğimde, hakkımı koruyabildiğimde, doğruyu savunabildiğimde “Evet, ben olgunlaşıyorum” diyebildim.