Dünya çapında yüz binlerce insan, çağımızın hastalığı kanserle savaşıyor. Her 10-12 kadından birinde görülen meme kanseri ise tüm kanser vakalarının yüzde 25’ini oluşturuyor. Oysa erken tanı ve tedavi yöntemlerindeki gelişmeler, bu hastalığı yenenlerin oranlarını yükseltiyor…
Risk faktörleri arasında; ailede birinci derecedeki yakınlarında (annesi, kızı ve kız kardeşi) meme kanseri vakası bulunması, erken yaşta adet görme, ileri yaşta adetten kesilme (geç menopoz), aşırı kilo almak, menopozda kontrolsüz hormon kullanma bulunan meme kanseri, kadınlar arasında en sık görülen kanser türü olarak dikkat çekiyor. Amerikan Hastanesi Medikal Onkoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Nil Molinas Mandel, genetik meme kanserlerine yaklaşık yüzde 10-15 oranında rastlanıldığını belirterek şunları söylüyor: “Kalıtımsal meme kanseri tanımlamasında, aile içinde çok sayıda kadında meme kanseri görülmesi, genellikle 20’li, 30’lu yaşlarda hastalığın ortaya çıkması ve iki taraflı meme kanseri hastalarının varlığı dikkat çekiyor. Bu tanımlamaya uyan, çok yüksek genetik risk taşıyan kadınlara, doğum sonrası koruyucu amaçlı yumurtalıklarının alınması ve yine koruyucu amaçlı iki memenin içlerinin boşaltılması (cilt ve meme başını koruyucu mastektomi) önerilebiliyor.”
Erken tanı önem taşıyor
Meme kanserinin tedavisinde erken tanı, iyileşme şansını artırıyor. Bu hastalıkta tarama amaçlı mamografi çekilmesine ise 40 yaşından itibaren başlanıyor. Yüksek riskli hastalarda, mamografiye ek olarak meme ultrasonografisi ve MR ile görüntüleme de öneriliyor. Günümüzde yeni kullanılmaya başlanan ‘tomosentez ile görüntüleme yöntemi’nde ise memeden tomografi gibi ince kesitler alınıyor. Prof. Dr. Nil Molinas Mandel “Bu yöntem ile lezyonun görünürlüğü artıyor, sınır değerlendirilmesi kolaylaşıyor, tarama için geri çağırma ve yakın takip oranı azalıyor, lezyon lokalizasyonu daha iyi yapılıyor” diyor.
Yeni yöntemler yüz güldürüyor
Sistemik bir hastalık olan meme kanserinin tedavisinde son 30 yıldır, erken evre meme kanserinin cerrahi tedavisine ek olarak, mikroskopik metastazları yok etmeyi hedefleyerek yapılan koruyucu kemoterapi ve hormonoterapi sayesinde, hem hastalıksız sağkalım ve hem de genel sağkalım oranlarında belirgin artış sağlanıyor. Günümüzde bu yöntemlere ek olarak biyolojik tedavi de uygulanıyor. Uygun bir koruyucu tedavi planlamasında, birtakım faktörlere dikkat edildiğini belirten Prof. Dr. Nil Molinas Mandel, sıralamayı şöyle yapıyor: “Bunlar arasında hastanın yaşı, tümörün çapı, koltuk altındaki metastatik lenf nodu sayısı, hastanın mevcut diğer hastalıkları, hastalığın gidişatı ve tedavi şeklini belirleyen parametreler yer alıyor. Hormon reseptörü taşımayan meme kanseri olgularında antiöstrojen tedaviden yararlanılıyor. Daha erken zamanlarda ise, tümörün gen profiline bakılarak, hastalığın risk belirlemesi daha ayrıntılı bir şekilde ortaya konuluyor. Bu yöntemle, koruyucu tedavi gereksinimi olan grupların daha net bir şekilde belirlenmesine çalışılıyor.”
Formsanté Dergisi Nisan 2012 Sayısı